Alice Springs-Uluru Yolunda | Halil Paşa yazdı

ads ads ads ads
31/01/2017

ads
Alice Springs-Uluru Yolunda | Halil Paşa yazdı

Aborjinlerin yoğun yaşadığı ve Mparntwe dedikleri Alice Springs, Avustralya’nın Kuzey Eyaletinde yer alır. Chifley, otelimizin kısa adı. Şehir merkezine birşeyler atıştırmak için Todd River üzerindeki köprüden geçerken, geniş kurumuş yatağında, birkaç Aborjinli yaktıkları ateşin başında bağdaş kurup sohbete durmuşlar. Belki de buralarda bol olan kara sinekleri kovmak için… Aborjinlerin çoğu yalınayak dolaşıyorlar. Hepsi de koyu tenli. Zaten güneşin bu kadar çok yaktığı iklimde beyaz tenli olacak halleri yok. Ancak özellikle çocuklarının, koyu tenleriyle tezat teşkil eden uzun sarı saçlarının nedeni de sanırım yine güneş…





Alice Springs şehirden çok kasaba kıvamında. Bu nedenle yaya olarak birkaç saatte gezmek mümkün. Turistler daha çok Uluru’daki Kata Tjuta Parkını, Ayers Rock’u ve Kings Canyonunu ve çevredeki çöl iklimini görmek için buraya geliyorlar. 



 Aborjinlerin yerleşkesi olmasına rağmen, yönetim ve para kaynağı tüm turistik tesislerin işletmesi, açık tenlilerin, “Ozi” yani Britanya ve ABD orijinlilerin elinde gibi.... Çalışanlar arasında epey de Uzakdoğulu var. Aborjinlilere daha çok parklarda oturuyorken rastladım. Ama perişan giyimli olsalar da cep telefonu taşıyan, gürültülü müzik çalan arabalarda, banka kuyruğunda, alış-veris merkezinin yemek yerlerinde de vardilar.. Bazen bizdeki Nijeryalilar gibi bağıra çağıra konuşuyorlar. Nedense tezgahta, kasada, ne bileyim hani çalışanına da hiç rastlamadım. 





 Gözlemlerimden çıkardığım bir saptamayı, sonda değil başında yazmış olayım.



Kapitalizm, Avustralyanın kuş uçmaz kervan geçmez bu topraklarında “bilinmeyen bir pazar için” ve “karlı hizmet” düsturlarıyla çoktan kök salmış. Bu topraklarda turizm sektöründen ve ticaretten aslan payını almaya devam eden batı kökenli beyazların şirketleri, asıl yerlisi saydıkları ve öve öve bitiremedikleri, gelen turistlere de, manevi inanç ve kültürel değerlerine saygı göstermelerini söyleyip durdukları Aborjinleri, burada hizmet sektörüne dayalı kurdukları kapitalist yaşam tarzında, “vitrinin süsleri” gibi kullanmakta oldukça mahirler…





…………………………………………….



Sabahın köründe (saat 5’te) Alice Springs’ten otobüsle, Uluru’ya, Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan, pek çok gezi yazarının, “ölmeden önce görülmesi gereken” yerlerden birisi olarak işaretlediği Aborjinlerin kutsal saydıkları “Ayers Rock” u görmek için yola çıkıyoruz…



Avrupa, Amerika, Afrika hatta Asya’nın pek çok ülkesine göre “dünyanın öbür ucundaki” topraklarında, ince-uzun, tek şeritli ve 500 km’lik yol boyunca, otobüsle, kahvaltı ve birkaç ihtiyaç molası dışında sürekli yol alıyoruz. Avustralyanın belki de en verimsiz toprakları sayılan çöl gibi uçsuz bucaksız bir coğrafyada, ahşap ve basit malzemelerden inşa edilmiş bir-iki bakkal-lokanta karışımı tesis ile tuvaletleriyle bunlara eklenen deve kuşu ile at barınağı dışında başka bir inşaat a rastlamadık. Beş yüz kilometre yol alıp trafikte iki-üç araçla karşılaşmamak, bir bilseniz ne denli bir yalnızlık ve tenhalık duygusu veriyor insana…





Bu uçsuz bucaksız kızıl kumlarla kaplı çölde, bodur ve iğne yapraklı ağaçlarla, aralara serpiştirilmiş okaliptüs ağaçları ve altında öbek-öbek yeşil otlar eşlik etti yol boyunca bize.



Son bir yıldır çölde yağan yağmurlar, göletlere, taşkınlara yol açarak tek ulaşım olan bu yolun da zaman zaman kapanmasına yol açıyormuş.



Planımız Kata Tju (Uluru) Milli Parkını ve Ayers Rock’u gezip gördükten sonra geceyi, aslında bir köy bile olmayan Uluru’da geçirip, bir gün sonra Kings Kanyonuna gitmekti. Ama insanın yaptığı “plan pilava döner” bazen. Bizi bekleyen kötü sürprizden habersiz, planımızın masum hayalleriyle yola çıktık işte... Kötü sürprizi sona saklayıp, şimdilik kaldığımız yerden yazımıza devam edelim… 







Buraların coğrafyası tepsi gibi düz ve uçsuz bucaksız. Sağımızda ve solumuzda, önümüzde ve arkamızda ufuk çizgileri sınırsızmış, ta uzaklara taşınmış gibi… Bu da bir ferahlık, bir özgürlük olarak mı yansıyor insana? Sanırım… Daha dün, Perth şehri gibi gökdelenlerinin cadde ve sokaklarında dolaşırken, görüş alanım çok katlı devasa binalarla gökdelenlerin kapattığı dar mekanlarla sınırlıydı. Trafik gürültüsü ve keşmekeşiyle, bunaltan sıkıcılığı da eklenince bu benim gibi şehrin sokakta gezinen pek çok insanına sıkışma, sınırlanma duygusu olarak yansıyor olmalı…



Şimdi uçsuz bucaksız kuş uçmaz kervan geçmez araziler boyunca düşünme ve düşünce ufkumun da genişlediğini mi fark ediyorum ne…





Demek istediğim şu ki; dünyanın en uzak köşesi Avustralya’da ve dahası bu kıtanın da en uzak bölgesi sayılan Kuzey Eyaletinin en uzak noktasında, en az nüfusunun yaşadığı bir coğrafyasındayız. Yalnızca kuşların, rüzgarın, ağaçların dallarının, tabiatın sesinin duyulabildiği bakir bir doğanın ortasında… Burada gökyüzü daha uzak ama mavisi daha berrak ve canlı. Bulutlar daha yüksekte asılı ve şekilleri çok daha keski... Sanırım “Allahın s.ktir ettiği yer” lafı burada tam da yerine oturuyor ya…



Bugünlük bu kadar yazabildim…



Neden yarım kaldı…



Onu da yazacğım ama zaman doldu, bugün Darwin’e yolculuk var

HALİL PAŞA | HK

31/01/2017 18:39
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: halil paşa, haber
MANŞETLER

HK TATİL

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.