Halil Paşa'nın Gözünden Avustralya

ads ads ads ads
02/01/2017

ads
Halil Paşa'nın Gözünden Avustralya

Halil Paşa Avustralya'ya gitti gezdi gördü yazdı. Ortaya okuması oldukça keyifli bir gezi yazısı çıktı. İşte Halil Paşa'nın gözünden Avustralya.

Melbourne da ilk sabahımız . ODTÜ lü arkadaşımız Süleyman Özdil in evinin bahçesinde. Kıbrısta kış ama burada sıcak kavuruyor.



 
"Jilda"... Melbourne daki bu Tay Lokantasını ilk işleten Tayland lı kadın. Şimdi hayatta degil. Ama çocukları ve torunları bıraktığı yerden devam ediyor.


Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, oturan insanlar, masa ve iç mekan
Melbourne'da bir.akşam üzeri. Parklar ve Gökdelenlerin uyumu. Captain Cook'un Cottage'i. Ünlü dondurmalarıyla Galeta ve Tay Lokantası ve Marketi. Burası bir kültürler mozayiği şehri.
Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, ayakta duran insanlar

Anzak Müzesinden Melbourne gökdelenlerinin görünümü. Anzak Müzesi ve yüzyıl öncesinin Melbourne evleri. Yeşil ile gökdelenin, Müze ile Parkın ahengi. Hepsi de modern insanın, ama galiba batılı aklın eseri.



Görüntünün olası içeriği: ağaç, çim, bitki ve açık hava
 
Beton ormanından çıkıp yeşilin içine dalmak. Orkideler, çimler ve yeşil bir halıya benzeyen toprağın üzerine uzanmak. Durgun göllerin sularında yansıyan asırlık ağaçların, kocaman gölgelerine uzanmak. Bambuların ve çiçeklerinden bile tanıyamadığınız bitkilerin arasında dolanıp durmak. Soluduğunuz su, yosun ve bitki çürüğü kıvamında havanın ağır-ağır ciğerlerinizin en küçük gözeneklerine dolduğunu hissetmek. Şimdi dostlar, dünyanın bir ucunda, Melbourne Botanik Bahçesindesiniz.


Görüntünün olası içeriği: bitki, ağaç, gökyüzü, açık hava, doğa ve su
 
12 ARALIK Kitaplar çok çeşit, hala talep görüyor ve alıcısı varsa; her sokağın bir kitapçı dükkanı varsa hala… Görkemli bir Ulusal Kütüphanesi varsa şehrin ve hala içi çocuklar, gençler ve yaşlılar tarafından dolup taşıyorsa eğer… 

Şehrin her sınıf, her meslek ve pek çok milliyetten insanlarıyla dolup taşan panayırlarında; yemek reyonları, Etiyopya'dan ve Sri Lanka’dan Nepal’e, Türkiye’den Yunanistan’a, Arjantin’den İspanya’ya, Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya, çeşitli ülkelerin, coğrafyaların mutfaklarından çıkan pek çok çeşitte yiyeceklerle dolup taşıyorsa…

Dişe dokunur bir üretime sahipse ve içinde yaşayan insanını varsıllaştırıyor, onlara yaşama heyecanı katabiliyorsa eğer…

Temiz, yeşil, modern ve teknolojik bir kentse o şehir…

İşte o şehir çok zamandır bir dünya şehridir… 

 Birkaç gündür sokaklarını, müzelerini, dükkanlarını arşınladığım Melbourne bana bunları yazdırıyor…


Otomatik alternatif metin yok.


14 - ARALIK Bugün Melbourne şehir merkezinin dışındaydık. 68 Kuşağı Türkiyeli dostlarımız bizi, Melbourne’un çevresinde, dev dalgaların beyaz köpüklere buladığı masmavi Okyanusuyla, kıyı kasabaları ve vahşi doğasına emanet yemyeşil Ulusal Parklarıyla, deniz üstüne kurulmuş ahşap iskeleleriyle, beyazla altın sarısı kumlarla kaplı plajlarıyla tanıştırdı. 

Brighton kasabası, altın kumları üzerinde öğrencileri ve öğretmenleri ve rengarenk kulübelerine, Portsea Pier üzerinde avcısına yakalandıktan sonra can çekişirken altın sarısı, huzura kavuştuktan sonra da AK bir cesede dönüşen kalamarın hüzün verici ölümüne şahit olduk. Hani balıkçı arkasını dönse Figen kuyruğundan yakalayıp geri denize fırlatacaktı ya...

Dromana Pier okyanusa giden uzun ince ahşap bir yoldu.

Sorrento Ocean Beach’in tepesindeki seyir yerinden, aşağıda Pasifikin Dev dalgaları kadar kayalıkları da görkemliydi.

Akşam Süleyman arkadaşımın zeytinyağına yatırılmış ekşi turşusu mezesi eşliğinde yuvarladığımız Loel’in Zivaniyasına ve nar kırmızısı kebabına gelince…

Fonda Zülfünün "Kısarlar sesini boğmak isterler, yarımdır kırıktır sırça yüreği..." diye seslendirdiği hüzün verici o muhteşem müziğinin tınıları eşliğinde; tadı damağımızda patlayan lezzet baloncukları gibiydi.


Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar, okyanus, güneş gözlüğü, gökyüzü, açık hava, doğa ve su


16 ARALIK - Royal Exhibition Building ve Charlton Gardens… Melbourne şehrinin Dünya Tarihi Mirasları Listesine girmiş bu iki tarihi yerine uğradık bugün sabahleyin. Yeni mezun olmuş üniversite öğrencileri aileleriyle bahçede hatıra fotoğrafı çektiriyorlardı. 

“Charlton Gardens” yemyeşil halıya benzeyen çimleri, birkaç yüzyıllık devasa ağaçları, muhteşem güzellikteki havuzundan yükselen fıskiyeleri, nihayet çiçekleri ile çevrelediği görkemli ve heybetli oymalarla bezeli tarihi taş binasıyla, kuş sesleri eşliğinde insana hem huzur ve hem de heyecan veren bir manzara sunuyordu…

Sonra “Old Treasury Building” Müzesine vardık. Müzede, alttaki fotoğrafların iki yüz yıl öncesi Melbourne’uyla üstteki fotoğrafların bugünün Melbourne şehrini gösteren, sokak, meydan, bina ve ağaçlarının 360 derecelik karşılaştırmalı manzarası oldukça düşündürücüydü.

Avustralya’da insanların bu kenti daha 2 yüzyıl önce inşa ederken yolları bu kadar geniş ve binaları büyük bir özenle planlı yapmalarına şaşarak, içine ettiğimiz Lefkoşa’nın içler acısı haline daldım. Hala bir İmar Planı olmayan ve seçmeni ve de seçileni, bürokratı ve siyasetçisiyle biz Kıbrıslıtürklerin içine sı.tığımızı kabul ve teslim ettiğimiz Girne’nin ahı gitmiş ve fakat vahını da çıkarmak için hala Girnelilerin sesine kulak tıkayan günümüz yöneticilerini düşündüm… Planlama-yasama-yönetme-öngörme vb. bakımdan, hala “modern dünyayı”, iki yüzyıl geriden takip etmiş olabileceğimiz kararına vardım.

