Amerikan Rüyası-Kıbrıs Gerçeği

ads ads ads ads
01/10/2017

ads

Halil Paşa Halil Paşa


NEW YORKUN FARKLI HALLERİ

Amerika Birleşik Devletlerinin ulusal başkenti Washington olsa da, küresel başkenti New York’tur. Siyasi, sosyal, ekonomik ve ticari kararlar Washington’da alınsa da, alınan kararların dünyaya taşınması New York’ta gerçekleşir.

Her şeyden önce ülke nüfusunun en çok yaşadığı şehirdir New York. Ama ondan daha önemlisi yarım yüzyılı aşkın bir süredir küresel sermayenin en yoğun şekilde yer aldığı, BM’nin, Dünya Ticaret Örgütünün ve de dünya devi pek çok uluslu şirketlerin önemli merkezlerindendir.

ABD’de en çok turistin ziyaret ettiği, en çok siyasetçi, diplomat ve bürokratın uğrak noktasıdır.

ABD finans sektörünün kalbi “Wall Street” nezle olduğunda dünya borsalarına gribe sokan “New York Stock Exchange” de New York’ta yer alır…

AMERİKAN RÜYASI

Aynı zamanda “Amerikan Rüyası” diye övünülen zenginliğin de başkentidir New York.

Bu uzun erimli seyahatimde ikinci kez durağım olan New York’un sokaklarındaki yaşama gelince…

İri yarı gökdelenlerinin gündüzleri caddelerini gölgelediği, geceleriyse o gökdelenlerinin heybetli duvarlarında bir yanıp bir sönen göz kamaştırıcı parlak neon ışıklarıyla varsıllığını ve güç gösterisini sergilediğini düşündüğüm küresel kenti, geçtiğimiz hafta içerisinde Figen’le en az 25 kilometre yol yürüyerek arşınladık.

Yalnızca caddelerinde değil, caddeleri bağlayan ara sokaklarına da daldık. Kıbrıs gibi küçük bir adadaki siyasal sorunu bile kendisine “dert edinmeyi”, sona erecekse de bunu da önceden bilme ve bu nedenle de olabildiği ölçüde etkileme “hakkını” elde etmiş ya da uluslararası politikada kabul ettirmiş bu devasa ülkenin kentini dokuz yıl aradan sonra ikinci kez tavaf etmeye çalıştık.

Yaşam nasıldı bu kentte?

Örneğin eğer kentin tüm insanları varsıl, başka ülkelerin şehirlerinde yaşayan insanlardan çok daha mutluysalar, şehrin yaşayanlarının mutluluklarını ölçü alarak uzak ülkelere nüfuz ve dikte ettirmeye çalıştıkları sosyo-ekonomik yaşamların, rejimlerin kendilerininkine benzetme arzusu bir noktada “samimi bir istek” olarak görülemez miydi?

ANCAK SOKAK RÜYA DEĞİL YAŞAMIN GERÇEĞİDİR

Gündüz bile Times Square ile Broadway semtlerinde küresel şirketlerin reklamları durmak bilmiyor.

Kalabalık, kum atsan yere düşmeyecek kadar. Tabii gürültü de.

Yaya geçitleri, kaldırımlar, otobüsler, taxiler, müzeler, oteller, restoranlar, mağazalar, Broadway tiyatroları, üç boyutlu sinemalar, Central Park, Battery Park ve nihayet gökdelenlerin günün her saatinde güneşi engelleyip gölgeleyebildiği cetvelle çizilmiş gibi birbirini kesen o uzun, geniş ve görkemli caddeler.

Her yer hem turistler ve hem de şehirde yaşayanlar tarafından bumbar misali doldurulmuşçasına ana baba günüydü şehrin sokakları.

Bir de Eylül sonuna doğru terleten, bunaltan sıcağına rağmen, New Yorklusundan turistine herkes sokaktaydı.

Elbette bu kadar çok insan bir şehirde para harcarsa ve devlet ile belediye de etkin bir şekilde vergi toplamasını başaracak alt yapısını kurmuşsa… Hem özel şirketler kazanır, hem de belediye ile kamu maliyesine iyi gelir girer. Böylece şehrin yeniden imarı da finansman açısından bir noktada çözülmüş olur.

Bunlar işin bir yanı elbette.

BU KÜRESEL BAŞŞEHİR İNSANLARINA ADİL DEĞİL

Peki kim finanse ediyor bu şehrin yeniden imarını en çok?

Gelir nasıl paylaşılıyor bu şehirde?

Üretilen, yaratılan servetten, emek-zaman harcayanlar ne kazanıyor?

Elbette bir ülkenin, hele de ABD gibi elektronik postanın mükemmel işlediği, bilgisayar teknolojisinin merkezi olan bir devletin ekonomik istatistiklerine bakmak lazım.

Ama bir ülkede, gelir bölüşümü, zenginlik ile yoksulluk konuşulmaya başlandı mı, bakmanız gereken bir yer daha var.

