Coromandel ve Waiau şelalesi| Halil Paşa yazdı
01/02/2017
Yeni Zelandalı çiftin Coromandel şehrindeki evlerinin odalarının birisinde, İngilizlerin “Bed and Breakfast” diye turizm literatürüne geçirdiği “oda-kahvaltı” konakladık. Sakin, sessiz, temiz ve ev havasında bir yerdi.
Coromandel de diğer kasabalar gibi, ormanlar ve plajlarla çevrili, muhteşem manzaralara sahip (ki şu ana kadar manzarası güzel olmayan bir yere rastlamadık, Yeni Zelanda’da her yer manzara-hp) sakin bir yer.
Yolumuz uzundu. Sabah erken kalktık.
Yoğurt, soğuk süt, reçel, dört yarım dilim (yani 2 dilim) kızarmış ekmek, fıstık, yulaf, tereyağı falan...Ne domates, ne hıyar ne de peynir, ne yumurta gibi bir şey!.
Cappucino diye yaptığı kahvenin tadı “zehir zülümen”…
Sanırım Yeni Zelanda’nın kahvaltısı en çok vejeteryanlara uyar. Zaten iki gün hariç, marketten yaptığımız alış verişle kahvaltımızı kendimiz yaptık.
Coromandel’in 309 nolu ünlü orman yoluna (zaten 2 çıkış yolu var kasabanın-hp) saptık. Orman’da Kaiuri ağacı korumaya alınmış. Bu ağaç Mauriler zamanında kano yapımında kullanılmış. Suyla temas ettikten kısa süre sonra şişip tahtaları birbirine bir tutkal gibi emişip yapışıyor.
Stabilize (ama bizdeki asfalt yoldan daha düzgün-hp) bir yolda gittik uz gittik. Nihayet Waiau şelalesine vardık.
Üç-beş metre altındaki büyük bir taşın üzerine dökülen suları, boyundan büyük gürültü çıkarıyordu. Ormanın göbeğinde olduğu için suları yeşil-yeşil çağlıyor ve önündeki havuza da su doluyor fazlası da kayıp ormanın derinliklerine yol alıyordu. Fotoğraflarımızı çekip oradan ayrıldık.
CATHEDRAL COVE
Ormanın içindeki asfaltı olmayan stabilize yolu hem kestirme ve hem de şelaleyi görmek için seçmiştik. Co-Pilot Figen Paşa’nın rehberliğinde, bir buçuk saat kadar ilerleyip deniz kenarında mutlaka görülmesi gereken yerlerden diye düşündüğümüz “Cathedral Cove”u görmek için tepedeki araba park yerine vardık ki dolu… Beklemek gerek ama bekleyecek zamanımıza yok. Geri döndük ve ancak 1 km. sonra bir evin önünde 10 dolara park edeceğimiz yazılı tabelaya doğru dümen kırdık.
Anlattığına göre Auckland şehrindeki evini satıp bu villayı alarak emekliliğinin tadını çıkarıyormuş evinin bahçesini araba parkı’na çevirmiş Yeni Zelandalı yaşlı adam. Tabii bu arada arabasına park yeri arayan “Cathedral Cove” ziyaretçilerinden, topladığı 10’luklarla ek bir gelir kaynağı yaratmış olmalı kendisine.
Neyse bizi kırmadı ve kendi arabasıyla neredeyse 1 km’lik gerisin geriye yürümemiz gereken yere kadar taşıdı. Ek bir para istemesin diye kendisine 2 kez teşekkür ettim. İşe yaradı.
Figen’le Cathedral Cove denen plajdaki kayalığa, sanırım 50dk. koşar adım yol yürüdükten sonra varabildik.
Nefes nefese geldiğimiz plajda karşımıza çıkan Cathedral Cove, doğal olarak mağara deliği gibi oyuk, iki büyük kemerinin bir tarafından girilip diğer ucundan çıkılan devasa bir kaya kütlesi.
Bir tarafındaki plajdan girip diğer tarafındaki plaja çıktık. Sonra da geriye yine bu kez ikinci girdiğimiz oyuğundan girip ilkinden çıktık. Büyüklüğü ve kemerli giriş çıkıları nedeniyle zorlamayla katedrale benzetilerek öyle mi isimlendirilmiş?.
Sanırım…
Cathedral Cove’dan çok, 1km’lik yürüyüş parkurundan aşağıdaki denizin ve adaların manzaralarını daha çok beğendik diye yazsam mı acaba?
Fotoğraflara bakıp siz karar verin!...
Ve 50 dk. dönüş için de koş babam koş… Sonra 15 dk’da ihtiyarın evinde park ettiğimiz arabamızı almak için nefes nefese yola devam. Sonuç olarak Cathedral Cove için neredeyse 4 saat civarında zamanımızı harcadık. Kan ter içinde kaldık. Değer miydi?
“Gitmemiş ve görmemiş olsaydık belki de burayı gözümüzde çok büyütecektik” deyip bırakayım.
Öğleden sonra 3.40’da Hobbitlerin köyüne varmak için şimdi yollardayız. Kaçırırsak başka da görme şansınız olmayacak. Bakalım yetişebilecek miyiz?