Bu arada yazmış olayım. Melbourne’da şehir merkezinde, şehir dışında, ovada, dağda, bayırda dolaşırken insanın hoşuna gitmeyebilecek şeyler de yok değildi hani!.

Karasinekler…

Yolda yürürken sürekli olarak elinize, başınıza, burnunuza, kulaklarınıza yapışıyorlar… “Zıp” diye konup, iğne gibi ısırıyorlar. Bu nedenle özellikle şehir merkezinde dolaşırken ağzını açık bırakmamaya ve bu nedenle de çok konuşmamaya dikkat ediyor buranın insanı… 

Bu ülkede insanların kendi rahatları için zararlı gördüğü başka canlılar için her türlü kimyasalın kullanılması yasaklanmış… Dünya yavaş yavaş, şehirde, dağda, ovada, bayırda yalnızca insanların değil, başka canlıların da yaşama hakları olduğunu içselleştirmeye başlamış…

Bu arada Christmas heyecanının, ağır ağır şehri etkisi altına almaya başladığını da yazmış olayım


Görüntünün olası içeriği: gökyüzü ve açık hava


Görüntünün olası içeriği: bitki, ağaç, noel ağacı ve açık hava

19 ARALIK Sydney'den Kıbrıslı akrabaların arabasıyla yola çıktık. Tam virajı aldık karşımızda yemyeşil vadiye gizlenmiş sessiz sakin bir göl çıktı. Burası Audley Willage'in gölü. Gölün sularında sarı çiçekler. Nilüfer olmalı, ya da başka bir bitkinin çiçeği. Arabayı gölün kenarına, heybetli ağaçların altında, çimleri kıskandıracak kadar düzgün otlarıns üzerine park ettik. Etrafı kuş cıvıltıları sarmıştı. Bir de hafif esen rüzgarın kıpırdattığı yaprakların sesi. Bir süre doğanın sesini dinleyip durduk. Sonra yola koyulduk. Wollongong'a doğru



 
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ağaç, gökyüzü, açık hava, doğa ve su

19 ARALIK - Royal National Park. Hem yeşil ve hem de mavi. Ağaçlar, yabani otlar, çiçekler ve mavi okyanus. Bold Hill'de uçurumun kenarında uçmaya hazırlanan yamaç paraşütçüleriyle karşılaştık. Aşağıdaki arkasını dağlara vererek yemyeşil vadiye saklanmış evlerin, denize karşı manzarası, insanı "bir rüya mı görüyorum" dedirtecek kadar şüpheye düşürüyor. Nihayet Wollongong'da akrabamızın evine vardık. Bir yanımızda deniz, diğer yanımız doğa, uçsuz bucaksız kumsalların seyrinde, adamızdan, dillerimizde kıtalarca, okyanuslarca uzakta Kıbrısımız; hatıralarla derin sohbetlerin içine daldık. "İnsan doğduğu yere benzer" demiş şair bir mısrasında... Ve doğduğu o şehir, o ada, ne kadar uzağa kaçsa da, hatıralarıyla peşini bırakmaz hiç... Bilmem ki şiir mi gerçek yoksa dolaştığım bu coğrafya mı cennet



Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta, okyanus, gökyüzü, dağ, açık hava, doğa ve su
 
20 ARALIKSydney. O da bir dünya şehri. 

Sydney kendisi gibi bir başka dünya şehrinin Melbourne’unun da rakibi. Ancak burada rekabet az gelişmiş, kindar, ötekileştirerek zarar verme çabasındaki akıldan (bugün savaşan, çatışan, ırkçılık-dindarlık-milliyetçilik üzerinden kindarlık ve nefret söylemi üreten dolayısıyla da toplumsal barışı inşa edemeyen cemaat-toplum-halk-devlet vb akıllardan) oldukça farklı. Burada insan aklı, bir yandan rakibinden daha iyi olmak için mücadele ederken, öte yandan da ona, yani rekabet ettiği şeye daha iyi örnek olmak şeklinde ilerliyor. Rakibinin ürettiği iyiye dair ne varsa, ondan daha iyisini üretmek için konan tuğlaya yapılan övgüyle kendini gösteriyor.

Sanırım Sydney Melbourne çekişmesi-rekabeti-yarışı da böyle bir “barışçıl” rotada ilerliyor.

Melbourne mu? Sydney mi?

Sanırım Sydney, Melbourne kadar planlı ve derli toplu bir kent değil. Ancak fiziki coğrafyasının da verdiği avantajlarla yine de bu şehirden bir boy önde.

Nasıl mı?

Sydney’de Melbourne’dan farklı olarak aynı anda yem yeşil çimlerle bezeli, papağanların ve yüzlerce çeşit kuşların bulunduğu bir parkta, denize nazır piknik yapmanız mümkün. Bu bakımdan sanırım bir yanınızda devasa ağaçları, altınızda yeşil bir halıya benzeyen toprağı, hemen ötenizde üzerinizdeki masmavi göğe tırmanmak için yarışan heybetli gökdelenleriyle… Nihayet dünyanın en zarif mimari şaheserleri, Opera House ve Harbour Bridge farkıyla…



Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gökyüzü, köprü, okyanus, açık hava, su ve doğa
 

20 ARALIK- Dünya’da Sydney’deki gibi; “kuşların, denizin, gökdelenlerin ve yeşilin kardeşliği”nin bulunduğu bir başka şehir yok. Ya da henüz ben karşılaşmadım…

Bu arada yazmış olayım. Dünyanın belki de en güzel coğrafyasında yerleşmiş olan, bir yanı deniz, öte yanı gökdelenlerle çevrili Sydney Botanik Parkı, bu yıl 200’üncü kuruluş yılını kutluyor. Bunu da çiçekler ve bitkilerden yazdığı rakamlarla duyuruyordu. Bunu da fotoğraflamak elbette büyük bir şanstı benim için…

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, yürüyen insanlar ve açık hava

21 ARALIK - Sydney'in banliyösü Marrickwille semtinde dolandık bugün... Burası Yunanlıların ve Kıbrıslırumların Sydney'de çoğunlukla ilk yerleştikleri semt. Tabelasında Yunanca harflerle "Köftedaki" ve "Elliniko Psariko" yazılı dükkanlardan ve kiliselerinde asılı Yunan-Kıbrıs bayraklarından bunu anlamak kolayca mümkün. Bana semti gezdiren Kıbrıslı dostum İzzetten dinlediğim olaya gelince: Marrickwille'in bir mahallesinde, Belediye önce sokağın kaldırımlarından yola taştığı için, kesme kararı almış asırlık ağaçları. Mahalleli ise bu devasa ağaçların kesilmelerine karşı direniş başlatmış... Günler, haftalar ve aylar birbirini kovalamış. Direnen mahalleli sonunda kazanmış. Böylece sokaklardaki ağaçlar kesilmemiş. Şimdi o semt ağaçlarıyla daha zengin. Bu sokağın insanları da mücadeleleriyle onurlu ve kurtardıkları ağaçlarıyla daha mutlu. Semtin bir sokağına girdik ve semt sakinleri tarafından kurtarılan bu ağaçları görüntüledik. Marrickwille'in en işlek caddesinin bir duvarında fotoğrafını çektiğim Nelson Mandela'nın portresi ile altındaki söylemi ise o mücadele günlerinden kalmış: "it always seems impossible, until it's done"... Diyeceğim şu ki; Templos İnsiyatifi ve Girne İnsiyatifi" içerisinde yeşil-temiz-huzurlu bir çevre için mücadele eden dostlarımız yalnız değiller. Dünyanın öbür ucunda, ta Avustralya'da onlar gibi mücadele etmiş, Mandela'nın deyişiyle de "kazanıncaya kadar başta imkansızmış gibi gözüken" bir mücadelenin galibi onlar. İnsanın dünyanın başka yerlerinde de "daha yaşanası bir çevre" için mücadele veren kendisi ve arkadaşları gibi insanların olduğunu bilmesi ne kadar heyecan verici... Marrickwille'den ayrılırken dostum İzzet'le, yeşil ağaçların gölgelediği nehrinin sularına nazır bir de günün anısına hatıra fotoğrafı çektirdik...



Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar, gökyüzü, dağ, açık hava, doğa ve su

 

21 ARALIK - Sydney’in bir buçuk saat dışında Hornsby’dan Gosford’a doğru ilerledik. Rotamız “Dharug National Park”. Az gittik uz gittik. Bir, yemyeşil ekaliptüs ormanlarıyla kaplı tepelere çıktık. Bir, vadi boyunca yılan gibi kıvrılan “Hawkesbury River”in mavi suları boyunca kurulmuş köyleri arasından geçtik. Sularını okyanustan alan Hawkesbury nehri kıyısı boyunca, sular içine kök salmış “Mangrave” ağaçları bir süre bize eşlik etti. 

Spencer köyünde, nehre uzanan ahşap iskele ile kıyıya çekilmiş balıkçı motorlarının görüntüsü muazzam güzellikteydi. Gunderman’da ise evlerin arasından bize göz kırpan köy “bas”ını görünce 1960’lı çocuk yıllarımın şimdi artık antika muamelesi gören otobüslerini hatırladım. Dönümlerce arazilerde yemyeşil çayırlar üzerinde, doğal göletler boyunca ve de özgürce otlanan at ve inek çiftliklerini mi, narenciye bahçelerini mi, yoksa uçsuz bucaksız ormanları mı anlatsam şimdi… 

Kısa keseyim… 

Nehirden karşıya geçmek için Wiseman’s Ferry; ki aslında iki ucuna bağlı halatın basit bir mekanizma tarafından çekilen ve nehrin iki yakasında gidip gelen, üzerindeki düz platforma otomobille giriş yaptık. Nehrin karşı yakasına geçtik. Yeşil bir halı gibi uzanan koyu yeşil yapraklı heybetli ağaçların yer aldığı Spencer köyünün koruluğu bizi karşıladı. İzzet arkadaşım; “Bu memleket bu koruluk bizim” der gibi çevresindeki harika yeşili işaret etti. Sonra Wiseman village’in pub’ında bira molası verdik. Sonra yine ekaliptüs, çam ve ardıç ormanları arasından tekrar tepeye tırmandık. Zirvde “Hawkins Lookout” seyir yerinden aşağıda ağaçlar arasına gizlenmiş doğanın ve nehrin manzarası muhteşemdi. 

Sydney’in ve Melbourne’un dışına çıkmadan, Avustralya’nın ne doğası, ne insanı ve ne de yaşamı ve de hatta ekonomisi hakkında isabetli yorumlar yapmak mümkün değil…

Bugünkü gezimden sanırım buna benzer şeyler çıkardım



Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, bulut, ağaç, tekne, bitki, dağ, açık hava, doğa ve su
 
21 ARALIK - Auburn... Burası Sydney'de uzun yıllardır Türklerin (çoğunluğu Türkiye'den göç edenler oluşturuyor) en çok yaşadığı, işletme kurduğu, çalıştığı bölge. Bugünlerde pek çok bölgenin başına gelen burada da Türklerin yazgısı gibi. Çinlilerin hücumuna uğramış. Tabelalara bakınca bu daha iyi anlaşılıyor. Türklerin üç gazetesinden Dünya gazetesine bir göz attım. Pek çok aydın-demokrat gazeteci gibi dostum gazeteci Doğan Tılıç'ın da, artık yazmayacağını bu gazetedeki makalesinden öğrendim. Ankara'da öğrencilik yıllarımızın tek supermarketi Gima, bölgenin de en büyük Türk supermarketi. Auburn Library''de pek çok Türkçe yayına rastlamak mümkün. Altınbaş Video, zaman karşı koyuyor ve uzun yıllardır faaliyet yürütüyor. Duvar afişlerinde, Türkiyedeki geleneğin sürdüğünü ve yemeli içmeli "Yılbaşı Özel Programı"nda Kadir ile isimdaşım Halil'in şarkılarıyla geceye renk katacağı duyurulmuş. Gima'nın yanında kapısından girdiğim İslam merkezinde içerideki çember sakallı, orta yaşlı, ihramlarını giyinmiş Arapça konuşan zat, kısa pantolonuma ve elimdeki fotoğraf makinesine bakarak hemen ayağa kalkarak, elinin sağa sola sallayarak "No Photo"; "No Photo" diyor... Sanki Cami kendisinin beni yüzüyle kovalıyor. Ben de davetine icabet ediyor, dışarıya çıkıp yandaki St. Andrews Kilisesi ile birlikte, dış cephelerinin fotoğraflarını çekiyorum. Sonra Kilisenin kapısından giriyorum. Kimse ilgilenmiyor. Ne pantolonumun kısalığı ne de boynumda asılı fotoğraf makinemle...Sonradan bu caminin Araplara ait olduğunu, Türklerin camisinin ise Auburn'un bir başka bölgesinde olduğunu öğreniyorum. Onun da görüntüleyip Auburn'a veda ediyorum. Merak ettim, "Avustralya'da kardeşçe yaşayan bu iki dini mekan neden az gelişmiş, Ortadoğu, Afrika vb ülkelerde barış içinde yaşayamıyorlar?"

