Bu seçim neleri değiştir(e)meyecek!.. 1
25/11/2017
Halil Paşa
“Burası bir korkaklar sokağı! Halk daima kazananın tarafını tutar.
Bir şey yapmazsak, değiştiremeyip yok olacağız zamanla.”
Necip Mahfuz, ‘Cebelavi Sokağının Çocukları’ romanından.
1.STATÜKO DEĞİŞMEYECEK!.
Bir siyasal parti lideri ve yönetim kadrosu, yalnızca seçimde kontenjandan aday gösterdiği kişinin siyasi görüş ve sınıfı temsiliyetine bakarak karar vermiş olmaz. Aynı zamanda cemaatin hangi kesimlerinin duyarlılıklarını dikkate alıp hizmet edeceği hakkında da karar vermiş olur.
Örneğin CTP’nin yeni lider kadrosunun, kontenjandan atadıkları adaylar ile aday olmaları için baskı yaptığı isimlere bakınca, eğer hükümete gelirse (o da büyük bir olasılıkla koalisyon hükümeti olur-hp) ülkeyi kimlerle ve nasıl yönetmeye hazırlandığını da anlamış oluruz.
Geçen haftaki makalemde; “CTP’ne taze ve “sol” bir hava getirir umuduyla başına getirilen Tufan Erhürman başkanlığındaki yeni kadronun, Toros’u kontenjan adayı göstereceğini ilan etmesinin, yalnızca CTP dışında değil, parti içerisinde de dudak bükülerek karşılandığını” yazmıştım.
Fikri Toros’un kontenjandan vekil adayı ilanı, parti oylarına katkıda bulunması şimdilik bir muamma olarak kalırken, şimdilik CTP’nin sağa kaymasıyla ilgili kamuoyundaki siyasal algıyı pekiştirmekten öte bir işlev görmedi.
Ayrıca CTP tüzüğünde %40 cinsiyet kotası var. Ancak adaylar belirlenirken parti tüzüğüne uyulmadı. Bunu sağmak çabası yerine, “ne yapalım kadın aday yoktu” mazeretiyle bir bakıma “nasıl olsa seçmen bunun nedenleriyle pek uğraşmaz” gerekçesiyle aptal yerine konmuş oldu.
Ancak, sanal ortamda daha şimdiden oy pusulasını yırtmış olduğunu yazıp çizen CTP’liler de yok değil.
Unutulmamalı ki seçim sonucunu, parti tabanın çabası ve getireceği oylar belirler.
Bu adaylarla “sistemi değiştirmeye” talip olmak!
İnandırıcı değil!
Örneğin Girne İnisiyatifinde birlikte mücadele ederken tanıma fırsatı bulduğum Mehmet Envergil’in liste dışında kalması, CTP tabanından önemli sayıda kişinin sistemi değiştirecek üyelerini bile tanımadığını, veyahut da “sistemi değiştirebilme yetisi olanları” değil ama her partide olduğu gibi “popüler adayları” tercih ettiğidir.
Yani CTP seçime sistemi değiştirmek iddiası ve sloganıyla giriyor ama bunun tabanda karşılığı yok. Öyle gösteriyor ki; CTP tabanı da kendi dışındaki sol gibi, mevcut statükonun partileri tarafından ilga edileceğine pek ihtimal vermiyor.
Aralarında zaman zaman “devrimci çıkışları ve söylemleri” ile bilinen adaylarını tenzih ederek, CTP’nin bu seçim kadrosuyla değil statükoyu değiştirmek, gündelik yaşamın ihtiyaçlarına bile cevap veremeyeceğini yazabilirim.
Zaten aralarında “İkinci Cumhuriyet ilan ederek KKTC’yi mamur edeceğinin” siyasi tahayyülü ile coşup taşanların, AKP’nin dayatmalarına karşı hala net alternatif politikalar oluştur(a)mamış olduğu parti, geçmişte olduğu gibi Erdoğan’a, Kıbrıs İşlerinden sorumlu bakanına, TC’nin Yardım Heyetlerinden ve de TC Elçiliğinden gelecek cami talimatlarına dahi karşı duramaz.
