'Bursa’nın oğlu İstanbul’un babası'

ads ads ads ads
24/09/2014

ads

Bülent Dizdarlı Bülent Dizdarlı


Başlığımda ki söz dizesi Prof. Dr. Necmi Gürsakal’a aittir. Gürsakal, bu tümcesi ile Osmanlı’nın üç büyük başkentinin, bu unvanı birbirine aktarışını özetlemiş ve Edirne’yi anlatan kitabına da bu adı vermiştir.

Bendeniz de geçtiğimiz hafta Osmanlı’ya Bursa’dan daha uzun bir dönem başkentlik yapmış bu serhat kentindeydim. Sevgili dostum Prof. Dr. Mustafa Adalı’nın mihmandarlığında doya doya gezdim burayı. Sizlere izlenimlerimi aktarmak istedim izninizle…

Önce biraz coğrafi konumundan bahsedeyim. Edirne Türkiye’nin Marmara bölgesinde Trakya’da, doğuda Kırklareli ve Tekirdağ, güneyde Çanakkale ve Ege Denizi, batıda Evros (Yunanistan) ve kuzeyde Hasköy (Bulgaristan) ile çevrilidir.

Edirne ilinin geneli düzlük olup il sınırları içerisinde dağ yoktur. Korudağ Edirne'de bilinmesine rağmen bu yanlış bir bilgidir. %25'i ormanlık olan ve topraklarının %57'sinde tarım yapılan ilin en önemli akarsuyu, Karaağaç hariç olmak üzere Türk-Yunan sınırını çizen Meriç'tir. (Karaağaç, Meriç’in batısında kalmış olmasına karşın, Lozan antlaşmasında Yunanlılardan savaş tazminatı olarak alınan bir toprak parçasıdır).

Meriç Nehri, Tunca Nehri ile birlikte taşıdıkları alüvyonlar sayesinde bereketli Edirne Ovasını oluşturmuşlardır. Tabii bunlara denize dökülmeden tam Türkiye sınırına girerken katılan Arda Nehri’ni de eklememek haksızlık olur. Bu üç nehir içinde en ihtişamlısı Meriç olsa da, diğer ikisinin de ilin ve şehrin oluşumunda ve ekonomisinde oldukça fazla katkısı vardır. Gerçi yağışların bol olduğu zamanlarda, özellikle Bulgaristan’da ki barajların su bırakması ile taşmalar ve su baskınları olsa da, Edirneliler bu duruma çok da aldırmamaktadırlar. Nitekim nehir kenarlarına yüksek toprak setler yapmak dışında da başka tedbir almamaktadırlar. Ancak Nehirlerde su seviyesi yükseldiğinde çoğu zaman bu setler de yetersiz kalmaktadır.

Ekonomi daha ziyade tarıma ve buna bağlı hayvancılığa dayanıyor. Bereketli ovalarda yetişen ürünler ve çeşitli versiyonları olan Edirne Peynirleri, hem yurt içinde hem de yurt dışında kolayca alıcı buluyor. Bağcılık ve şarapçılıkta yeni yeni gelişmektedir.

Turizm yavaş da olsa gelişmektedir. Özellikle eski konakların tadilatı ile butik otellere çevrilme projesi sayesinde yatak kapasitesi giderek artmaktadır. Bunlardan Mihran Hanım Konağı olarak anılanı en ünlüsüdür. Olurda Edirne’ye gider ve bu tarihi yapılar yerine lüks otellerde kalmayı tercih ederseniz, en azından buraları bir ziyaret edip, çay içiniz. Çünkü gerçekten görülmeye değerdir.

Şehrin bir başka değeri ise Trakya Üniversitesidir. Buraya okumaya gelen öğrencilerin on binlerce öğrencinin bıraktığı katma değerde halk için önemli bir geçim kaynağıdır. Bana göre, Trakya Üniversitesi’nin en önemli başarısı Edirne ile bütünleşmesidir. Bir yandan yüksek öğrenci potansiyeli ile esnafın, üreticinin çok zorlanmadan müşteri edinmesini sağlarken, diğer yandan da şehrin tanıtımı ve turist çekmesi için katkılar yapmaktadır. Buna en önemli örnek ise “Şifahane’nin de içinde yer aldığı Sultan II. Bayezid Külliyesi’dir”. Gerçekten de 2004 yılında “ Avrupa Konseyi En iyi Avrupa Müze Ödülü”, 2007 yılında da “Kültürel Mirasın En iyileri & Mükemmellik Kulübü En İyileri Ödülü” gibi onursal ödüller kazanan Külliye, bu prestijini Trakya Üniversitesi’ne borçludur. Zira 2000’li yılların başına kadar izbe halinde olan, hatta davarlara ağıl vaziyetinde bulunan bu tarihi mekan, Üniversite yetkilileri tarafından alınıp aslına uygun restore edilmiş, içerisine konulan alet edevatlar ve mankenlerle o döneme ait tıbbi yaklaşımlar ziyaretçilere görsel ve işitsel olarak yaşatılır hâle getirilmiştir. Bir hekim olarak burayı gezerken, su, müzik ve insan sesinin psikiyatrik hastalara kullanılış yönteminden ve bunun tarihin derinliklerinden günümüze aktarılmasından çok etkilendiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Külliye içinde yer alan Tıp Medresesi ise bir başka görülmeye değer yerdir.

