Bu seçim neyi değiştirecek?

ads ads ads ads
18/11/2017

ads

Halil Paşa Halil Paşa


SEÇİM DAVULU ÇALINCA ORTAYA SAÇILANLAR

Meclisten seçimle ilgili daha yasanın geçeceği belli olduğundan bu yana, seçim davulu çalmaya başlamış, bu nedenle seçim yarışı da başlamış sayılır.

Seçim davulunun sesi ilk duyulduğunda; seçilmişlerin bir kısmı ya kazanamayacaklarını tahmin ettikleri, ya da partililerinin bile kendilerine oy vermekte cimri davranacaklarını düşündükleri için aday olmamayı seçerler. Çok seyrek de olsa KKTC Meclisinde “bağımsız politika üretilemeyeceğine” kanaat getirmiş birkaç vekil de, meclis sahnesinden sessiz sedasız elini eteğini çekme hazırlığındadır.

Bunlar seçim yarışına dahil olmayan eskilerdir.

Bu seçimin davulu çalar çalmaz, yakın zamanda olacaklara dair beş olayın da öne çıkması bir oldu.

1.Siyasette dinozorlaşmış vekiller ile pek çok vekilin bu seçimde aday ol(a)mayacakları.

2.Boykot sesinin çok farklı gerekçelerle ve daha seçim tarihi saptanmadan dillendirilmesi.

3.HP’nin hatırı sayılır bir oyun sahibi olabileceği endişesiyle en çok eleştiri alan parti olması

4.DP’nin, yalnızca HP’nin yükselişiyle değil, ama UBP’nin seçim tarihini öne almasıyla hızla erimesi 

5.UBP Başkanı ve Başbakan Özgürgün’ün asgari ücrette artış önerisine dahi karşı çıkmakla, liberal katıksız ekonomi taraftarı olmakla rüştünü ispatlamış Ticaret Odası Başkanı Fikri Toros’un, sırf  Kıbrıs’ta barış (herhalde CTP’nin siyasi tahayyülündeki bir Kıbrıs barışını değil) çabalarına destek veren konuşmalar ve girişimlerde bulunduğu için, CTP’ne taze ve “sol” bir hava getirir umuduyla başına getirilen çiçeği burnunda başkan Tufan Erhürman tarafından kontenjan adayı gösterilmesinin, yalnızca CTP dışında değil, parti içerisinde de dudak bükülerek karşılanmasıdır.

SEÇİMİN DİLİ

Birkaç aylık bir zaman diliminde, seçimin dili konuşulacak yine hayatımızda. Kimi sağcı, solcu gibi, kimi solcu da sağcı gibi hareket edip söylev veren siyasal partiyi ve vekil adayını eleştirecek. Geçmişin defterleri açılıp ortaya serilecek. Adaylar, vekil seçilebilmek uğruna, geçmişte bu ülkeye ne kadar çok hizmet ettiklerini, ne denli dürüst olduklarını, ne kadar yüksek eğitim gördüklerini ve bu nedenle seçilmeyi ne kadar çok hak ettiklerini ima edecekler propagandalarında.

Sanki yetkiliymişler ve çok da gerekliymişler gibi, Kıbrıs’ta Rum ile barış yapmaktan, Rum’a haddini bildirecek olanına kadar, barışçıl-milliyetçi-eril- dillerin birbirine karıştığı söylemler saçılıp dökülecek ortaya.

Barış yapacak olan siyasal partiler ve adaylar, Kuzeyde silah zoruyla ganimet edilen malı asıl sahiplerine geri vermekten bahsetmeyecekler ama, bu ganimetin kendi soydaşları arasında nasıl “eşit ve adil” dağıtacaklarını anlatmaktan da hicap duymayacaklar.  

Rum’a haddini bildirecek olan milliciler ise, içine ettikleri kentlerimizin içine daha da etmek için plansız yatırımlarıyla boğdukları Girne, Lapta vb. turizm başkentlerinde hala yatırımı nasıl teşvik ederek buraların daha da içine etmekten geri durmayacaklarını söylemekten utanıp sıkılmayacaklar.

Kendilerinde Rumlarınkinden misliyle olan çevre kirliliğini ve kıyı yağmasını ne şekilde ortadan kaldırmaya yarayacağından bahsetmeyecekler.    

Çünkü herkes, seçilmenin telaşında, seçimin diliyle konuşacak.

BAŞTA HERKES MİLLETVEKİLİ

İlk günlerde adayların tümü de (yeniden) vekil seçileceklermiş gibi büyük bir heyecanla başlarlar yarışa. İlk başlarda, sağ-sol fark etmez, barışçıl, samimi, gülücüklü ve serinkanlı mesajlar verilir. Aday, herkesin oyunu almak için, herkesin adayı gözükmek, bundan dolayı da nabza göre şerbet vermek gayretkeşliğindedir. Bu nedenledir ki adayların seçim dili her kesimden gelecek oyu ıskalamamak için her türlü esnekliğe, eğilip bükülmeye (her türlü bukalemunluğa diye de anlaşılabilir)açıktır.

