Bütün Altmışına Girmişler Birleşin!

ads ads ads ads
07/10/2017

ads

Halil Paşa Halil Paşa


Boş ver be yaşı başı, kim tutar seni kim, kendi yüreğinden başka kim?.

Aklını al da öyle git, ister bir duvara, ister bir odaya, ister kıra bayıra vur da git.

Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle, bırakmadıkça birine.

O biri de gelir gerçekten istediğin oysa, seveceksen ve öleceksen uğruna…

yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa…

Yaş 70’e gelse bile, hayat daha bitmemiş, sen mi biteceksin?

Can Yücel

Dün 60 yılı geride bıraktım. Eskilerin deyişiyle “az-buz zaman değil”. Geriye dönüp baktığımda, iyisi kötüsü, zoru kolayıyla, yığınla birikmiş hatıra.

…………………………………………………………………………

Babamla annemin evlendikleri 1940 yılından Kıbrıs’ta olayların patlak verdiği 1963 yılına kadar araba ve ev sahibi (o yıllarda her ikisine sahip olmak zordu) borcu olmayan maddi durumu iyi olan bir esnafmış babam.

Mesleği; o yıllarda doğrultmacı (şimdilerde kaportacı deniyor) dediği, yanı sıra radyatör ve eksoz tamirciliğiydi. Annem de evi çekip çeviriyordu.

1963 çatışmaları patlak verip de Türkler gettolarına hapsedildiğinde, babam, bir yandan teşrik-i mesai yaptığı Rum müşterileri ile Makarios hükümetinin silah yapılabilir gerekçesiyle Kıbrıslıtürklere uyguladığı “ekonomik yasaklar” listesin oksijen tüpü (Kıbrıslılar Oksiyona derlerdi) satışını yasaklayınca babam da işini kaybetmiş oldu. Böylece pek çok Kıbrıslıtürk ailesi gibi ailemizin de “zor yılları” başladı. O zaman ben henüz 6 yaşında idim. Dün itibarıyla önüne bir sıfır ekleyerek 60’ıma adım atmış bulunuyorum.

İlkokuldayken hep çocuk kalacağımı ve yaşamın öylesine durağan bir şekilde devam edeceğini düşünürdüm. Bir an önce büyümek isterdim. O yıllarda ailenin “babaerkil otoritesine” uymak zorunda kalınan kişinin o edilgen süreci, sanırım lise sona kadar sürerdi. Bu nedenle olacak çocukluğumu da Kıbrıs’ın 1963-74 yılları arasında düşünürüm hep…

Öte yandan, 1963-74 yılları arsında, getto yaşamına çekilmiş Kıbıslıtürk aileler, varsılı az, yoksulu çok ve birbirlerini tanıyacak kadar da azdılar. Ama on yıl sonrasında da, inanamayacakları kadar da sıkı-fıkı komşuydular ya.

Erkeklerin gittiği birkaç meyhane dışında, Paraşüt, Ali Zir, Bedevi ve Akpınar pastaneleri, dondurmacı Resa,  Boğaz’da Kristal, Yayla ve Üstün Barlar falan vardı. Buralarda, pasta ya da dondurma yemek, milk shake ve ayran içmek, Kırnı ovasında mangallo, yumurta otu, toplamak, şeherlilerin hafta sonu eğlencesinden sayılırdı.

Gece olunca genellikle herkes özellikle kış aylarında evine çekilirdi. Hem her gece ve hem de hafta sonları Lefkoşa’nın sokaklarında in-cin top oynardı. Böyle anlarda yürürken şeherin sahibi sanırdı insan kendini. Erkeklerin gittiği köy kahveleri de olmasa, geceleri neredeyse hiç eğlence hayatı falan da olmayacaktı. Bu arada eski komşulukları ve yardımlaşmalarını da, geçen gün Girne’de karşılaştığım ve ayaküstü sohbete durduğum Cumhur Deliceırımak bugünkü solcuların bile erişemediği bir fedakarlık olarak nitelediği ve bir nevi komün hayatına benzettiğini söyledi bana.  Evet, o yıllarda Teşkilat, yaşamın her alanında otoriteydi otorite olmasına da; hani bir yandan da kendisine siyasi muhalefet eden örgüt ve kişi de kalmamıştı ortalıkta.