Sokak… Sokaklarına, sokaklarındaki , işyerlerindeki insan manzaralarına da bakmak gerekiyor…

Elbette 2 günlük gezip görmekle, koskoca New York şehrinin varsıllık ile yoksulluk çatışmaları hakkında kesin hükme varmak mümkün değildir.

Ama bir aydır gezdiğim Kanada ve ABD’nin pek çok şehirlerinde Figen’le sürekli karşımız çıkan, sürekli “bizi de görün ve unutmayın” diyen o kadar çok yoksul insanlar vardı ki…

Kıbrıs’ta neredeyse bir şehri satın alabilecek kadar varsıl gökdelenlerini, boğduğu şehir hayatını rahatlatmak için içerisinde başka canlıların da yer aldığı şehrin nefes almasını da sağlayan rüya gibi güzel parklarında gezindik.

Bir yandan serveti yığar doğayı tahrip ederken, diğer yandan da kurtarmaya çalışa teknolojilerle çalışan iş makineleri ve fakat yarattıkları gürültüleriyle karşılaştık.

Otobüs, taxi, metro, tren, feribot ve uçak. Hepsine de bindik…

Gezerken bunlara binecek kadar paramız vardı cebimizde. 

Otelde kalacak ve lokantalarının pek çoğunda olmasa bile, bir kısmında karnımızı doyurmak için harcayacak kadar paramız. Üstelik seyahat da ediyorduk.

Bunlar nasıl olsa böyle varsıl bir ülkede “temel insan gereksinmeleri” diye düşündük?

Ama olmadığını gördük.

Caddelerinde ve sokaklarında dilenen insanlar, tedaviye muhtaç esrarkeşler ve ayyaşlar, sokaklarda yatıp kalkan evsizleri o kadar çoktu ki…

Gerçekten abartmıyorum! Geçtiğim bazı sokakları sidik kokuyordu New York’un. 

Dilenenler arasında koyu derilisi de vardı beyazı da. Kadını da erkeği de. Genci de vardı yaşlısı da…

Ama bir noktada ailesi ile birlikte kaldırımda açtığı karonda “evsiz kaldık” yazan çocukları da gördük… 

Bizde olsa kıyamet kopar, hükümet ve muhalefete kanadı sözlü de olsa olaya bir şekilde el atarlardı…

KENDİ İNSANINA ADİL OLMAYAN BİR ŞEHİR BAŞKALARINA NASIL ÖZGÜRLÜK GETİREBİLİR Kİ?

Amerika’da sağlık sigortanız ve/veya paranız yoksa, hastane kapıları yüzünüze kapanır ve en küçük hastalıklarınızla bile ilgilenmez. 

New York’ta dilimi 1 dolara satılan pizza da var, 10 dolara satılan da. Farklılık yalnızca bu değil. Bunun daha kötü olanı 1 dolar parası olmayıp şehirn her sokağının köşe başlarında “coins” (bozukluk) diye dilenerek dolar biriktirmeye çalışan yoksullarının varlığı…

Ancak New York o kadar çok kalabalık, kapitalizm o denli acımasız, insanlar bu denli bencil ve yaşam da öyle hızlı akıyor ki buralarda…

New York. Dünya sermayesinin başkenti, tüm bu eşitsizlikleri ve dolayısıyla da adaletsizlikleri yaşamaya alışmış.

Obama seçilirken değişim ve ümit vaat etmiş ve yapabiliriz (we can do it) demişti. Beklentileri karşılayamadı. İkinci seçimde “Believe America” diyen rakibine karşı; ‘Change we can believe in’ (İnanabileceğimiz bir değişim) dedi. Daha barışçıl gözükse de mal meydanda.

İnsanlar Trump’ı Amerikan milliyetçiliklerinden dolayı değil ama sokağın kötü gidişinden, bundan yabancıları, göçmenleri sorumlu tuttukları için mi seçtiler?

Bunu New York’a bakınca anlamak daha mı kolay?

Neticede bunlar dünyaya hükmeden vahşi kapitalizmin uygulayıcısı ülkenin sorunları…

Demek istediğim Amerika kendi sorunlarıyla o kadar meşgul ki; Kıbrıslılar çözüm için uğraşmadan, Türkiye ve Yunanistan sorunu çözmek için cesaret göstermeden, bilelim ki Kıbrıs Sorunu Amerika istedi ya da AB dayattı diye hiçbir zaman çözül(e)meyecek.

Sonuçta bizim Amerika Kanada gezisini de bir şekilde Kıbrıs Sorununa bağlamış oldu…

Bu makaleyi beğenmediyseniz eğer, facebook sayfamda “Kıbrıs Sorunsuz” olarak, renkli fotoğraflar eşliğinde Kanada ve ABD notlarımı da bulmanız mümkün…

Nihayet bir ay sonra adaya döneceğim için hiç de mutsuz değilim.

En azından evim, arkadaşlarım, kavgam, anılarım ve hasılı köklerim hala bu adada…    

01/10/2017 08:05
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: halil paşa
MANŞETLER

HK Halil Paşa

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.