B planı mı, yoksa ne?

ads ads ads ads
30/07/2017

ads

Yusuf Kanlı Yusuf Kanlı


Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve onun başkanlığında toplanan yetkisiz bir heyet bazı kararlar aldı.

Evet, Akıncı ve heyeti yetkisiz. Ne anayasadan ne de yasalardan aldıkları bir yetki yok. Tamam, Cumhuriyet Meclisi cumhurbaşkanına görüşmeci yetkisini verdi ama, koşulsuz, şartsız değil. Meclis adına görüşmek, gelişmeleri meclise bildirmek ve gerektiğinde de referanduma giderek halkın onayını almak bu oyunun temel kuralı değil miydi hep?

Hani, o kritik Annan Planı döneminde rahmetli Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’ı görüşmecilikten azledilmesi teklifini yapan Mustafa Akıncı’nın kendisi değil miydi? Ne diyordu o zamanlar? “KKTC’de başkanlık sistemi olmadığına ve icra yetkisi hükümette olduğuna göre, Meclis verdiği yetkiyi geri alır, hükümet de asli görevini tekrar yüklenir, görüşmeci olur” demiyor muydu Akıncı o zamanlar?

Nasıl ki Akıncı çözüm vaadiyle halktan yetki istemişse cumhurbaşkanlığı seçiminde, daha öncekiler de eksiğiyle, fazlasıyla kendilerince bir çözüm önerisiyle girmediler ve kazanmadılar mı o yarışı? Her dönem “Ben çözerim” diyene oy vermedi mi Kıbrıs Türk halkı? Dolayısıyla, “Ben çözüm sözü verdim, halk da beni seçti, ondan dolayı yetki bende” diyemez sayın Akıncı. Nasıl ki ondan önceki seçilmiş cumhurbaşkanları sadece cumhurbaşkanı olarak seçilmişler ve görüşmeci gibi görevleri unvanı onlara Cumhuriyet Meclisince verilmişse, Akıncı da aynı kurumun halk adına verdiği ve geri almaya muktedir olduğu yetkiye sahiptir.

Şimdi, cumhurbaşkanı yanlış yapmıştır diye eleştirdiğim düşünülüyordur. Doğrudur, yanlış yapmıştır. Ama, yapılan yanlıştan daha da büyüktür. Hükümet ile görüşülmeden, hükümeti yok sayarak alınan bu gibi kararlar Akıncı’nın meşruiyetini de sorgulattırmaktadır. Hani sayın cumhurbaşkanı ikide bir “Haddini bil” diye buyurmaktadır ya kapılar ardında birilerine, açıkça had aşımı yapılmış, hükümet yetkileri gasp edilmiştir.

Tabii, KKTC’de hükümet var mı diye de sormak gerekir. Özer Kanlı kardeşim abartarak eski görevinden hareketle ikide bir “Spor bakanı” diye atıfta bulunsa da KKTC’de bir başbakan var ve icraattan bakanlarıyla birlikte, yani müteselsil, sorumludur. Karar almayı, icraat yetkisini anayasadan, kanunlardan ve ona ve kabinesine güven oyu veren Cumhuriyet Meclisinden almaktadır. Çok beğense de, karşı çıksa ama mecbur kaldığı için boyun eğse de icra yetkisini ne cumhurbaşkanına ne de başka bir kişi veya kuruma devredemez. Yapamıyor ise gider istifasını verir, cumhurbaşkanı yetkisini kullanır,  yeni bir görevlendirme yapar, meclis onaylar güvenoyu verirse yeni hükümet kurulur. Yoksa, seçime gidilir ve halk “yeni bir şey söyler.”

Siyasette boşluk olmaz. Hükümet üyeleri arasında rüşvet kavgası dahil her türlü musibet gırla devam ederken oluşan güç boşluğunu cumhurbaşkanı doldurmaya kalkmış ise bu açık bir darbedir. Bu durumdan rahatsız ise cumhurbaşkanı çağırır başbakanı istifasını talep eder, o kadar. Azledemez. Başbakan varken ve istifa etmemişken yerine yeni birisini atayamaz. Yokmuş gibi yapamaz. Yetki gaspı yapıp cumhurbaşkanlığında korsan bakanlar kurulu oluşturup aklınca kararlar alamaz.

Hükümet olduğunu iddia eden, icra yetkisinin kendisinde olduğuna inanan zatı-i muhteremler de olan bitene seyirci kalıp, sus pus koltuklarda oturamazlar. Ayıptır. Yazıktır. Hükümet yetkisine, görevine sahip çıkmalı, cumhurbaşkanına “Kusura bakma ama, anayasa ve kanunlar senin görev alanını belirliyor. Sınırın dışına çıktın, geriye” diyebilmelidir.