Derinya kapısını açmakta yıllardır çeşitli mazeretler üreterek yetkisizliğini bu şekilde örtbas etmek telaşındaki meclisteki sol partilerin, değil sistemi değiştirmek, sistemin kötüleşmesini engellemeleri bile pek olası gözükmüyor.
Daima “Ankara’nın memuru ve arzuhalcisi” gibi hareket eden UBP, DP ya da bu iki partiden doğan ve bugünlerde AKP ile Erdoğan’ın daha iyi temsil edeceği yarışına durmuş YDP’nin zaten statükonun yılmaz bekçileri olduğunu yazmaya gerek var mı bilmem!.
Öte yandan iyi adaylara sahip olsa da, kendi içerisinden bölünerek çıkan TKP nedeniyle, TDP’nin de geleneksel oyları göz önüne alındığında, en iyi halde olası bir koalisyon hükümetinin küçük ortağı olması beklentisi göz önüne alındığında, olası bir hükümette küçük koalisyon ortaklığıyla pek bir şey değiştirmeyeceğini de tahmin etmek zor değil.
Sistemi değiştireceği iddiasıyla yola çıkan CTP ve solda olduğunu iddia eden diğer sol partilerin, bir de yakın geçmişini hatırlatmakta yarar var.
KKTC’nin kısa tarihine göz attığımızda, bugünün CTP, TDP ve TKP’sinin, mevcut UBP-DP hükümetine karşı olmakla birlikte, bu üç “sol” partinin çeşitli zamanlarda UBP ve DP ile, büyük ve küçük koalisyon ortağı, hatta Başbakanlığı ve önemli bakanlıkları paylaştıklarını da biliyoruz. Dahası, liderlerinin (önce Talat, sonra Akıncı) Kıbrıs Sorununu çözmede “en yetkili makam olabilecek” Cumhurbaşkanlığına seçildiğini de malumumuzdur.
Ancak 1950’li yıllardan beridir Kıbrıslı Türkleri zapt-u rapt altında tutmak için bir zamanlar Teşkilat, sonra BEY, 1974 sonrasında Denktaş rejimi” nihayet “çözümsüzlüğün de çözüm olarak devamının statüko” olarak devam ettiği bu sistem(sizlik), bu üç partinin elini kolunu bağlayıp meclis içerisinde yuttuğunun 1980’li yıllardan bu yana da şahidiyiz.
Aksine kimi “İkinci Cumhuriyeti kuracağını”, kimi “KKTC’ni güçlendireceğini”, kimi de “evinin içini sislip süpüreceğini” söyleyen bu parti lider ve adayları; bu seçimde Kıbrıs Sorununun çözümünden adet yerini bulsun babında bahsetmeye meyyaldirler.
Daha dün, mevcut hükümet tarafından dağıtılmaya devam edilen “Rum mallarının adil dağıtılmadığını” öne sürüp, “hala ganimetin adil dağıtımının olabileceği” mecrasına savrulmanın statükonun ve çözümsüzlüğün bir parçası olduğunu anla(ya)mayan, hatta “solculuk” olabileceğini düşünenlerin;
Anayasa’nın 10’uncu maddesine bile dokun(a)mayanların, kendi polisini bile idare edememeyi, “daha iyi oldu oraya da siyasetin kirliliği bulaşmadı” diye şans sayanların;
Statükoyu değiştirebileceklerini sanmak elbette büyük saflık olur.
Hem yapısal-ekonomik ve hem de siyasal-sosyal gidişatından dolayı, dünyada “ekonomik olarak güvenilirliği zayıf” ülkeler kategorisine dahil bir Türkiye’nin, son zamanlarda para biriminde yaşanan düşüşten dolayı yaşadığı fakirleşmeden, biz istesek de istemesek de, seçim yapıp hükümetimizi değiştirsek de kaçamayız.
Var mı Türk Lirasına alternatif bir para birimi getireceğini söyleyen parti?
Siz oy verince hükümet olacak hiçbir parti, bakan olacak hiçbir aday ya da kişinin, ne Türk Lirası üzerinde en küçük bir yetkisi olacak, ne de alternatif bir para politikası!