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, bulut ve açık hava

 
22 ARALIK - Sydney'in Sutherland belediye sınırları içerisinde, karaya cep yapıp giren nehrin suları, geniş bir vadiyi dolduruyordu. Ulu ağaçların gölgelediği ve tabelalarda hangi noktasında nasıl ve ne kadar zaman park yapılabileceği yazılı olan park yerinde otomobilimizi park ettik. Yıllar önce Sydney'den banliyölerine dar bir köprüden geçilirken belediye trafik akışını artırmak, zamanı kısaltmak için ayakları vadideki nehirden yükselen ve her iki ormanlık yamacı birbirine bağlayan bu yüksek köprüyü inşa etmiş. Biz kıyıda derin bir sohbete durmuş arada bir dalgalanıp durulan suların ve manzaranın seyrine bakarken, nehrin sularında bir Pelikan çevresine aldırmadan ağır-ağır bize dümen kırdı ve kıyıya kadar yaklaştı. Kayalıkların üzerine tüneyip kanatlarını temizlemeye koyuldu. Oradan ayrıldığımızda, amatör balıkçıların yakaladıkları balıkları temizlemek için belediye tarafından inşa edilen balık temizleme kulübesi önünde, Pelikanın karaya çıktığını gördük. Park yeri geniş, halka açık tuvaletleri temiz, ağaçlıklı bir yerdi. Park yerinin diğer tabelalarında yakalanacak balıkların boylarının asgari küçüklüğü, eğer motorlu ya da sandal kullanılacaksa cankurtaran yeleği bulundurma zorunluluğu yazılar ve işaretlerle konmuştu. Belediye tarafından asılan bu levhalar üzerinde, hangi çeşit balıklardan en az ne kadar küçük boyda yakalanabileceği fotoğraflar eşiliğinde gösteriliyordu. Belirtilenin aksine küçük boyda balık avlamanın cezası olduğu vurgulanıyordu. Eski yoldan vadinin diğer kıyısına vardığımızda ise bir başka koruluk ve nehrin karşı yakasına nazır evlerin görüntüsü bir harikaydı. Sydney şehir merkezinden yarım saatten sonra dışarıya çıktıkça, insanların bozamadığı bakir doğa o kadar güzel ki... Eğer Cenneti dünyaya taşımış olsaydı eğer, Tanrı, "yeryüzümüzün başka kıtalarında hakkın rahmetine kavuşan kullarını" Avustralya'ya mı gönderirdi?" Dünyanın tüm kıtalarını az-çok dolaşmış, altmış civarında ülkesini ve iki yüzü aşkın şehrini gezip dolaştığım şu ana kadar, cennetin yeryüzündeki adresini bu kıta olarak tespit ettim. Bakalım ileriki günler, aylar ve yıllarda, gezdiklerim-gördüklerim-değişim, fikrimde nasıl bir evrilmeye yol açacak?
Görüntünün olası içeriği: kuş, gökyüzü, açık hava, su ve doğa


22 ARALIK - Menai 2000 yılının hemen öncesi yıllarda Sydney’in çöplüğüydü. Çöplük başka yere taşındı. Eski çöplük ise fotoğraflarda görüldüğü gibi nefis yeşil alanların ve heybetli ağaçların bulunduğu, atletizmden golfa, hentboldan cricket’e pek çok spor dallarının yapıldığı bir kompleks haline dönüştürüldü. 

 Bu arada kompleksin sulama sorunu, su kaynaklarının zenginliğine rağmen, yağmur sularını toplayan tanklarla yapılıyor.

Ayrıca İzzet arkadaşımdan edindiğim bilgiye göre yakın geçmişte bir Kıbrıslıtürk gencin iş dönüşü ışıklarda beklerken savrulan bir golf topu şakağına çarpıp ölümüne neden olunca, tüm Sydney'de golf sahalarının çevresinin beş altı metre yüksekliğinde netlerle çevrilme şartı gündeme getirilmiş ki bunu da fotoğrafların arasında bulacaksınız.

Sydneyliler 7’den 70’e yıllar öncesinde çöplük olan ama şimdi nefis bir doğaya dönüşen bu alanda bedava spor yapma imkanına sahipler...

Burada bir şey hatırlatmam gerekecek. Ülkede taxların (vergilerin) yüksekliği konusunda insanlar şikayetçi. Ama bu verginin karşılığı da, nefis ve temiz bir çevre, harika parklar, spor olanakları, kent temizliğiyle kendini gösteriyor. Uzun lafın kısası, Avustralyalılara fazlaymış gibi gelen o vergiler, yaşam kalitelerini artırmak için harcanıyor. Böylece şikayet bir yerde yavaşlıyor...

KKTC çevresi çok kirli, olanakları kısıtlıysa eğer, “bunun önemli bir ayağı da, etkin olmayan vergi sisteminde, diğer bir yönüyle de bunu beceremeyen kötü bürokrasisi ve yönetiminde aranmalı” diye düşünüyorum… 

Hele de savurgan hükümetlerine karşın; “imam osurursa, cemaat sı.ar” düsturuyla hareket eden vatandaşlarının, emeklisi, tüccarı, işadamı vb. vergi borçlarının bağışlandığı küçük ekonomimizde…

Doğal zenginliklerimiz, hasılı para ağaçlarımız da da olmayınca

Etrafı b.k da götürür, bizdeki çevrecilik dilimizde ve özlemlerimizde yer ederken, yaşamın bizde olmayan güzelliklerini de Avustralya’da,Avrupa'da, Japonya'da vb. ülkelerde görmeye mi mahkum oluruz?

Sanırım...Gezip görüntülediğim Avustralya, şimdilik hem heyecanlandırıyor, hem öğretiyor, hem düşündürüyor...

Şimdilik; "So far so good" 

Bakalım önümüzdeki günlerde ve aylarda neleri görüp, buradan neleri paylaşacağız...

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, ağaç, çim, açık hava ve doğa

22 ARALIK - "Woronara Dam". Sydney’in su ihtiyacını karşılayan ve derinliği 70 metreyi aşan bu baraj “Heathcote National Park” ta yer alıyordu. Barajın belirli noktalarında tel engeller vardı. Kameralarla sıkı bir şekilde güvenliği sağlanan barajda İzzet’in de işaret ettiği gibi, tel engellerle çevrili alanlardan geçmenin cezası net olarak yazılmış. Tamı tamına 11 bin dolar. Üç yüz metreden uzun baraj duvarının içerisi bir maden ocağını andırıyormuş. Barajın suları uçsuz bucaksız engin bir mavilik… Rüzgar estikçe hem yakamozlanıyor, hem de dalgalanıyor. Barajı çevreleyen tepelerden kıyıya kadar inen ağaçların gölgesi kıyıdaki sulara yansırken, yeşil de mavi ile buluşmuş oluyor.

Barajın mavisini, ormanın yeşilini geride bırakıp, Ulusal Park’ın az ötedeki bir başka noktasına gidiyoruz. Burası bir uçurumun kenarı. Yarım kilometre aşağımızda mavi bir deniz, pasifiğin beyaz köpükler saçarak dövünen dev dalgaları ve tepeden kıyıya koşarcasına inen yemyeşil orman. Yine mavi, yine yeşil… Avustralya mavi-yeşil bir ülke!...

“Sublime Point look out” uçurumundan, yarım kilometre aşağıya bakınca böyle düşünüyor insan.

