Ermeni soykırımı olmadı (Fakat Kıbrıs’ta Türk soykırımı oldu!)

ads ads ads ads
17/04/2015

ads

Eşref Çetinel Eşref Çetinel


Dünyayı “Ermeni” havası sardı. Ermenistan’dan dolayı değil tabi! Dünyanın her tarafına yayılmış olan Ermenilerin oluşturduğu lobilerinden dolayı. Bu güçlü lobiciliği bir de Yahudi yapar. Sonra döner Filistinlileri İstanbul kadar büyüklüğü olmayan coğrafyasına hapseder, yetmez ikide birde başlarına bombalar yağdırır ne kent bırakır yıkılmadık ne de köy! Buna karşılık ne Amerika’dan ses çıkar ne AB’den kınama! Çünkü büyük ülkelerin siyasi ve sosyo ekonomik yapı taşlarıdırlar.

Ermeni lobileri Yahudilerinki kadar olmasa da etkindirler. Nitekim “Soykırım” iddialarının yüzüncü yılında dünyayı ayağa kaldırdılar. AB Parlamentosundan oy çokluğu ile çıkan “Türkiye soykırımı kabul etmelidir” kararı bu propagandaların sonucudur. Belki 24 Nisan’da AB’de kabul etmek zorunda bırakılacaktır. Çünkü bu “kabullerin” ucunda TC’den istenecek parasal tazminatlar da vardır.

SOYKIRIM DEĞİLDİ. Türkiye 1. Dünya savaşında tarihinin en büyük hezimeti ile acılarını yaşadı. Balkanlarda, Arabistan çöllerinde, Yemen’de, Libya’da milyonlarca askerini kaybetti. Sadece Sarıkamış’ta Rusya’nın Erzurum’a kadar girmesi sonucunda 60 bin Türk askeri şehit oldu.

Ermeni isyanı da Rusya’nın Sarıkamış’ta Türk ordusu ile savaşmasının hemen akabinde başladı. Şevket Süreyya Aydemir “Suyu Arayan Adam” kitabında anlatır: “Kışta o karların altındaki Anadolu’dan geçerken uzaklarda odun istifi gibi küme küme dizilmiş düzenli yığınlar vardı.. Yaklaştığımızda bunların Ermeniler tarafından katledilerek üst üste konmuş Türklere ait cesetler olduğunu görürdük” der!

Bu nedenledir ki Osmanlı isyanı bastırıp Ermenileri cezalandırmak için 27 Mayıs 1915’de Tehcir Kanunu çıkardı. Ve ilk etapta “sevk ve ikame” programı ile 422 bini aşkın Ermeni’yi başka yerlere sürdü. Yapılan Soykırım değildi. Zorunlu sürgündü ki o yıllarda Türk askerinin bile yiyeceği ekmeği, ayağına giyeceği postalı, sırtına atacağı kaput’u yoktu. Kaldı ki sürgün yollarındaki Ermenileri yedirip içirip koruyacaktı. Yollarda ölüp ölüp kırıldılar, telef oldulardı…

FAKAT RUM’UN YAPTIĞI SOYKIRIMDI. Muratağa, Atlılar, Taşkent… Öte yandan 1963 Kanlı Noel saldırıları.. Banyoda kurşunlanan kadın çocuklar… Toplu mezarlara gömülenler… Ki artık bazı vicdan sahibi Rum’lar da “bu insanlık dışı katliamlarımızla yüzleşmeliyiz” itirafında bulunuyorlar.

FAKAT “BİZİMKİLER” NE DİYORLAR? “Ne yani biz yapmadık mı?” Ve devam ediyorlar: “Şehitlerimiz, soykırım, vatan, millet söylemlerinden vaz geçin, barışa darbe vuruyor, kin ve nefreti artırıyor!” Sonra bu söylediklerini unutup “Ermeniler haklıdırlar” diyorlar! Bekleyin ki Rum’dan hesap sorsunlar!

********** Sallanıp yuvarlanırken (Memleketi de allem kallem ediyoruz!)

Geçmişte laf ebeliği yapmak gereğini duyduğumuzda ya “ormana değil ağaçlara bak” yahut “ağaçlara değil, Ormana bak” derdik! Neyse ki artık ne ormandan ne de ağaçtan söz etmemize gerek kalmayacak. Yıllarca kese yaka tüketmeyi başaramadığımız ağaçların kralı olması gereken çam ağaçlarını kurutmaları için kese böceklerine havale ettik. Galiba hurmaları da Kırmızı Örümcek denilen bir haşaratın kurbanı yaptık!

