Akıl da, İnanç da, Umut da Sol’dadır
16/12/2017
Halil Paşa
DÜNYA FÜHRERİNE TAPINAN “IRKÇI-MİLLİYETÇİ” GRUPLARDAN ÇOK ÇEKTİ
Ne yazık ki dünyanın pek çok ülkesinde ırkçı-milliyetçi akımlar hala var.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde pek çok Avrupa ülkesinde, erkek egemen ideolojinin hası ile kuşanmış nasyonal-sosyalist maya her zaman var olmuştu. Almanya ve İtalya’da kapitalizmin andaki ekonomik krizlerinden yararlanıp, rejimden umudunu kesmiş halkın umudu oldular ve halklarının oylarıyla iktidar oldular. Bunun bedelini ise İkinci Dünya Savaşı ile başta Almanya ve İtalya olmak üzere tüm insanlık ödedi.
Avrupa’da “Yahudilere, komünistlere, çingenelere girişilen soykırımla”, Uzak doğuda “atom bombasında yanıp kavrulan iki Japon şehriyle” günümüze kadar süren etkileri oldu.
Savaş sona erdiğinde, 50 milyon insana mezar olmuş, geriye kalan kolsuz bacaksız on binlerce insan ve bombalarla yanmış yıkılmış küle dönmüş şehirler, anne babalarını kaybetmiş yüzbinlerce çocuk, yanmış yıkılmış kasabalar, şehirlerle baş başa kaldı insanlık.
Dünya, ırkçılıktan-milliyetçilikten-führerine tapan insanlardan çok çekti.
Bu nedenle Amerika’dan Avrupa’ya, Asya’dan Uzak doğuya insanlık tarihi; “liderine laf edenleri yaşatmayacak kendinden geçmiş ırkçıları” çok iyi tanır.
Bir zamanlar führerine tapınan halkının dünyada yol açtığı felaketleri unutturmamak için, Almanya eğitim sistemine kadar bir zamanlar führerinin peşinden savrulan halkı adına özür dilemeyi kendisine gelenek edinmiş.
DÜŞÜNCENİN İFADESİNİ KİMLER, NEDEN YASAKLAR?
“Düşünce suçu” diye bir kavram yanlıştır. Özünde bir düşüncenin açıklanmasından başka bir şey değildir. Hukukta “hareketsiz eylemsiz suç olmayacağı” da işin diğer yanıdır.
Günümüzde düşünce suç olmamakla birlikte, “düşüncenin açıklanması” sorun olmaktadır. Ülkelerde düşüncelerin açıklanmasına sınır getirilmektedir. Çoğu halde amaç, devletin mevcut rejiminin korunmasıdır. Bu rejim gerici, faşist, otoriter de olabilir hukuk devleti, “burjuva” ya da “sosyalist” demokrasi de.
Halbuki 1789 Fransız devriminin özü “sınır tanımayan bir düşünce özgürlüğü” anlayışı ile maluldü.
Buna göre İnsanoğlunun doğuştan kazandığı bir özgürlüğü vardı. Hiçbir kısıtlamaya uğramadan dilediği gibi kullanmalıydı. Sorun başkalarının özgürlüğünü kısıtlamamasıydı. Sonra düşünce özgürlüğü bireysellikten çıktı ve toplumla ilişkilendirildi. Toplum hayatına girmesiyle de, en çok da faşist, oligarşik, totaliter vb. diktatörlüklerde, “kamu düzenini korumak” adı altında düşünce özgürlüğü andaki iktidar erkinin kontrolünde zincire vuruldu.
İkinci Dünya Savaşından hemen önce; “İtalya’da kurulan faşist devlet düzenine karşı yıkıcı akımların etkisinden korumak için” faşist Rocco kendi adıyla anılan “Rocco Kabununu” ile düşünce ifadesini bu haliyle suç sayarak aslında düşünceyi ifade etme özgürlüğüne karşı çıkmanın kökenindeki asıl gaileyi de göstermiş oldu.
DÜŞÜNCENİN ÖZGÜR İFADESİ GELİŞMİŞLİĞİN HEM GÖSTERGESİ VE HEM DE NEDENİDİR.
Türkiye’de 12 Eylül Anayasasından bu yana “açıklanmayan düşünce, düşünce değildir” diye bir saçmalıkla, aslında kişinin açıklayamadığı düşünceleri yanında açıkladığının çok olmadığı göz önüne alındığında bunun boş bir laftan ileriye gitmediği ortaya çıktı.