Kıbrıs İşlerinden Sorumlu TC Devlet Bakanının, TC Elçiliğinin ve TC Yardım Heyetinin dayatacağı paketlere alternatif paketi olan parti mi var da biz duymadık?
Özetle bu seçim, adanın kuzey yarısında giderek kötüleşen statükoyu, rejimi yani sistemi değiştir(e)meyeceği bir yana, böyle bir gailesi ve ciddi bir siyasal-ekonomik plan ve projesi, dolayısıyla hedefi de yoktur!
2.RUM MALLARININ YAĞMASI SÜRECEK!.
UBP’nin sloganı “Yeni Tüzük”, “Yeni Vizyon”, “Yeni Dönem”… Yeni’nin ne olduğunu bilmeyen mi var sanki? UBP kurulduğu günden bu yana hala 1974’den bu yana bir yandan vatandaşlık ve Rum mallarını dağıtarak, diğer yandan devlet kadrolarını yandaşlarıyla şişirerek, taraftarlarına makam-mevki ihdas eyleyerek, olmadı kredi vererek, bunları da Türkçü ve son yıllarda İslamcı nutuklarla süsleyerek, sandıktan daima karlı çıkan bir parti.
UBP kendisinin doğurduğu DP ile koalisyon hükümetinin büyük ortağı olduğu son birkaç ay içerisinde benzer icraatlarını tekrar etti ve karşılığında da en çok oyu almaya aday. Bu nedenle de “şimdiye kadar yaptıklarımız da yapacaklarımızın garantisidir!” demekten çekinmeyen bir parti UBP.
İlginçtir UBP’nin en son Rum malları ve hali arazileri dağıtımında sanal medya, sağ-sol pek çok partinin tabanından gençlerin; “ellere var da bize yok mu?” mealinde itirazlarına sahne oldu. Buna karşın seçimlere katılacak sol partiler, arazilerin UBP tarafından kendi yandaşlarına seçim yatırımı olarak peşkeş çekildiğinden yakındılar ama Kıbrıs Sorununu çözmeye çalıştıkları komşu mallarının ganimet olarak dağıtılmasının bir hukuk ihlali olacağından bahsetmeyi, nedense (seçim dönemi olduğu için) akıl edemediler.
Demek ki “bal tutan parmağını yalar” misali Rum mallarının yağması (kaldıysa) 7 Ocak’tan sonra da değişmeden sürecek.
Bilinsin ki bunu ister UBP, ister CTP, ister TDP ya da başka bir parti yapsın. Kıbrıs Sorunun çözümüne, yardımcı olmaz. Aksine düşmanlığı ve bölünmüşlüğün şartlarını kalıcılaştırır.
3.KIBRIS SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ, AKP’NİN (ERDOĞAN’IN)OLMAYA DEVAM EDECEK!.
Seçime katılan tüm partiler, Kıbrıslı Türkleri, Türkiye’nin garantisi altında güvende tutmak istemektedirler. Bilmiyorlar ki; “ne pahasına olursa olsun güvende olmayı istemek kadar güvenliği tehdit eden başka hiçbir şey yoktur”.
Siz güvende olmayı isterken karşı tarafa güvenmeyip bunu Türkiye’nin garantisi, yani asker ve silah üstünlüğü ile yapmaya çalışıyorsunuz. Ama bilmiyor musunuz ki 1974 yılında adada en büyük maddi, manevi ve insan kaybına uğrayan Kıbrıslırumlardır ve onlar da benzer şeklide Türkiye’ye güvenmedikleri için, en az Kıbrıslı Türkler gibi kendilerine askeri bakımından güçlü bir vasi aramanın ya da silahlanmanın daima peşinde olacaklardır.
Adanın iki cemaati bu güven sorununu kendi aralarında çözmeyip, kendilerine vasi, hami, yani karşı tarafı korkutacak askeri bir koruyucu aradıkları sürece de, bu adaya kalıcı bir barış hiçbir zaman gelmeyecektir!
Adanın kuzeyyarısında seçimlere hazırlanan sol ya da sağ hiçbir siyasal parti, Kıbrıs Sorununun çözüme kavuşması amacıyla, Türkiye’den, yani AKP’den “özgür ve bağımsız bir siyaset icra edebileceğini” yazmadı, söylemedi.