İşin kısası şu: Hiç boyumuz posumuz, aframız taframız kadar olamadık! Dünya alemi tefe koyup çalarken, herkeslere nasihatler çekerken, bir Kuzey’i adam edemedik!

MESELA: Geçen gün pis kokular savururken burun deliklerimizi kıran bir habere tosladıktı. DAÜ Vakıf Yönetim Kurulu iki yıl önce “yap işlet devret” usulü ile bir işadamına şu andaki değeri 5 milyon sterlin olduğu söylenen bir arazi tahsis etti. Adam iki yıl elinde tuttu tek çivi çakmadı. Sonra döndü bir başka müteahhide kimsenin bilmediği koşullarda devretti, Vakıf Yönetim kurulu da onayladı…

Havadis gazetesinde refiklerimiz de biz de “bu nasıl iştir” diye sorduk. Tıs yok! Kaldı ki DAÜ’nün Mağusa hastanesi tarafında TOKİ’nin yaptığı söylenen devasa yurtlar yükseliyor. Hangi koşullarda, hangi işletme şekliyle çalıştırılacaklarını bilen yok! O arazilere yurt mu yapılmalıydı yoksa çok daha önemli yatırımlar için mi planlanmalıydı onu da bilmiyoruz!

OYSA: Bu ülkede 25 yıldır “Ülkesel Fizik Planı” oluşturmak için çalışmalar yapıldı. Sona da gelindi ki bir an önce çarpık yapılaşmadan ne kurtarılırsa kârdır ivediliğinde Bakanlar Kurulu’ndan geçsin. Oysa savsaklanıyor! Ya “alam da kaçam düzeninin” ağaları henüz doyuma ulaşmadılar daha yutacakları çok şeyler vardır, yahut da hükümet kırk yılın talan düzeni alışkanlığından henüz kurtulamadı reform sayılacak bir olayı kulak arkasına itiyor!

NİTEKİM: Ne oldu bir süre önce? Çevreci kuruluşlar Yeniiskele ile Çayırova arasına yapılacak çift şeritli yolun bölgedeki floraya büyük zarar vereceği için karşı çıktılardı. Şimdi ilgili Bakanlık “pekala diyor bir daha düşünelim!”

Kardeşim memleketin her bir karesini plana programa almış. Dağını taşını nasıl değerlendirip nerelere neler yapılabileceği ile neler yapılamayacağını bircik bircik saptamış “Ülkesel Fizik Plan” gibi bir Devlet organının Hükümete ulaştırılmış ve yasalaşması beklenen çalışmaları varken… Halâ yapılmak istenen abuk sabuk işlerin STÖ’leri tarafından önlenmesi mi gerekiyor?





KISACA TAKILDIĞIM: (DAĞINIKLIKTAN KURTULAMIYORUZ) Çok açık ve net görünüyor: Hükümet otoritesini kaybetti! Mesela Günlerdir “Karpaz’ın nasıl kıyım kıyım kıyıldığının haberlerini” işitiyoruz. Mağusa’dan “yapmayın be” diye bağırsam sesimi duyup korkacaklar! Fakat Hükümet sesini duyuramıyor çünkü “seslenmiyor!” Fasit daireyi döne dolana gene ayni yere geldik.

Önce hukukun üstünlüğünü ikame etmek gerekir. Bu da sadece “çıkan yasalar ve çıkartılan değişiklik yasaları” ile değil, “doğru ve yerinde uygulamaları” ile başarılır.. Yeri geldi yine hatırlatalım:

DEVLET OLMAK: Kolay değildir. Nitekim düşünür Takiyettin Mengüşoğlu Yeni Türk devletini kuran Atatürk için şöyle der: “Tarihimiz bakımından devlet adamı olan Atatürk hakiki bir devlet adamı sıfatıyla yeniden kurulacak olan cumhuriyetin objektif problem ve fenomenlerini göz önünde bulundurarak hareket etmiştir… Zira Devlet adını alan siyasi varlık bir sosyal birliğin beraber yaşamak iradesini ifade eder. Eğer bir millet göçüp gitmeden yaşamak istiyorsa, onun kendi mevcudiyet şartı olan devletin kuruluş ve gelişme temeli üzerinde derin düşünülmesi gerekir. Ve böyle görüş istisnasız her ferdi bütünlüğü ile kavramalıdır. Fert bir çok şark (Doğu) memleketlerinde olduğu gibi kendini devlet denilen siyasi varlığın dışında veya üstünde görmemelidir…” 

17/04/2015 15:06
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: eşref çetinel
MANŞETLER

HK Eşref Çetinel

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.