Aday, oyunu koparabilmek için kendisine siyasi olarak yakın gördüğü (bazen uzak olsa da fark etmez ya) seçmenin görüşündedir başlarda.

Dolayısıyla başlarda seçimin dili “yumuşak” ve “barışçıl”dır.  

SONA DOĞRU

Seçim sona doğru ilerledikçe, seçimin barışçıl dili, giderek hırçınlaşır. Samimiyet içten pazarlığa dönüşür. Serinkanlılığın yerini, seçilememe korkusuyla asabi bir telaş alır.

Seçilme hırsı ve arzusu, siyasal düşüncenin baştaki o kolektif partizanlığını geriletir.

“Ben” öne çıkar, kişisel kartvizitler ve tik atılacak vekil adayları listeleri havada uçuşur.

En sonunda “oyunu kime hangi partiye ya da partiliye vereceksen ver, yeter ki bana tik atmayı ihmal etme” ile nihayete erer.

Böylece başlangıçta içten pazarlıklı ve bencil karakterini gizleyebilen seçimin dili, kendini tüm nobranlığıyla açık eder. Bu nedenledir ki “en fedakar” ve “en paylaşımcı” siyasi adayların dahi hem düşüncesini ve hem de dilini sertleştirip “acılaştırır”.  

Bu arada seçimin başında her türlü seçmenle uyuşmaya çalışan aday, sona doğu kendisine gelecek tiklerin peşinde seçmeni açıkça kendisine oy vermeye zorlar.

Tabii ben yine de yazmış olayım. Seçimin dili bu ülkede yıllardır, hem siyasal partilerin ve hem de adayların verdiği sözleri tut(a)maması üzerine kurulmuş ve bu da adeta hem seçilen ve hem de seçmen cephesinde içselleştirilmiştir.

 “EN”LERE BAK, HİZAYA GEL!.”

KKTC’de 2017 yılının en başarılı siyasetçisi ödülüne Turizm ve Çevre Bakanı Fikri Ataoğlu layık görülmüş diye bir haber okudum. Ataoğlu ödülü aldıktan sonra, “KKTC bayrağının Türkiye'de dalgalanmasının mutluluğunu yaşadığını” ifade etmiş.

Laftaki “siyasi derinliğe” bakar mısınız?

Ataoğlundan sonra, “Yılın En İyi Kadın Siyasetçisi" ödülü Sibel Siber’e, “Yılın En İyi Belediyesi” ödülü İsmail Arter’e, "Yaşam Boyu Siyasi Özel Ödülü" de Derviş Eroğlu’na verilmiş.

Ataoğlu’ndan sonra ödüllendirilen bu “üçlü siyasi trio”, az buçuk onları seçen jürinin konu üzerinde ne kadar çok “kafa patlattığı” ve ne denli “derin araştırmalardan” sonra karara varmış olduğu hakkında okura da bir ipucu vermiştir sanırım.       

İşin ilginci bu tür “reklamlardan” etkileneceklerin, birkaç ay sonra oy kullanmaya hazırlanan pek çok seçmenin mi, yoksa ödülü alanların mı olduğu da seçimin bir başka vakası.

ADAYLIĞINI İLAN EDENLERE İLK PUANIM

Şimdiden yazmış olayım. Özellikle seçimlerde milletvekili olmak için adaylığını ilan eden arkadaşlara. Seçilmeniz halinde bilin ki iki iş bir arada yürümez. Üstelik siyasi olarak da etik yani ahlaki değildir!.

Elbette en çok da doktorlar bundan muaf değildir.

Milletvekili seçilmesi halinde, kliniğine, çalıştığı özel hastaneye veda edeceğini, iş yerini devredeceği ya da kapatacağının sözünü şimdiden vermeyen  doktorlara oy vermeyin!.

Ancak yalnızca doktorlar değil, başka iş yeri sahipleri de bundan muaf değiller. İş adamı, mimar, mühendis, tüccar ya da avukat…

Siyaset yapacaklarsa eğer, mesleklerindeki bilgileri dahil hepsini de siyasetin, meclisin ve eğer seçilirlerse bakanlıklarının emrine amade kılacaklarını açıklamalıdırlar. Dört yıl boyunca siyaseti planlamayıp üretmeye ve icra etmeye yoğunlaşacaklarını, önceden açıklamalıdırlar. 

Vazgeçilmeyecek kadar çok iyi bir doktor, vergisini ödeyen işçilerinin sigorta ve ihtiyat sandığını bir tamam yatıran başarılı bir iş adamı, müşterisi bol bir avukat, çok iyi evler inşa eden mühendis ya da mimarsa eğer adayımız…

Benim tavsiyem kesinlikle oy vermeyin. Bırakın seçilmeyip işini yapıp parasını en iyi bildiği yoldan kazansın. Böylece hem kendisine ve ailesine ve hem de cemaatimize inanın daha çok faydası dokunmuş olacaktır.