Bütün bunları bir araya getirince, varsılı çok az, yoksulu bol olan ve “yoksulların eşitliğinin” hüküm sürdüğü, kendilerini ortak bir “düşmana” karşı eşit bir “hınç ve öfke” içinde görmeye şartlanmış bir cemaatten çıkmış ve bugün 60’ında 70’indeki kuşağımın dahi bazen “güzel günler” olarak eskiyi hatırlaması neyin göstergesi diye düşündüğüm olur.  Bu da bugünkü yaşamın çocukluk yıllarıma göre daha da kirlenmesinden mi, hızla geçip giden gençliğimden, şimdi artık hayatta olmayan annem-babam ve kuşağımdan ölen pek çok arkadaşımdan mı kaynaklı olduğunu, dert eder, düşünür dururum kendi kendime…

Uzatmayım. O dönemin babaları ekonomik zorluklar nedeniyle iyi bir hayat yaşamadılar. Bu aile ilişkilerimize de yansıdı. Hem o zamanlar baba korkusu çok daha büyüktü aile içerisinde. Eve ekmeği getirmek ile sorumlu tutulan ve fakat 63’de patlak veren çatışmalarla işini kaybetmenin ruh haleti içerisindeki pek çok Kıbrıslıtürk babanın, yalnızca çocukları için değil ama eşleri, yani “kadınları” için de dayak, ara sıra da olsa cennetten çıkan kutsal ve aşırıya kaçmamak kaydıyla gerekli bir şeydi. Babalar çocuklarına sevgilerini öyle öpüp okşayarak ve de pek sık göstermediler… Hatta baba indinde enseye atılan birkaç tokat, sevgi gösterisinden bile sayılırdı o yıllarda. Getto yaşamlarımızın yoksulluğu, gelecek belirsizliği, can güvenliği korkusu ve yol açtığı travmadan kaynaklı mıydı çocukluğumun aile yaşam tarzları?

Basit ve monoton bir hayatı vardı o yılların insanının...

Ben ilkokuldan başlayarak lise son sınıfa kadar sabahları okula gittim ve öğleden sonraları da babama yardım ettim. Hafta sonları Ortaköy’de futbol oynadım. Kıbrıs’ta köylerin çoğunu da bu sayede gezip görmüş oldum. Hepsi de benden büyük olan ablalarımdan birisi her evlendiğinde, ev hep bir kişi eksildi. Sonunda annem ve babamla yalnız kaldım evde.

Anne baba ile en sona kalmak yalnızlık mıdır?

“Bunu da en çok evde tek çocuk olanlarla, benim gibi sona kalanlar daha iyi mi anlar? Yoksa Psikologlar mı?” deyip de kaçamak bir cevapla kapatayım bu sayfayı da.

Bugünden bakınca, anlatınca zormuş gibi gelen o sade ve yoksul, o gettoya sıkışmış aile yaşamlarımızı ve komşuluklarımızı özlemediğimi mi sanıyorsunuz?

İnsan yaşlandıkça, geçmişi daha çok arıyor ve biraz daha duygusallaşıyor…

.…………………………………………………………

Çocukluğum enklavlarda yaşarken kurtarılmayı bekleyen Kıbrıslıtürklerin, ekonomik yoksullukla baş etmeye çalıştıkları “zor yıllarda” geçti de 1974 sonrası üniversitede rahat bir eğitim olanağına mı kavuştum?

Eksik kalmasın ondan da bahsedeyim biraz.

Yalnızca ODTÜ’den mezun olmadım ben! Türkiye’nin 1970’li yıllarında Türk faşistlerinin polis ile el ele okul bastıkları, yalnıza solculara ve demokratlara değil, kendilerinden olmayan öğrenci-akademisyen-işçi-memur-savcı ve daha pek çok cinayetlere karıştıkları, devrimcilerin hayat okulundan da mezun oldum. Kafama demir de yedim, arkasından dikiş de. Karakollarda da geceledim, Mamak Ve Etri Mesgut gibi sıkıyönetimin ünlü askeri cezaevlerinde hapis de yattım. Siyasi düşünce suçundan elbette. İki kez dava okudular. Fos çıktı ve beraat ettim. Hapiste yattığım üç küsur ay da zarar kaldı yanıma. Tabii okuldan izin almak zorunda kaldım ve uzattım. İçeride o kadar çıkarsız arkadaşlıklar edindim ki.