12 Mart askeri darbesi ile düşünceyi suç sayan Türkiye o günden beridir, ancak, iktidarla ihtilaflı olanların düşüncesini kendine saklayanların suçlanmadığı, 18. yüzyıldaki burjuva demokrasisini bile hazmetmemiş bir ülke.
Politik eleştiri, en adisinden en mükemmeline, en cahilinden en enteline, en hakaretamizinden en yağdanlığına bir düşüncenin dışavurumudur. Bir ülkede düşünce özgürlüğü olmadan ifadesi, yani dışavurumu da mümkün değildir.
Avrupalılar düşüncenin özgür ol(a)madığı yerde, ne sosyal ve pozitif bilimlerin ve ne de teknoloji gelişemeyeceğini kavrayalı daha bir yüzyıl olmadı. Bu nedenle burjuva özgürlüğünden mütevellit, “demokratik” ve halkına güvenen ülkelerde düşüncenin ifadesine, olabildiğince özgürlük tanınmıştır.
Avrupa ve “kültürlerini” taşıdıkları Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda gibi ülkeler, yaşam kalitesi en yüksek şehirler, en temiz ve en teknolojik kentler, en güzel parklar, en korunmuş coğrafyalara sahipse eğer; bunun bir nedeni de düşüncenin en geniş ve en özgür bir biçimde ifade edilmesini olanaklı kılan ülkeler olmalarıdır.
İKTİDARLARIN KIŞKIRTTIĞI “SİVİL” KİŞİ VE ÖRGÜTLER
Demokratik olmayan, yani faşizm, oligarşi, şeriat ve diktatörlük ile idare edilen ve hükümetlerin ya da siyasi liderin kendini yasa koyucu olma yanında, yargıya da müdahale ettiği her türlü otoriter düzende, rejimi tehdit eden her türlü düşünce, punduna getirilip cezalandırmaya meyyaldir. Bunun da çeşitli yolları vardır. Birisi de otoriter rejimin toplum içinde, rejim gibi sertlik ve şiddet yanlısı, kışkırtılmaya hazır tetikte bekleyen “sivil kişileri ve örgütleridir”.
Azınlıkta olsalar da, “arkamda benden çok daha güçlü bir muktedir var” düsturuyla kendilerine gaz verirler, çevreye de korku salarlar. Arkalarındaki güçten aldıkları feyz ile yalnızca iktidarın hedef gösterdiğine hakaret edip korkutmakla kalmazlar, “zamanlı-zamansız” bir şiddet aracına da dönüşürler.
Pek çok sosyal bilimci, medyanın da desteğini alan bir iktidar erkinin, 21. yüzyılda en çok başvuracağı yöntemin, mafyanın, toplumdaki lümpen takımının, şiddet eğilimli kişilerin, geçmişleri iktidar yanlısı olmakla malul ısmarlama kurulan tabela örgütlerinin olabileceği noktasında birleşiyor.
KTÖS İLE BAŞLADI. KIBRIS GAZETESİ İLE DEVAM ETTİ. AFRİKA İLE MESAFE ALINDI.
Çok öncesinde KTÖS’ü kınadılar. Sendikanın bir ajanda da ifade ettiği düşünce, Kıbrıs’ın karanlık tarihine ışık tutuyordu. Onlar karanlık tarihin örtüsü olarak sıraya girip sendikayı kınamakla, aslında Kıbrıslıtürk solcuların gammazlanmalarının bile cinayetlerine yol açtığı o karanlık yıllara olan özlemlerini de, bilerek ya da bilmeyerek açık etmiş oldular.
Bir ay kadar önce Kıbrıs gazetesine, aylar önce gazetenin yayınladığı bir karikatür nedeniyle bırakılan siyah çelenk, basının genelinde, “geç verilmiş bir talimatın, geç kalınmış bir eylemi” olarak kabul gördü.
Derken “düşünce ve ifade özgürlüğü” ile ilgili tahammül sınırları, kendi ırkı, siyasi lideri ve rejimi ile sınırlı bir topluluk geldi Afrika gazetesi önüne. Siyah çelengini bıraktı, sövdü saydı, tehdit savurdu ve gitti. Onu diğer birkaçı takip etti. Böylece Afrika Gazetesine karşı, AKP yanlısı Türkiye kökenlilerden oluşan birkaç örgüt ve grubun geceli gündüzlü başlattığı nobran dilli ve nefret söylemli bir linç kampanyası kamuoyunda gündem oldu.
