Pazar sohbetimdir: (İnsanlar)

ads ads ads ads
25/02/2018

ads

Eşref Çetinel Eşref Çetinel


İnsan gibi insanlar tanıdım.  Sevdiğim, saydığım, hatta “neden ben böyle değilim” diyerek  gıpta ettiğim insanlar..

       Fakat  “kusursuz” olanını hiç tanımadım. O güzel, o imrenilecek insanlar  da “kusurları” ile vardılar.. Her halde bu nedenle olacak, derler ki “kusuru olmayan insanlar peygamberlerdir..”

       Ne var ki “Allah değiller..” Kusurları olmalıdır onların da..

       SONRA tekdüze hayatların insanlarını tanıdım. Bir lokma bir hırka yeter de artardı bile.. Ömürlerince “evlerinin” dört duvarı arasında yaşadılardı. En büyük huzuru o dört duvar arasında buldulardı.                           

            SONRA insanlar tanıdıydım, “sevgisizlikle” yetiştikleri için sevgiye susamış.. İtilip kakıldıkları için ilgiye hasret! Hiç “aşık” olunmadıkları için “aşkı” arayan insanlar..

       KADIN erkek hiç fark etmezdi. Sevgi ve aşk Allah’ın insanlara bahşettiği en yüce duygularken, cehennem azabı olmalıydı bu duygulardan yoksun kalmak..  

       TABİ “aşkım” demekle olmuyordu aşık olmak.. O yavan o dillere pelesenk kelime “dalkavukça” bir sırıtışla söyleniverince çirkinlik oluveriyordu birden bire!.

       Zannedersem en büyük aşklar “söylenmedik” olanlarıydı.. Ruhlarda gezinirken insanı cennet bahçelerinde uçuranı..

                                  ****

       HADİ gelin bir iki şairin dizelerinde yaşayalım aşkı:

       “Aşkını gözlerinle dün kalbime işledin/ Bir sanatkâr eliyle oyar gibi mermeri/ Rüzgâr yüzü görmeyen uykumda genişledin/ Birer fırtına halinde koptuğun günden beri..”

       …Nasıl taşta çeliğin izi kalırsa derin/ Üstüne satır satır öyle nakşoldu yerin/ Üzülme senden sonra kalbime girenlerin/ yalnız senin aksindir orda görecekleri.”

       FAKAT eksik olsun öyle aşk eğer Cahit Külebi gibi sevdiğini keçiye, elmaya benzetip, sonra “adını bile  unuttuğunu” söyleyen.. 

       “İstanbul’da” diyor Külebi, “bir sevdiğim vardı/ Keçi yavrusuna benzer/ Rüzgârlar eserdi hafiften gözlerinde, halden anlardı/ Bütün Şehzadebaşı bilir hikâyemizi/ Gülhane parkı bilir, gemiler bilir/ Gelip geçen bakardı/ Yanakları güz elmasına benzer soğuk havalarda/ Ormanlar gibi bakışları/ Çocuktu aceleci bir hali vardı/ Bahar günleri geldi miydi saçları uçardı/ Adını bile unuttum, yüzünü de gemileri de/ Yalnız ara sıra hatırladığım oluyor/ Sabah akşam iş başında/ ve asvalt caddelerde…  

       Fakat Nazım Hikmet’in aşkı bir başka olurdu elbet:                                                “Memleketimi seviyorum/ çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım/ Hiçbir şey gideremez iç sıkıntımı/ memleketimin şarkıları tütünü gibi…” Derken…                                                                                                                ****                                   

          TÜRKAY ALTAY’I ANARKEN.

       NE demiştim yazıma başlarken. “İnsan gibi insanlar tanıdıydım.” Fakat hani derler ya. “Her güzelin bir kusuru var..” Kusursuz olanını tanımadım…

       Türkay Altay’ı da hatırladım “insan gibi insanlar tanıdım” derken. 

       Türkay Altay 1974 sonrasında Mağusa’nın İngiliz kodamanlarından kalma dizi dizi konaklarının bulunduğu Çamlık Yolunda o binalardan birinde  görevli olarak belediyenin müzik faaliyetlerini yürütüyordu..

       Altay Ankara’dan geldiydi. Orada ilk kez gençlik orkestrasını kurmuştu. Şefti.. Müthiş bir müzik ustasıydı ve bu konuda çok hırslıydı..

       SIK sık mekânına uğrardım. Bana türlü çeşitli görüşlerini dikte ettirir, ben de Bozkurt Gazetesindeki köşemden yahut ayrı haberler şeklinde yayımlardım.                               Karşılıklı konuşmaya başladıkta saatler sadece müzik üzerine geçerdi..   O zamanlar kasaba esamesindeki Mağusa’ya sığmaz, her an indifa etmeye hazır yanardağ gibi müthiş bir heyecanla konuşurken, tutun ki ardı ardına yakıp söndürdüğümüz birer paket sigara tüketirdik..

       Bestelediği türkülerini, şarkılarını zaman zaman TRT’den işittiğim olurdu..

       ALTAY o insanlardandı ki “büyük hayaller” kurmuş, ancak ulaşamamış.. Seksen kişilik orkestralara şeflik yapmak gibi..

       Sonuçta Mağusa’da oluşturduğu beş on sazlık orkestralarla tutun ki vaziyetleri idare etmek zorunda kalıyordu..

       Mağusa’da barınamayınca Lefkoşa’ya taşındıydı. Kaç yıl geçti bilmiyorum.  Belki otuz yıl sonra öldüğünü öğrendim. Bir devrin arkadaşı da göçüp gitti. Ki yürekten inanıyorum: Eğer olanaklar yakalasaydı Türkiye çapında bir müzisyen bir orkestra şefi olurdu. Ve olanaklar serilseydi emrine KKTC’yi yüceltecekti müziğiyle.. Olmadı..                  Vesselam Altay’ı da kaybettik.   Tanrıdan rahmet ailesine başsağlığı dilerim.

25/02/2018 12:16
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: Pazar sohbetimdir: (İnsanlar), Eşref Çetinel
MANŞETLER

HK Eşref Çetinel

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.