Ne hapis yattığıma, ne de üniversiteden geç mezun olduğuma yandım.

Hiçbir şey engelleyemedi dayanışmamızı. Dayanışma deyip de geçmeyin sakın!. Bizim kuşağımız cebindeki üç kuruştan ders notuna, can güvenliğinden yiyip içtiğine, her şeyini paylaşan bir kuşaktı.

Bunlar güzel yanıydı yaşamımın.

Ama hoş olmayan, üzüntü veren yanları daha çok oldu. Aralarında Kıbrıslı arkadaşlarımın da bulunduğu öldürülen tanıdıkları hatırladıkça o yaralar daha bir derinleşiyor. Hüseyin Yerengümeli yanımda vurulup düştü. Sinan Suner, öldürüldüğü gecenin akşamında ODTÜ’de onu son görenlerden birisi de bendim. Kıbrıslı Mustafa Ertan ile ortaokulda aynı sınıfı, aynı sırayı paylaşmıştık. Mehmet Ömer ise mahallelimdi.

Yaşasaydılar kim bilir nasıl hayatları olurdu?

Bu arada edindiğim Türkiyeli arkadaşlarımın-yoldaşlarımın sayısı Kıbrıs’takilerden daha çok!.

Hala da görüşüyoruz… En büyük kazancım da o güzel insanların pek çoğuyla o yıllardaki arkadaşlık ilişkimi bugüne kadar taşıyabilmem...

………………………………………………………….

İş hayatımı özetlemeye kalkarsam makale uzar ve o zaman belki de daha azınız okur diye kısa keseceğim.

Kuşağımın üniversiteli yılları, Türkiyeli ya da Kıbrıslı olsun, “zorlu”, “dertli”, “mücadele” ve “dayanışma” dolu yıllardı. Ne yazıktır ki bir kere daha da o “komün yaşamı” gibi günlerimizi hiç birimiz de yaşamayacağız. Bunu bilmek de acı veriyor insana…

Bu yıl benim gibi, kuşağımın 60 yaşına girmiş tüm “o eski devrimcilerine” ve düşe kalka da olsa yaşamında dik durabildiğini düşünen dostlara selam olsun…

“Kıbrıs Sorunun çözümü için tünelin ucundaki ışık görünmese de, bizim yolun sonu görünmeye başladı” diye mi düşünüyorsunuz?

Öyleyse Marx’a inat, 60 için çağrımdır:

“60’ yaşına girenlerin, büyük olasılıkla pek yakında yaşamlarından başka kaybedecekleri bir şey yoktur!  Ama çocukları ve torunları için kurulmasına omuz verecekleri yeni bir Kıbrıs vardır!”

Öyleyse…

“Bütün altmışına varmış 78 Kuşağı birleşin!”      

 ……………………………………………………………….

Sonunda olan bizim yaş gününe oldu!.

Onu da Marx’a laf yetiştirip, Kıbrıs Sorununun çözümüne bağlayarak “kutladık”…

Not: Düşe kalka da olsa Templos’da eskiyi anımsatan, başka ülkelerden gelenlerle Kıbrıslıların bir komşuluk ilişkisi bir yılı aşkın bir süredir devam ediyor… Doğum günümden bir gün önce evime, üzerinde Zeytinlik/Templos İnisiyatifinin bulunduğu bir pasta üzerindeki resmimle gelen ve daha iyi bir yaşam için, mücadelenin ve dayanışmanın hiç bitmeyeceğini hatırlatan tüm komşularıma ve arkadaşlarıma da bu makale ile teşekkür ederim.

07/10/2017 08:00
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: halil paşa
MANŞETLER

HK Halil Paşa

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.