2115 yılına mektubumdur

ads ads ads ads
24/12/2014

ads

Bülent Dizdarlı Bülent Dizdarlı


Sevgili kızım ya da oğlum,

Sana isminle hitap etmek isterdim ama yüzyıl sonra doğacak bir torunumun adını şimdiden bilmem maalesef mümkün değil. Tıpkı cinsiyetini bilemediğim gibi… Bu sebeptendir ki mektubuma “sevgili kızım ya da oğlum” diye başlıyorum.

Biryandan da, sen bu mektubu okurken ben, sosyo-ekonomik durumun nedir diye merak içindeyim. Hatta hatta ne yalan söyleyeyim, hayatını atalarımızın yaşadığı topraklar üzerinde mi kurdun diye meraktayım. Umarım, benim zamanımın müsebbibi olarak meydana gelen senin zamanına yansıyan olumsuzluklara rağmen sıhhat ve afiyettesindir. Aslında sana bu mektubu yazım sebebim senden özür dilemektir. Senden çok ama çok rica ediyorum “Lütfen beni affet.”

Zira bugün hâlâ adamızdaysan, yaşadığın toprakların üzerinde sen ve çocukların hastalıktan kıvranıyorsanız, hiçbir şey üretemiyorsanız, üretilen tek tük gıda mamullerinden hiçbirini yiyemiyorsanız, su kaynaklarından faydalanamıyorsanız bil ki tüm bunların tek sorumlusu benim.

Bu gün yaşadığın ada da yeşil renk olmamasının, ağaçları sadece fotoğraflarda görmenizin, güzelim sahillerde denize girememenizin, tek suçlusu da benim.

Evet! Suçlu benim, çünkü Akkuyu’da nükleer santral kurulurken hiç umursamadım. Yok! Öyle aleni destek falan vermedim aslında. Ama bugün sizin yok oluşunuza sebep olan yapının kurulmasına karşı duruş içinde olanlara da dudak bükerek baktım. O kadar ki santralin eski teknolojiyle yapılacağına hatta ve hatta yıllardır hareket etmeyen bir fay hattı üzerine kurulacağını söyleyenlere bile inanasım gelmedi. Açıkçası orada yaşanacak herhangi bir olumsuz olayın bizim buraya kadar etki edebileceğini hiç ama hiç düşünmedim. Bazıları 300 kilometrelik bir alan tehdit altında kalacak derken de hiç tınmadım.

Günlük olaylarla daha çok ilgilenesim geldi nedense. Adamız etrafında bulunan gazın paylaşımı, hellimin uluslararası alanda tescili, Pendaya Hastanesi’nin geleceği gibi konulara verdim kendimi. Bu konular önemsiz miydi? Tabii ki önemsiz değildi. Ama nedendir bilemem günlük bu konularda hassasiyet belirlerken, yüzyıl sonra cenneti cehenneme çevirecek bu nükleer santral girişimine bir “DUR” demek de içimden gelmedi.

O sıralarda adamızı idare edenlerinde bu konuda ne düşündüğünü hiç işitmedim. Besbelli onlarda benim kadar ilgisizdi konuya. Elli tane vekilden belki bir iki tanesi gerçek anlamda bir karşı duruş sergiledi sizin yüzyıl sonra canınıza ot tıkayacak santrale. Gerisi ise tartışmalar sırasında “sinde gülle geçsin” siyaseti yaptı. Şimdi sen bana “ Suçlu onlarmış üzülme dede” diyebilirsin. Yok be dedem hiç öyle değil. Çünkü ben döne döne yine bu “sessiz tayyareleri!” vekil seçtim kendime. Hatta o sıralar Cumhurbaşkanı seçimi vardı. Adayların AKKUYU SANTRALİ hakkındaki düşüncelerini önemsemeden sorgulamadan kullandım oyumu. Zaten onlar da bu konuda bir fikir beyan etti miydi hiç hatırlamıyorum.

Sonuç olarak bugün ne yaşıyorsanız benim zamanında sesimi yükseltmememden, Akkuyu’da nükleer santral kurulmasına karşı çıkmamamdan, yapılmasına direnmemden, karşı çıkanlarla direnenlerle birlikte ses vermememden dolayı yaşıyorsunuz.

Tek suçlu benim…

Direnmeyi bırak sesimi bile çıkarmadım günü kurtarma adına…

Geleceğe kötü bir miras bırakılmasına çanak tuttum.

Ben kendimi hiç affetmedim. Bari sen beni affet.

Gözlerinden öperim. Umarım gözlerin hâlâ görebiliyor, hâlâ gülebiliyordur.



ANLAYAMADIKLARIM

Genel anlamda savaşın bir suç olduğunu göz ardı edip, savaş içinde yaşanan kötülüklerden bazılarını “savaş suçu” adı altında toplamaya çalışanlara ve bu tanımlamayı kabullenenleri anlamam asla ve asla mümkün değildir.

VE ŞİİR…

Bu hafta şiirim rahmetli Yılmaz Sarper’e ait. Onun “Umudum Köpükte” isimli şiir kitabından:

SU

Meczup dervişlerce dolandım bir nice zaman.

Görmediniz siz beni

Fark etmediniz bile

Meşguldünüz…

Nemdim ucunda bulutun,

Hanımeli yaprağında çiğ,

Buzuldan süzülen buhar…

Kardan, kırağıdan eridim.

Yağmur oldum çise çise.

Ne pınarlardan aktım coşkuyla bilseniz…

Dağlardan kopup gelmişim huma kuşum!

Çılgın ırmaklara dönüp aktım sellerce

Köpürüşüm tutkumdan

Durulmaz ırmaklar dökülmesinden denizine doyum doyum

Aldanmasın kimse dinginliğime!

Galiz bir küfür gibi girdi ayrılık aramıza işte

Denizinden koparılmış nehirlerin hıncı yüreğimde…

 

24/12/2014 12:04
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: bülent dizdarlı
MANŞETLER

HK Bülent Dizdarlı

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.