Yoksa, üç Maronit köyünün nüfusunun arzu edenlerinin altyapı tamiratı yapıldıktan ve belli bir program dahilinde ama KKTC hükümranlığında geri dönmelerinde ne gibi sıkıntı olabilir? Yapılan iş bu kadar ise, kim karşı koyabilir? Ancak, eğer Karpas’ta yaşamaya devam eden ve gerek BM gerekse Rum yönetiminin yardımlarıyla yaşayan, özel statüye sahip Maronit nüfus gibi özel bir statüyle döneceklerse, kimse kusura bakmasın, olmaz. Yanlıştır. KKTC’nin egemenlik haklarını hediye konusu yapamazsınız? Bu köylerdeki alt yapının yeniden yapılması, evlerin tamir edilmesi ve hatta KKTC vatandaşı olmayı kabul ederek dönmeyi kabul edecek Maronitlere ekonomik aktivite içerisine girebilmeleri için hibe ve yardım programları ile desteklenmeleri insanlık görevi olacaktır.

Kimse kandırmaca içerisine girmesin. Eğer Cumhurbaşkanı Akıncı ve heyeti, hükümeti de dışlayarak aldıkları bu kararlarında dönecek Maronitlerin KKTC vatandaşı kabul etmeleri şartını ihmal etmişlerse hem görev aşımı hem de ağıt ihmal söz konusu olacaktır.

Maraş’ın yeniden açılması meselesine gelince, onlarca defadır kim oldukları belli bazı Rum seviciler bu bölgenin Rumlar açısından önemini “ihmal” ederek – ihmal değil tabii ki, çıkarları karşılığı – tek taraflı olarak Rum kesimine geri verilmesini talep etmektedirler. Halbuki, Rum kesimi ne Ercan’ın uluslararası uçuşlara açılması, ne Lefkoşa havaalanını iki toplum yararına tekrar hizmete girmesini, ne de Mağosa limanını en azından AB içine seyahat ve kargo taşımacılığına açılmasını kabul etmemektedir.

Maraş önemli bir bölgedir. 1975’ten bu yana çözüm durumunda Rumlara verileceği birçok kez gerek Kıbrıs Türk gerekse Türkiye liderleri tarafından açıklanmış, 1984’de de BM bu konuda önemli bir Güvenlik Konseyi kararı almıştır. Bu kararın ne olduğu haber sayfalarında defalarca izah edildi, detaya girmeyeceğim. Ancak iki öğesi vardır. 1- Maraş’a 1974’de terk eden kent halkından başka nüfus yerleştirilmemesi talep edilmektedir. 2- Çözüme kadar Maraş Birleşmiş Milletler yönetimine bırakılması çağrısı yapılmaktadır. Kısaca, 1974 nüfusunun dönmesi açıkça talep edilmekte, bölgenin BM idaresine bırakılması çağrısı yapılmaktadır. Diplomatik jargonu bilenler bunun anlamını çıkarabilirler.

Maraş’ın açılması, Rumların geri dönüşüne izin verilmesi çok önemli ve uzun vadeli sonuçları olacak bir karardır. Birkaç yüz Maronit’in dönüşüne benzetilemez, kıyaslanamaz. Öncelikle bölge Rumların dönüşüne rağmen çözüme kadar KKTC toprağı mı olarak devam edecek, yoksa BM yönetiminde mi olacak? Eğer BM’nin yönetimine bırakılacak ise, bu açıkça tek taraflı taviz demektir ve bölge derhal Rum kesimiyle birleşecektir. Buna olsa olsa enayi ticareti denir. Çözüme kadar KKTC yönetimde olacak ise, 16,000 civarında Rumun Maraş’a dönmesinden bahsedilmektedir. Bu şahısların seçme seçilme hakları ne olacak? En azından yerel seçimlerde kendi yerel yöneticilerini seçme hakları olacaktır muhakkak. O yerel yönetim ile KKTC çatışası nasıl önlenecek? Daha da kötüsü, yerel yönetimin de teşvik ve korumasıyla oluşacak EOKA-C gibi bir terörist yapılanma herhalde kimse için sürpriz olmayacaktır. Bölgedeki güvenlik ve kamu düzenini sağlama yetkisi kime ait olacaktır?

Rum tarafındaki “Maraş üzerinden KKTC’nin meşruiyeti sağlanacak” endişesi gibi, parça .çözüm yaklaşımının bütünlüklü çözünü iyice öldürmesi de bir olasılıktır.

Rum liderliğinin Mağosa limanını AB içi ticarete ve seyahate açabileceği bahsedilmekte. Bazı çevrelerde şimdiden karşılıksız gibi görünen ama mütekabil adımlarla yeni bir süreç yürütüleceğinden bahsedildiği gibi, bilhassa muhafazakar çevrelerde referanduma gerek olmadan adım adım taviz verilerek Kıbrıs Türk haklarının hiç edileceği endişesi vardır.

Bu yaşanılanların ister B planının ister başka bir siyasi hesaplaşmanın parçası olsun, esasında adada çözümü tamamen öldürecek ve bölünmüşlüğü perçinleyecek gelişmeler olduğu da görülmelidir.

İstenilen nedir?

AB içinde iki devlet için Maraş’ı da, Rumların bazı diğer taleplerini de ciddi şekilde düşünmek istiyor muyuz? Eğer böyle bir niyet var ise, belki en iyisi açıkça ve en üst perdeden “Toprak karşılığı AB içerisinde Kıbrıs’ta Türk devleti” talebini seslendirmeliyiz. Kim bilir belki bu sefer alıcı vardır...

30/07/2017 16:31
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: yusuf kanlı
MANŞETLER

HK Yusuf Kanlı

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.