Masaya kuruluyoruz. İzzet Akile Kelly Serinsu, Figen Üçok Paşa ve ben… Mavi – Yeşil derin bir Kıbrıs sohbetine dalıyoruz

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, ağaç, dağ, açık hava, doğa ve su

25- ARALIK Sydney'in yan yana sıralanmış dört muhteşem plajı. Bondi Beach, Mac Kenzie Beach, Tamarama Beach ve Bronte Beach. Fotoğraf çekerek, manzarayı seyrederek, bir saatlik yürüyüş sonrasında dört plajı geçiyor, en sonunda denize nazır büyük bir mezarlıkla karşılaşıyoruz

Görüntünün olası içeriği: okyanus, gökyüzü, köpek, plaj, ağaç, açık hava, doğa ve su

25 ARALIK - Dün yani 24 Aralığın akşam üzeri, Sydney'de kaldığımız mahalleye, eski model sarı bir arabanın arka koltuğunda, Hristiyan ve batılı kültüründe daha çok "Santa Clause" olarak anılan "Noel Baba" uğradı. Önde çıkan 1960'ların kısık sesli borusuna, Santa Clause'un elinde salladığı çanın sesleri karıştı. Evin önüne helince yavaşlayan arabadan bize Christmas şekerleri savurdu. Sonra borular ve çanlar eşliğinde köşeyi dönüp ötedeki evin önünde yavaşlayıp şeker tevziatına devam etti. "Santa Clause", bir gün önce İtfaiye Servisi ile yine mahalleye uğramış ve itfaiyecilerin eşliğinde elindeki teneke kutuyla, evlerden gönlünce kendisine verilen bozukluk para bağışlarını yerleştirmişti. Böylece yalnızca Christmas için değil aynı zamanda bir gün önce yapılan bağışlara karşılık bir şükranın ifadesi, bir teşekkürüydü bu şeker dağıtımı belki de... Kimbilir?

Görüntünün olası içeriği: araba ve açık hava

25 ARALIK - Yarım yüzyıla yakın bir süredir Avustralya'da yaşayan Anatyulu ve Hirsofudan karı koca iki Kıbrıslı Türk Özden ve Zihni Ali ile tanıştık. Eksiksiz bir Kıbrıs aksanıyla o kadar güzel konuşuyorlardı ki.... Yılardır küçük çapta üretim yaptıkları çiftliklerinde, sebze ve meyve yetiştiriciliği yapıyorlar. Satışlar imalattan halka... İnekleri de var, keklikleri de. Tavukları da var, civcivleri de... Ali Babanın çiftliği şarkısındaki gibi... En çok ilgimi çeken Erik, İncir ağaçlarının üzerlerinin ağlarla örtülmüş olmasıydı. Kuşlar yemesin diye... Ağçalarda hayatımda ilk defa şahit olduğum düdük çalar gibi öten kuşun sesi çok ilginçti. Üzeri yemyeşil yapraklarla kaplanmış yağmur sularıyla beslenen gölet ise, sebze ve meyve ağaçlarını sulamaya yarıyordu... Bakalım buradaki fotoğrafların arasındaki "Tilki tuzağını" da bulabilecek misiniz? Domates, hıyar, patlıcan, kabak, biber satın aldık. Gelecek defaya daha sabah uğrayıp kabak çiçeği ve böğrülce alacağız. Ve evin yolunu tuttuk

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta, bitki, ağaç, açık hava ve doğa

27 ARALIK - Sydney’in Hyde Park’ının bir ucundaki Museum durağında trenden indik. Elli metre yürüdükten sonra Hyde Park’ın ana yola bakan bir köşesinde, kocaman silah mermileri ile boş kovanların heykelleriyle karşılaştık. Parkın başında, alt katlarının inşası henüz tamamlanmamış devasa Anzac Müzesi ile karşılaştık. Merdivenlerinden tırmanıp, kubbemsi ve çok yüksek bir tavanı bulunan odaya vardık. Ortasındaki yuvarlak boşluğun alt katında, başı arkaya düşmüş siyah-metal bir heykel vardı. Düşen Anzac askerini simgeliyor olmalıydı.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gökyüzü, gökdelen, ayakkabılar, açık hava ve su

Odanın kenar ve içbükey inşa edilmiş duvarlarının içerisinde Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına, kolonisi olduğu İngiliz İmparatorluğu emrinde katılan Avustralyalı ev Yeniz Zelandalı askerlerin, o yıllarda savaşa katıldıkları ülke, şehir ve hatta coğrafyaların isimleri yazılmıştı.

Dışarıya çıkıp, Anzac Mozolesinin önünde mavi suların bulunduğu dikdörtgen havuzuna vardık. 

Havuzun başından bakınca Anzac Mozolesinin bir başka güzel olduğunu fark ettik.

Ulu ağaçların gölgelediği Hyde Parkın bir köşesinde, ünlü İngiliz gezgin-denizci James Cook’un muhteşem bir heykeliyle karşılaştık.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, gökyüzü, ağaç, bitki, açık hava ve doğa

Fıskiyelerinden sıçrayan sularında çocukların eğlendiği, eğri gagalı iri bir kuşun da çimlerinde kayıtsızca gezindiği, çiçeklerle çevrili yer aslında bir cennet bahçesiydi ya… Fotoğrafıma ne kadarını yansıtabildim bilemiyorum. 

Parkın diğer ucunda kuleleri görünmekte olan St. Mary Katedralinde önce küçük yapay bir şelalenin, sonra uzun bir süs havuzunun önünde katedrale nazır fotoğraflar çektik. Katedralin önüne vardığımızda, uzak doğulu yeni gelinle damadı, “mutlu başlangıçlarının fotoğrafını” çektirirken bulduk.Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, açık hava ve su

İçeride ayin yapıldığı için, Katedral binasının ön kapısından girişimize müsaade edilmedi. Ancak ayin bitince, iki saat sonra gelmemiz rica olundu.

Ancak 100 metre ilerideki Park’a bakan kapısından katedralin içerisinde giren bir turist görünce, peşi sıra aynı kapıdan içeriye girmeyi başardık.

İçeride beyazlarını giymiş bir koro şarkı söylüyordu. Düğmeye basıp bir güzel kaydettim. Şarkı bitince, önce bir papaz sonra da sivil giyimli şık bir kadın kısa konuşmalar yaptı. Camları vitraylı ve duvarları süslü iç mekanın fotoğraflarını çekip, Figen’le katedralden ayrıldık. Hemen yanındaki Hyde Park’ta,, çevresindeki kaplumbağaların ağızlarından suların fışkırdığı, ortasında Yunan tanrılarının heykellerin yer aldığı, geniş-yuvarlak fıskiyeli bir havuza vardık. 

Sydney… Gezdikçe insanı şaşırtan, muhteşem bir şehir.

28 ARALIK - Dün Sydney'den birkaç saat uzaklıktaki Vollongon şehrine ikinci kez uğradık. Oradan da Ulladulla'da Clyde nehrinin sularıyla beslenen dere yatağının kenarında, bir ormanın ortasına kurulmuş "blue barry" çiftliğine seyahat ettik. Bluebarry çiftliği dönüşünde, Figen'in yarım asır önce Avustralya'ya göç etmiş birinci yeğeni Hüseyin'in, hayvanlarla haşır neşir yaşadığı Vollongondaki evini ikinci kez ziyaret ettik. Siyah Labrador ve beyaz Kurt köpeğiyle, irili ufaklı beyaz ve rengarenk tüyleriyle sarı sorguçlu papağanları karşıladı bizi. Bahçesi ve hatta kapısı doğadaki canlılara açık bir evi var Hüseyin'in. Çocukları ve eşi... Hepsi de müthiş bir doğa tutkunu.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor, köpek, ayakkabılar ve açık hava

Diyebilirim ki gelirlerinin bir kısmını da birlikte yaşadıkları köpeklerine, doğada özgür dolaşan papağanlara, kargalara, bahçedeki tavuklara, kazlara ve kedilere harcıyorlar. Hüseyin doğadaki kuşları, balkonunda elleriyle besliyor. Köpeğiyle oturup sütlü çayını yudumlarken, fotoğraftaki gibi balkonun ahşap pervazında rengarenk papağan çirkin sesiyle onlara eşlik ediyor. Onun andaki bu yaşamını görünce, hayvanları sevmek, çevreci olmakla ilgili, epey geride kaldığımı ve daha çok yol almam gerektiğini öğrendim. Ayrılırken Kıbrıslıların geleneksel gancelli sohbetinin şerefine evlerinin önünde bir de anın veda fotoğrafını çektim. Ve doğa tutkunu üç aile üyesine, Hüseyin'e, Mari'ye ve Sally'e el sallayıp veda ettik.