Yani bu iş kah mecliste, kah klinik ve özel hastanede, kah işyerinde olmuyor!.

Siz hem hasta bakar, ya da iş yeriniz ve müşterilerinizle uğraşırken, öte yandan iyi siyaset yaptığınız için birileri size, üstelik de “en iyi siyasetçi” diye ödül verir ve siz de bunu böbürlenerek kabul ederseniz eğer; bu yaşadığınız cemaati enayi yerine koymak gibi bir şey olur.  

Buna rağmen hala siyaseti, icra ettiği mesleğiyle birlikte değil ve fakat mevcut mesleğinden de daha iyi yapacağı iddiasındaysa eğer adayımız…

Çıksın ve “eğer seçilirsem bundan sonraki dört yıllık yaşamımda yalnızca politika ile uğraşacağım ve seçildiğim andan itibaren de politikacı olacağımı ilan ediyorum” desin yeter.   

En azından böyle bir açıklama, adayın, politikada hizmet edeceğinin sözünü verdiği seçmenine karşı, “siyasi etik” bakımından atacağı ilk önemli adımı olur.

BU SEÇİM NEYİ DEĞİŞTİRECEK?

Ama unutmayın, seçim hafife alınacak bir iş değildir.

Sonuçta; genç-yaşlı, bilinçli-bilinçsiz, dürüst-sahtekar, çıkarcı-paylaşımcı, aptal-zeki, işçi-işveren, esnaf-memur, varsıl-yoksul ve orta direk…

Verdikleri oyların toplamından bundan sonra kimler tarafından yönetileceklerine dair bir karar çıkacaktır. Ama nasıl yönetileceklerine dair değil!.

Eğer bu cemaatin bu toplamı, süredurumu, yeni bir rejim ile değiştirmeyecek kadar, maaşlarını ve ellerindeki Rum mallarından yani ganimetten mütevellit varsıllıklarını, Lefkoşa ve Girne’deki betonlaşmadan gelen mammayı, üniversite talebelerinden (yurt, kira geliri vb.) sağılan rantı, emekli-emeksizler de maaşlarını riske etmeye değer görmüyorlarsa, üç aşağı beş yukarı mevcut rejimin devamını sağlayacak olan siyasal partilerin adaylarını seçeceklerdir. Yani sandıktan ağırlıklı olarak sağ (ubp-hp-dp) çıkacaktır.  

İkinci olasılık ise; mevcut statükoyu (Türkiye’ye bağımlılığı, Kıbrıs Sorununda çözümsüzlüğü, imar plansız kentleri, yapanın yanına kar kaldığı hukukun etkin olmadığı, vergisiz hizmet alımını, sendikasız yaşamı vb.) yeni bir rejim ile değiştirmeyi riske edecek olanlar da, meclis partilerinin radikal adaylarına tercih oylarıyla bunu gerçekleştirmeye çalışacaklardır. Bu durumda sandıktan bir (bir yanda ubp-hp, diğer yanda ctp-tdp) mealinde bir koalisyon hükümeti çıkacaktır.

Sonuçta bu seçim neyi değiştirmeye aday?

Eskilerden daha çok Türkiye’ye bağımlılaşmayı getirecek bir mecliste, yeni ve genç yüzlerle devam edileceği, “yeni bir siyasi tablo!...” 

Bu nedenle önümüzdeki seçim, (HP’nin yüklü oy alması dışında) öncekilerden pek de farklı bir meclis aritmetiği ortaya çıkarmayacaktır. Hani seçmenin seçimin sonunda; “aynı hamam aynı tas, yalnızca tellakları değiştirebildik” diye söylendiği bir durum mu zuhur edecektir?

Bu benim seçimlerden en iyimser beklentim…

Demek istediğim şu ki; kırk yılı aşkın bir zamandır hükümete getirdiğimiz siyasal partilerin ve seçtiğimiz adayların, adanın kuzeyyarısını yönetemeyerek dibe vurdurma başarısı gösterdiği bu cemaat, henüz statükoyu değiştirmeye hazır değildir.

Özetle:

Bu seçim, mecliste, önemli sayıda yeni yüzler dışında bir şeyi değiştirmeyecek.  

PEKİ YA SANDIK ?

Peki tüm bunlara rağmen sandığa gitmek, oy kullanmak gerekiyor mu?

Peşinen yazmış olayım.

Seçimlerin statükoyu değiştirmeyeceği gerçeğine rağmen, “sandığa gidilsin veya gidilmesin” diye siyasi bir önyargım yok!

Bunu daha çok seçim davulunun sesi yükselip de seçmen politize oldukça, partiler seçim bildirgelerini, (ki çoğu şimdiye kadar kağıtta kaldı) adaylar da seçmene karşı söylemlerinde neler yapabileceklerini dillendirdikçe bu sütunumda her Cumartesi (eğer gerekir de gazetenin sayfalarında başka günlerde de yer bulabilirsem) veya daha sık tartışacağız…

 

18/11/2017 12:30
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: özgürgün, erhürman, haber
MANŞETLER

HK Halil Paşa

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.