Zaten siyasal partilerin hiçbirisi de, “çözüm ve federasyon” kavramlarının içini doldurmuş değiller. Örneğin hepsi de, Türkiye’nin ada üzerindeki çıkarlarının, tamamen AKP’nin dış politikasına uygun olacağını kabullenmişler. Bu nedenle içinde bulunduğumuz koşullarda son tahlilde Erdoğan’ın oluru alınmadan Kıbrıs sorununun çözülebileceğine inanmıyorlar.
Bu arada üç beş ay öncesine uzanıp hatırlayalım. Crans Montana’da çözüme yaklaşılmışken, meclisteki tüm partilerimizin el ele vererek; “Türkiye’nin adadaki çıkarlarına ve ada üzerindeki garantör haklarına halel geleceği” nedeniyle (elbette Anastasiades’in suçu Türk tarafına yıkma çabasını unutmadan)Kıbrıs Sorununun çözümünde milli birlik ve beraberliklerinin bir göstergesi olarak ortak metnin mürekkebi de henüz kurumuş değil.
Bu da göstermektedir ki…
Kıbrıs Sorunu çözüme her yaklaştığında antlaşma metni üzerine, Türkiye’nin ada üzerinde ne denli etkin ve filli bir garantiye sahip olacağı, yani adanın kuzey yarısında ne miktarda askeri bir kuvvetle, hangi noktalarda ve ne zamana kadar kalacağı… (Bunun kararını Türkiye verecek, KKTC savunacak!)
Adaya Türkiye’den göçe teşvik edilen nüfusunun antlaşmadan sonra ne kadarının adada kalmaya devam edeceği… (Nüfusumuz “Arap saçı”!.)
Rumlara ait hangi şehir, köy ve ne kadar mal geri iade edileceği… (Erdoğan “Omorfo’yu vermem” dedi. Karşısına Annan Planında vermiştik “ne diyon kardeş?” diyen çıkmadı!)
Türkiyeliler ve Kıbrıslılara daha önce bedava dağıtılan ve fakat pek çok kez satışa konu olan malların akıbetinin ve geri verilmesi halinde maliyetinin kimlerin üzerine yıkılacağı… (Türkiye’den “göçmen” gelmiş. Tahsis mal, İTEM ile tapulanmış. Mal birkaç kez üst üste satılmış. Ya da yarım milyon sterline satıp götürüp TC’de bina yapmış! Kim verecek bir çözümde Rum sahibine karşılığını. Türkiye antlaşma anında KKTC’ne verdiğim borçlardan kesilsin derse!)
Görünen o ki; Kıbrıs Sorunun çözüme ulaştıracak en kritik kararlar, Türkiye’ye bırakılmış.
Zaten
Demem o ki; 7 Ocak sonrasında, Kıbrıs Sorununda son söz, en çok oyu alarak hükümet olacak parti ya da koalisyon hükümetimizde değil, AKP’nin, yani Erdoğan’ın bildiği bir iş olmaya devem edecek.
Çünkü bu seçime, ne Kıbrıs Sorunu çözülecekmiş, ne yapılan hukuksuzluklar düzelecekmiş, ne de statükoyu değiştirecekmiş gibi heyecanlı bir seçmen kitlesi katılmıyor…
Haftaya hem seçmenin sandığa gitme gerekçelerini ve hem de bu seçimlerin başka neleri değiştirmekte muktedir ol(a)mayacağını konuşmaya devam edeceğiz…
- Kıbrıs sorunu çözüme hazır değil!
- BREXİT, AÇGÖZLÜ SERMAYE VE EŞİTSİZLİK
- İngiltere'nin Brexit’e Hayırı Ne Anlama Geliyor?
- Zeytinin Kökleri
- SEL FELAKETİNİN ARDINDAN UNUTMAMAMIZ GEREKENLER
- GELECEĞİN TOPLUMU VE KIBRIS: 4
- GELECEĞİN TOPLUMU VE KIBRIS: 3
- GELECEĞİN TOPLUMU VE KIBRIS: 2
- Geleceğin Toplumu ve Kıbrıs: 1
- Mağusa’ya Kıymayın Efendiler
- TÜM YAZILARI için tıklayınız