Görüntünün olası içeriği: kuş ve açık hava

Sona bir de mahallenin Christmas nedeniyle süslediği evlerinden fotoğraf ekledim. Bugünkü yorumum bu kıta'nın doğasının varsıllığının insanın daha iyi düşünüp taşınmasında olumlu yönde bir etki yarattığıdır. Bu nedenle de, gezdiğim, konuştuğum ve gördüğüm Avustralya'da yaşayan Kıbrıslıların, dünyanın başka ülkelerine dağılmış Kıbrıslılardan ve dahi biz "adalı yaşama" devam edenlerden, hem daha organize yönetildikleri ve hem de buradaki doğanın pırıltısından dolayı, organize olma, soğukkanlı davranma, planlı ve varsıl olabilmeye daha yatkın kişilikler geliştirmeye meyyal olduklarıdır. Hele biraz daha gezip, görüp, yaşayıp, bu sakin ve doğası zengin, insanı az kıt'anın ayırdına, tadına ve büyüsüne bir varayım...

Görüntünün olası içeriği: ev, ağaç, bitki, çim, gökyüzü ve açık hava

29 ARALIK - Circular Quay’dan, Parramata’ya giden hızlı Feribot’a bindik. Feribot, Sydney Körfezinin (Sydney Harbour) sularını yara-yara ilerledi. Parramata, Sydney merkezinin batısında ve körfezin en uzağındaki kasaba. Feribot Sydney’den uzaklaşırken, her bir iskeleye uğradı. Kuzeyde North Sydney, Greenwich, Woolwich, Meadowbank… Güney’de Balmain, Drummoyne, Chiswick, Abbotsford, Sydney Olympic Park… Kimi yolcuların evlerine indiği iskelelerde, pek çok turist de indiği bölge, kasaba, mahalle ya da Parkı gezmeye koyuldu. Parramata kasabası son noktaydı, ancak dün körfezin suları gel-git (met-cezir) nedeniyle aşağıya inince oraya varamadan geri dönmek zorunda kaldı. Önce Olympic Park’da indik Feribottan. Sydney’e, 12 yıl önce geldiğimde gezip gördüğüm “Dünya 2000 Olimpiyatları”nın yapıldığı Sydney Olympic Park atıl durumdaydı. Hükümet geçen sürede karar verdi ve bölgeyi yerleşime açtı. Yeşili, göletleri, dereleri ortadan kaldırmadan aralarına çok katlı modern apartmanlar, eğlence tesisleri, alış-veriş merkezleri inşa etti. Bütün bunları turistlerin parkın tesislerini gezmelerine olanak verecek şekilde planladı. Bölgede bakir doğanın çoğu gitti azı kaldı. Fakat inşa edilen binalar da göze bir çirkinlik abidesi olarak batmadı. Ya da bana öyle geldi. Hükümet, Park alanındaki yapılaşmayı hem kontrollü olarak planlarken, hem de satılan arazilerden belediye ve devlete büyük paralar kaldı. Ve hem de artan Sydney’in nüfusu şehrin bu banliyösüne yerleştirilmiş oldu.

Görüntünün olası içeriği: ağaç, ev, gökyüzü, bitki, açık hava, doğa ve su

Feribota dönerek bu kez de denizin ortasındaki, “Cockatoo” adasında indik. Avustralya’nın İngiliz Sömürgesi olduğu 18, 19 ve 20’nci yüzyılların başında adaya sürgün olarak getirilen sürgünlerin ve askeri ve de sivil esirlerin yerleştirildiği bu ada şimdi BM’nin “Dünya Tarihleri Mirasları Listesi”ne dahil edilmiş. Adanın kenarında dizi-dizi yüzlerce çadır… Turistler arzu ederlerse iki kişilik bu çadırlarda gecelik olarak da konaklayabiliyor. Nitekim birçok çadırda kalan, hatta çocuklu ailelere bile rastladık. Az ileride uzun üzeri kapalı bir kantin. Tuvaletler ve banyo yerleri seyyar… Demek ki turizm, illa ki beş yıldızlı casinolu çok inşaatlardan mütevellit oteller değilmiş.. 

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, ağaç, tekne, ev, açık hava, doğa ve su

 Cockatoo adasının Dünya Tarihi Mirasları’na girmesinin bir nedeni bozulmamış doğası. Martılar hala bu adada yavruluyorlar ve yumurtaya oturmuş eşlerini korumak için, turistler yaklaşmaya görsün, çığlık çığlığa turistlere karşı büyük bir mücadele veriyorlar… 

İkinci olarak adada o zamandan kalmış hapishaneler, hapislerin ağır cezalara çarptırıldığı güneş görmez karanlık hücreler, su ve yakıt depoları, gemi inşaatı yapılan yerler, toplar, hapishane yönetiminin binaları… Pek çoğu harap olsa da yerli yerinde duruyor. Yani coğrafyanın bu noktasında tarih yıkılıp da yerine beş yıldızlı casino dikilmemiş. Turist gelsin görsün, isterse de oraya kurulan yüzlerce çadırda yatsın ve adaya girerken slogan olarak bir bez pankart üzerine yazıldığı gibi, “”Sleep, Under The Stars” “yıldızların altında uyumak” mutluluğuna erişsinler istenmiş.

Görüntünün olası içeriği: bulut, gökyüzü, ağaç, açık hava, doğa ve su

Bir Kıbrıslı gelip de burayı görünce, "Davlos’da, Karpaz’da, Girne’nin açıklarında çok katlı casinolu bina ve hem kumar oynayacak turist değil, bize gerekli olanın aynı zamanda ve daha da çok çadır ve yıldızların altında yatacak, bunun keyfini çıkaracak turist ve bunu da organize edecek bir Kıbrıslı akıl, bir Kıbrıslı yönetim" olduğunu anlar mı?