Peki neden yaşandı bunlar?
TC BAŞBAKAN YARIMCISININ SÖZLERİ KIŞKIRTMANIN İŞARET FİŞEĞİ İŞLEVİNİ GÖRDÜ
Afrika gazetesi önünde protesto kuyruğuna girenleri harekete geçirenin TC iktidar erki olduğunu anlamamak için, kişinin zeka özürlü olması gerekiyor.
“Bu şerefsizliğin hesabı hukuk tarafından mutlaka sorulmalıdır” dedikten hemen sonraki cümlesinde AKP’li Başbakan Yardımcısı her şeyi o kadar yalın bir dille anlatıyor ki;
“Bunları, Kıbrıs Türk halkının içine çıkamayacak hale ben getiririm. Bunların hiçbir milli ruhu yok. Bunların Türk milletinin inançları, kültürel mirasıyla uzaktan yakından alakaları yok. Ben bunlara özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki Rumların sesi tanımlamasını yapabilirim."
Kışkırtmanın işaret fişeği işte bu sözler…
KENDİNİ KKTC’NİN GERÇEK İKTİDAR ERKİ GİBİ GÖRMEK
Recep bey, bu açıklamasıyla siyaseti çirkinleştirmiştir. Çünkü yalnızca “düşünce özgürlüğü” ve “ifade özgürlüğü” konusunda değil, kültür, milliyetçilik, inançlar gibi, kendi partisinin, AKP’nin Türkiye halkının yarısı tarafından da benimsenmeyen siyasal düşüncelerini, tehdit edici bir üslupla, buradaki vatandaşlarını ve AKP taraftarlarını da başka bir ülkenin gazetecilerine karşı kışkırtacak şekilde yapmıştır.
Düşüncesi ile uyuşmayan gazeteye ve yazarlarına karşı, destekçilerinin attığı sloganlarla tamamlanan bu nefret ile malul sözleri bir şeyi o kadar iyi anlatıyor ki…
Sayın bakan, kendisini Kıbrıs işlerinden sorumlu bakan olmanın ötesinde “iktidar erki” gibi görüyor olmalı. Yoksa kime, neye dayanarak, bir başka ülkenin üstelik de gazetecilerini kendi halkı içerisine çıkamaz hale getireceğini söyleyecek denli, böyle nobran dilli bir söyleme cesaret etsin ki?
TÜRKİYE HALKI İLE DAYANIŞMAK MI YOKSA KKTC SEÇİMLERİ Mİ DAHA ANLAMLI?
Yukarıdaki başlığa cevap olarak her ikisi de diyeceksiniz. Doğru. Ama bir sorun var. Bu ülkede statükoyu yıkacağını söyleyen parti liderleri, milletvekilleri, adayları böyle bir durum karşısında (bakanın sözlerini kınayanları tenzih ediyorum) sessiz kalacaklarsa eğer…
Bir düşünsünler bakalım…
Türkiye’de, kendisi gibi düşünmeyen gazetecileri “hain”, “iç-düşman” ilan edip hedef gösteren, hapse atan kim?
CHP Başkan yardımcısı ve gazeteci ve de milletvekili Enis Berberoğlu’nu 25 yıl hapis isteği ile içeri tıkan zihniyet nasıl bir demokrasi kültürüyle donanmıştır?
Türkiye’nin en sakin, en barışçıl ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye halkının %10’unun oyunu alan, yani sokaktaki her 10 kişiden birisinin hayranlık duyduğu milletvekili ve de parti başkanını, “ÇALMA” becerisi saz çalacak kadar gelişmiş, hapisteyken yazdığı küçük hikayelerinden derledikleri şimdi Türkiye’de en çok satan kitaplar arasında yer alan, eleştirmenlerin de, “siyasetçi olmasa müthiş bir yazar olur” dedikleri, yetmedi mesleği hukukçu, meşgalesi de insan hakları hukukçuluğu ile malul Selahattin Demirtaş’ı içeriye atan bu AKP zihniyeti değil midir?
Seçimlerde iddialı sloganlar keşfedenler, kaç kez Türkiye’deki bu insan hakları ihlalleri ile ilgili açıklama yaptılar?