Trakya Üniversitesi’nin Edirne’ye kazandırdığı bir başka önemli değer ise Lozan Parkı ve Anıtıdır. Eski Osmanlı başkenti içinden yeni Türkiye’yi adeta sembolize eden bu park, Karaağaç’ta eski gar binası etrafına kurulmuştur. Anıt ise üç çatılmış tüfek görüntüsü vermekte ve barışı temsil etmektedir. Bu anıttaki üç çatılmış tüfek temsiliyetinin bir başka ifadesi de bu günkü Türkiye’nin sularla ayrılmış üç parçadan olduğunu ifade etmesidir. Gerçekten de düşünüldüğü zaman, Anadolu Trakya’dan Marmara Denizi ve boğazlarla ayrılırken, Meriç Nehri de Karaağaç’ı ayırmaktadır.

Edirne, Osmanlı’ya önce başkent, daha sonra ise İmparatorluğun batıya yaptığı seferler sırasında ordunun toplanma yeri olmasından dolayı çok sayıda tarihi yapıya sahiptir. Bunların içinde Edirne’nin sembolü hangisidir diye soracak olursanız, cevabım tereddütsüz Selimiye Cami olur. Mimar Sinan’ın baş eseri sayılan bu cami gerçekten de, yüksek dört minaresi ve geniş tek kubbesi ile İstanbul’dakileri kıskandıracak bir ihtişama sahiptir. Padişahin bu camiyi neden İstanbul’da değil de Edirne’de yaptırdığı konusunda rivayetler vardır. En mantıklısı bu şehri çok sevmesi olmakla beraber, İstanbul’da yer kalmaması da etkendir denilmektedir. Kıbrıs Fethi adağı olarak yaptırıldığı söylemi ise, seferin bitiş ve caminin başlangıç tarihleri arasındaki tutarsızlık nedeniyle geçersizdir. Ama tek gerçek bu caminin II. Selim’in ölümünden sonra ibadete açılmış olduğudur.

Üç Şerefeli Cami, Eski Cami, Yıldırım Bayezid Cami görülmeye değer diğer camilerdir. 1874 savaşında, Rus Ordularına karşı geri çekilirken havaya uçurulan Edirne Sarayı’nın bu günkü kalıntılarını gezmek insanı hüzünlendiriyor. Özellikle sarayın Osmanlılar tarafından sırf silah ve cephaneler düşman eline geçmesin diye havaya uçurulduğunu bilmek insanın yüreğini bir başka sızlatıyor. O zamanın koşullarında bir savaş stratejisi olarak kullanılan yöntemin bu gün için önemli bir dünya kültürünü nerdeyse yok etmesini kabullenmek zor oluyor. İnsanı hüzünlendiren bir başka görülmeye değer yer ise 1913 Balkan harbinde şehri korumak için yapılan tabyalar. Gerçekten de gezerken insan o dönemi adeta yaşıyor. Şehrin savunucusu Kâmil Paşa’nın çırpınışını daha iyi anlıyor.

Edirne sakin bir kenttir. Gürültüsü patırtısı yok. İnsanlar biz Kıbrıslılara çok benzeşiyor. Şehirde kriminal olay yok gibi. Ancak onlarda son zamanlarda şehirlerine gelen göçten endişeliler. Demografik yapının hızla değişme eğiliminden rahatsızlar.

Şehirde en sevdiğim özelliklerden biri de eğlence yerleri ile iskân bölgelerinin birbirinden ayrılmış olması. Meriç ve Tunca nehirleri boyunca sıralanan, Bülbül adası, içinde yer alan eğlence yerlerinden çıkan müziğin, şehirde uyuyan bir insanı rahatsız etmesi mümkün değil. Bence bizim belediye başkanlarının gidip Edirne’nin bu özelliğini incelemesinde yarar vardır.

Bu şehrin bir başka özelliği de çok sayıda heykele sahip olmasıdır. Sanatsal değeri olan heykellere her yerde rastlamanız mümkündür.

Yapısal olarak bana tuhaf gelen bir şey yok muydu? Tabii ki vardı. Edirne, Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı yere kocaman bir tesis kurulmuştu. Ve işin ilginç yani bir stadyumu andıran bu tesisi senede sadece bir hafta Kırkpınar güreşleri için kullanıyorlardı. Böyle bir tesisi geriye kalan zamanda ise boş boş bekletmeleri bana gerçekten ilginç geldi. Oysa istense yılın geriye kalan zamanlarında da değişik aktivitelerde kullanabilecekleri bir ortama sahiplerdi.

Edirne’de iseniz ve orada yaprak ciğer ve Edirne köftesi yememişseniz, oraya gitmiş sayılmazsınız. Yaprak ciğeri bizdekinin aksine danadan yapıyorlar. İnce kesitler halinde doğrayıp sinirini alıyorlar. Bir gece önceden özel terbiyesi için soslayıp bekletiyorlar. Bu özel hazırlıktan sonra una belenip özel kazanlardaki kızgın yağa atılıp bir iki dakika içinde çıkartıyorlar. Tadı enfes oluyor. Köfte deseniz hakeza. Az yağlı kızartma köfte müthiş bir damak tadı bırakıyor. Bir de orada Trialiçe denilen tatlı çok meşhurdu. Üç değişik süt karışımından ( Koyun-Keçi- İnek) yapıldığını öğrendiğim bu tatlı aslında Makedonya’ya aitmiş. Ne tuhaftır ki ben oraları gezerken rastlamak mümkün olmamıştı. Trialiçe ile Edirne’de tanışmak nasipmiş.

Bulgaristan ve Yunanistan ile sınır kapıları var. Karşılıklı çoğu zaman günü birlik geçişler yaşanıyor. Bu nedenle hem Anadolu hem Avrupa kokan bir şehirdir Edirne. Bu nedenle bile görülmeye değer. Haberiniz ola… 

24/09/2014 13:24
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: bülent dizdarlı
MANŞETLER

HK Bülent Dizdarlı

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.