Bu duygu ve düşünceler ve de sorular içerinde, adadan ayrılırken, muazzam bir coğrafyada bir mimari şaheser olarak Sydney’e damgasını vurmuş Opera House ve Harbour Bridge ile karşılaşıyorum… Feribotun kaptanı dümeni kırıyor ve Sydney’in gökdelenleri çıkıyor karşıma…

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, gökyüzü, açık hava ve doğa

Hikaye bitti. Ama ne Sydney, ne Avustralya ne de Yeni Zelanda henüz bitmedi dostlar… 

Bizimle gezmekten usanmadığınız sürece, biz de gezip gördüklerimizi yazmaya, duygu ve düşüncelerimizi sizinle paylaşmaya, düşünmeye, yorumlamaya devam edeceğiz

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, okyanus, açık hava, doğa ve su

31 ARALIK Yarım yüzyıl önce ailesiyle Gambilliden Sydney’e göç eden, sonra da Wollongon’a yerleşen Figen Üçok Paşanın birinci yeğeni Hüseyin ve eşi Mari, bizi Royal National Park’da bir uzun yürüyüşe davet etti. Arabayı Eric Street’de park etti. Girişte Belediye tarafından asılmış tabela üzerinde, yürüyüş yollarının rotaları ve krokileri belirlenmiş. Ayrıca “Still Missing” yazısının altında kızıl saçlı iki yıldır genç yaşta kayıplara karışmış Nick ile bir yıldır kayıp 43 yaşındaki Stuart’ın fotoğrafları asılmış. Nick’i bulanlar için ailesinin 50 bin Avustralya Doları ödül vereceğine dair ilan da, fotoğrafının hemen yanı başına iliştirilmiş...

Otomatik alternatif metin yok.

Yürüyüş rotamızı “Jibon Head Trail”, varış yerimizi “Shelly Beach” olarak belirledik. Az gittik uz gittik. Kumlarla kaplı yürüyüş yolunda ve Pasifik Okyanusuna has, tuza dayanıklı minnacık çiçeklere sahip yüksek çalılıklarla kaplı orman denizinde ilerledik. Avustralya'nın güneşi ve sıcaklığı Akdenizinkinden çok daha yakıcıdır. Bu nedenle bulutlar zaman zaman güneşin önüne geçse de 34 derece sıcaklıkta, karasineklerin bolca uçuştuğu, kulağa, yüze, göze ani saldırılar gerçekleştirdiği bir ortamda yürümek pek kolay bir iş değildir. Yol boyunca karıncadan, çiçeğe, ağaçtan örümceğe, fotoğraflarını çekiyorum. Hüseyin, "kızıl karıncanın sadece ısırmayıp, kuyruğundaki siyah sorgucuyla da (dikkatle bakarsınız fotoğrafta görmek mümkün) soktuğunu" söylüyor. Bu nedenle arı sokması kadar şişiriyormuş. Yuvalarını bulup da bir iki dürtünce, aniden fırlayan iki kırmızı karıncanın sinirli bir biçimde ayaklarıma doğru hızlandığını görüyorum. Sonra diğerleri takip ediyor onu… Bayağı da cesurmuşlar… 

Görüntünün olası içeriği: ağaç, bitki, gökyüzü, kuş, açık hava ve doğa

Park Ormanı’nda tuz ve sıcağa direnen iri-yüksek çalılıklara dikkat edince, su kaybını en aza indirecek şekilde ince ve iğne yapraklara ve minnacık çiçeklere sahip olduğunu fark ediyoruz. Mor, menekşe, kırmızı, sarı, beyaz… Her birisi ayrı renk, ayrı güzellikte ama miniminnacıklar…

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta, ağaç, gökyüzü, açık hava ve doğa

Çalı ile ağaç arasında kararsız kalmış Denxia ağacının tohuma dönüşmeye hazır, açık sarı ile açık yeşil arasında kalmış çiçeği o kadar güzel ki…

Kuruyan dallarla ağaçların kesildiği kümeler arasından geçiyoruz. Ağaç kesmek yalnızca belediyeye ait ve sivillerin ağaç kesmesi, hatta kesilen dalları alıp eve götürmeleri yasak…

Görüntünün olası içeriği: bitki, çiçek, gökyüzü, açık hava ve doğa

Ayaklarımızın altında sıcak beyaz kumlar, tepemizde saydam bulutlar arasından kurtulunca yakan ve bunaltan güneş... Üç kez maraton koşmuş ve antrenmanlarının önemli bir kısmını Royal National Park’da geçirmiş Marie, duyduğumuz homurtunun Okyanusun sesi olduğunu, az sonra mavi suları ve esintisiyle karşılaşacağımızı söylüyor… 

Görüntünün olası içeriği: açık hava

Nihayet Shelly Beach'e vardık... Denizin tuz ve yosun kokusu genzimizden ciğerlerimize aktı. Denizden gelen esintinin eşliğinde, bir an için okyanusun derinliğine dalıp gitmenin ferahlatan ve dinlendiren o huzur veren etkisine girmişken, kaldığımız yerden devam etmek biraz zor gelse de yürüdük... Az sonra bizi bekleyen manzaradan habersiz, kah çalılık tünellerden geçerek, kah uçurum kenarlarında altımızda demir oksidin kızıla boyanmış kayalarını köpürerek döven dalgalara karşı pozlar verdik... Issız orman ve kimsesiz bakir kıyılarında ilerlediğimiz bu coğrafyada birden karşımıza hiç ummadığımız bir başka manzara çıktı… 

Görüntünün olası içeriği: ayakta duran insanlar, okyanus, gökyüzü, açık hava, su ve doğa

31 ARALIK - Nihayet başta planladığımız yürüyüş yolunun sonuna, “Port Hacking Point”e varmıştık… Ancak Eric Sokağında park edilmiş arabamıza gitmek için, Mari’nin öncülüğünde farklı bir rotadan yürüdük. Yine çalılık tünellerden, kayalıklardan, uçurum kenarlarından ilerledik. Bir ara Nude Beach (Çıplaklar Plajı) ile karşılaştık. Konuşmalarımızı duyan iri kıyım bir üstsüz uzandığı şezlongdan “rahatsız etmeyin” dercesine yukarıda durmuş plajın seyrine dalmış bizlere sert bir bakış atıp, şekerlemesine kaldığı yerden devam etti. 

Görüntünün olası içeriği: açık hava ve doğa

Yine yürüdük bu kez karşımıza, motorlu teknelerin küçük çapta yatların demirlemiş olduğu, ailelerin çocuklarıyla güneşlenip sakin sularında yıkandığı bir başka Plaj çıktı.

Bir kilometre uzunluğundaki altın sarısı kumlarında, başından ta ucuna, yelkenlilere ve teknelere, güneşlenen, denize giren insanlara baka baka, yorgun-argın, dilimiz pelte ve susuz, yürüdük de yürüdük... Eric Sokağının başında, sokağın yokuşu moralimizi bozdu. Ama kimsemiz de birbirimize belli etmedik ya... Yokuş yukarı yürürken iki yanımızda sıralanmış en çok iki katlı evler, çiçekler ve “macedonian nuts” ağaçlarıyla kaplı çok güzel bahçelere sahip evler tesellimiz oldu.