Kim hangi siyasal partiler Selahattin Demirtaş’a, Enis Berberoğlu’na bir siyasi destek mesajı gönderdi?
Şimdi AKP’li bakan, benzer senaryolarını KKTC’de de gerçekleştirmeye mi çalışılıyor?
Gelinen noktada artık KKTC seçimleri de, Türkiye muhalefetiyle dayanışmak kadar anlamlı ve önemli!.
Zaten siyasal gidişat da bu yönde!.
KENDİ HALKINA DEMOKRASİ VE HUKUKU LAYIK GÖRMEYEN, BAŞKA ÜLKELERİ ÖZGÜR KILAMAZ!
AKP hükümeti; Türkiye’yi, 2016 yılında dünyada en çok sayıda gazeteciyi hapse atan ülkeler arasında birinci sıraya taşımıştır. (1)
BBC’deki haberde Türkiye bu yıl dört basamak daha gerileyerek “2017 Basın Özgürlüğü endeksinde” 180 ülke arasından 155’inci sırada yer aldı.(2)
Kendi ülkesinde neredeyse basını tekeline alan bu hükümetin, AKP’nin başbakan yardımcısı mı bize basında ifade özgürlüğünün ne olduğu konusunda haddimizi mi bildirecek?
Kendi gazetecilerini hapislerde süründüren, Türkiye’yi dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştüren bir siyasi zihniyetin bakanının, adayarımızdaki düşünce özgürlüğüne nobran bir dille müdahale ederek çeki düzen vereceğini söylemesi ne kadar hazin!
Türkiye’de kendileri gibi solcu ve demokrat milletvekilleri ve gazetecilerin hapsedilmesini görmezden ve duymazdan gelen, ama çözüm ve barış için Rumlarla antlaşma yapmaya geldiğinde insan hakları, demokrasi, eşitlik, adalet ve garantiler konularında, çözümsüzlük lehine en küçük ayrıntıları dahi kaçırmayan bir meclise ve siyasilere sahip olmak ne kadar acı verici.
NE DEMEK UMUT YOK?
Şimdi sayın bakanın tehditkar konuşmasını birer genel açıklama ile geçiştiren ve sistemi değiştireceğini, güçlü, temiz ve özgür bir toplum kuracağını, değiştirip kurtuluşu sağlayacağını dile getiren partilerimiz bu konuda ne kadar ciddi?
“Ne demek umut yok?” “Güçlü, Temiz, Özgür bir Toplum!”, “Değişim ve Kurtuluş!”…
Öyleyse işte bakan Recep Akdağ’ın sözleri versus özgürlük…
Başka bir gazetenin yayınladığı karikatürü yansıtmasını bahane ederek, Kıbrıslı Türk gazetecileri, Kıbrıs Türk halkının içerisine çıkamayacak hale getireceğini söylüyor. Bunu da kendi, AKP’li taraftarları ve siyasi işbirlikçileriyle birlikte yapmaya karar vermiş gözüküyor.
Elbette ne bakanın sokmaya çalıştığı kalıba girecek kadar hazırolda bekleyen naif bir cemaat yok karşısında; ama şimdi de “sin de gülle geçsin” dersek eğer…
Demem o ki; o cesur ve güzel sloganların arkasında duracak akıl, inanç ve umut gerekiyor.
Ve bu akıl da, inanç da, umut da ancak “özgürlükçü sol” ile kuşanmış kişi ve örgütlerde mevcuttur.
……………………………………………………………….
- https://www.birgun.net/haber-detay/tutuklu-gazeteciler-listesinde-turkiye-yine-birinci-sirada-139343.html
- http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-39712002
- Kıbrıs sorunu çözüme hazır değil!
- BREXİT, AÇGÖZLÜ SERMAYE VE EŞİTSİZLİK
- İngiltere'nin Brexit’e Hayırı Ne Anlama Geliyor?
- Zeytinin Kökleri
- SEL FELAKETİNİN ARDINDAN UNUTMAMAMIZ GEREKENLER
- GELECEĞİN TOPLUMU VE KIBRIS: 4
- GELECEĞİN TOPLUMU VE KIBRIS: 3
- GELECEĞİN TOPLUMU VE KIBRIS: 2
- Geleceğin Toplumu ve Kıbrıs: 1
- Mağusa’ya Kıymayın Efendiler
- TÜM YAZILARI için tıklayınız