Görüntünün olası içeriği: okyanus, gökyüzü, bulut, açık hava, doğa ve su

Suyumuz bittiği, takatımızın tükendiği bir anda sokaktaki bir evin kaldırımında; üzerinde tebeşir ile yazılı “Ücretsiz Su… Mültecilere yardım için bozukluğunuz varsa lütfen kutuya atınız” bir küçük levha ile karşılaştık. Bu arada belirtmiş olayım; Avustralya hükümeti aldığı bir kararla Ortadoğudaki savaşlardan sonra ilk etapta 12 binin üzerinde Suriyeli mülteciyi kabul etmiş.. Beyaz renkli para yardım kutusu ile su hortumunun ucunda bağlı olduğu fıskiye hemen yandaki sandalye üzerine konmuştu. Bereket Mari ve bende bozukluk vardı da kutuya attık. Bir güzel baştan aşağıya başımızı elimizi yıkayıp serinledik. Az sonra arabadaydık. Bizi bekleyen bir başka yolculuğa doğru yol almaya başlamıştık bile…

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, bulut, açık hava, doğa ve su

31 ARALIK - Manly’e giden feribot için Belediye otobüsüne ya da trene bindiğiniz kart geçerli. Beş Avustralya dolarına bakkal-market vb. noktalardan satın alıp (12 Türk Lirası) “top-up” yapmanız mümkün. Circular Quay’da yüzlerce insanın oluşturduğu uzun bir kuyrukta buluyoruz kendimizi. Yarım saatte bir, Manly’e kalkan Feribotlar bin civarında insanı kolayca aldığı için de, ilk feribota binmemiz zor olmuyor.

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, köprü, bulut, açık hava ve su

Opera House ve Harbour Bridge’in denizden o şaşaalı görüntüsünü kayda geçerek, şehir merkezindeki gökdelenleri gerimizde bırakıyoruz. Arkasında beyaz köpükler bırakarak yol alan Feribotta konuşulanlara Figen’le birlikte kulak kabartınca, İspanyolcaya, Fransızcanın, İngilizce’ye Arapçanın, Türkçeye daha bilemeyeceğim birçok lisanın karıştığı bir ortamda olduğumuzun ayırdına varıyoruz. Cep telefonları fotoğraf çekmek için havada uçuşuyor… Bugünün dünyasında, sanırım fotoğraf makinesinden yüzlerce kez daha çok görüntü, cep telefonları aracılığıyla alınıyor…

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, okyanus, gökdelen, açık hava ve su

Manly, Sydney’in Kuzey yakasında. Sydney şehir merkezi ise limanın Güney yakasında yer alıyor. Feribot, limanın Okyanusa açılan kapısına varınca, Pasifikten gelen dalgaların etkisiyle biraz sağa-sola yatıyor. Kısa süre sonra Manly’e varıyoruz. Rıhtımdan çıkınca cafeleri, barlarını dolduran, dolaşan, dükkanlara girip çıkan çoğu gençlerden oluşan ve çarpmadan yürümenin mümkün olmadığı insan selinin arasından, yürüyoruz.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ağaç, gökyüzü ve açık hava

Dikili bir taşın dört yanında, Birinci İkinci Dünya Savaşında hayatını kaybeden Manly’e kayıtlı askerlerin altın rengi harflerle yazılı isimleri. Arka planda okaliptüsler ve devasa Belediye Binası. Manly’nin en kalabalık olan, bir kilometreden uzun, Pasifik Okyanusuna nazır altın kumlu plajına varıyoruz. Okyanusun mavi suları şaha kalkmış. Yalnızca kayaklarıyla sörfçüler var denizde. Plajın yarım kilometre ucunda bir miktar insan serinlemek için denize girmiş. Yüzmek mümkün değil. Kıyıda olmalarına rağmen dalgalarda savrulup duruyorlar… Plajın dört çeker arabasındaki gönüllüler arada bir mikrofondan anons yapıyorlar: “Bugün Okyanus çok dalgalı, denize yüzmek için girmeyin. Plajın doğu ucunda serinleyin. Sörfçüler de bayrak asılı yerlerin arasından ayrılmamaya çalışın!..” 

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, kalabalık ve açık hava

Buna rağmen Manly Plajı’nda “kum atsan yere düşmez” bir kalabalık. Güneşleniyor, kitap okuyor, sohbet ediyor, Okyanusu seyrediyor…

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, plaj, gökyüzü, kalabalık, çocuk, okyanus, açık hava ve doğa

Geriye dönüp Manly’e çıktığımız, limandaki iskeleye varıyoruz. Burada sular durgun. İskelenin hemen yanındaki “Little Penguen” plajında çocuklar çoğunlukta ve burada yüzmek mümkün… 

 Manly’nin Sydney Limanına bakan kısmında, kıyı boyunca batı yönünde yürümeye başlıyoruz. Bir saatlik bu yürüyüş sonu ise bizi beklemediğimiz bir cennete savuruyor.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, okyanus, plaj, kalabalık, gökyüzü, açık hava, doğa ve su

31 ARALIK- Limanın batı kıyısı boyunca ilerlerken, uzakta Manly İskelesine içinde yüzlerce turist dolu bir başka Feribot yanaşıyor. Manly Beach’de gençler Okyanusun dalgaları ile cebelleşe dursun, biz yaşımızı başımızı almışlar olarak, bizi nelerin beklediğini bil(e)meden, yeni karşılaşacaklarımızın heyecanıyla azimli-kararlı adımlarla batı yönünde ilerliyoruz. Denize karşı sere serpe çimlere uzanmış, manzaranın keyfini çıkaran genç takılıyor kamerama. Sonra da sahilde kızıla çalan kumlar ve kayalıklar… 

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, ağaç, açık hava, doğa ve su

Yürüdüğümüz patikanın, “Jenin’s Road” olarak anılan rotasında, mekan daha bir güzelleşti. Bir yanımızda denize nazır villalar ile balkonlarından sarkan çiçekler ve koyu yeşil çimlerle kaplı bahçelerinden fışkıran rengarenk Ortanslar, Çin gülleri, kaktüsler… 

Görüntünün olası içeriği: oturan insanlar, gökyüzü, ağaç, bitki, açık hava, doğa ve su

Öte yanımızda suları durgun masmavi bir denizle üzerinde salınan, sandallarla yelkenliler…

Derken “Fairlight Beach”e vardık. Küçük güzel bir koydu. Plajda güneşlenenlere, bir köşesine inşa edilmiş ve denizin sularıyla beslenen havuzunda eğlenen çocukların mutluluğuna diyecek yoktu. Br-iraz daha yürüyünce, deniz sularının cep yaparak karanın içerisine giren bir başka küçük koy çıktı karşımıza. Kıyıya kadar inen palmiye ve bodur ağaçlarla, sarmaşıkların ve yeşil bitkilerin arasından koyda demir almış teknelerin manzarası bir harikaydı…

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta, okyanus, gökyüzü, açık hava, su ve doğa

Manly’e yolunuz düşerse eğer siz-siz olun. Feribottan iner inmez, insan selinin peşine takılmayın. İskeleden hemen sola dümen kırıp yürüyün yürüyebildiğiniz kadar. Orada saklı bir cenneti sizi bekliyor bulacaksınız

Görüntünün olası içeriği: okyanus, gökyüzü, açık hava, doğa ve su

02/01/2017 11:21
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: Halil Paşa, avustralya
MANŞETLER

HK TATİL

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.