Her Topa Kafa Sokulmaz… Mı?

ads ads ads ads
21/10/2017

ads

Halil Paşa Halil Paşa


KIBRISLITÜRKLERİN “TEŞKİLAT HUKUKU”…

Kıbrıslıtürkler, İngiliz İdaresinin son döneminde (1956-59), sonra Kıbrıs Cumhuriyeti yıllarında (1960-63) ve nihayet gettolara sıkışmış yaşamlarında (1963-74) hukuk ve yasalardan çok, Teşkilat tarafından yönetilip, önce İngiliz’den ama en çok da Türkiye’den medet umdular.

Dahası birbirleri ile dayanışıp yardımlaşmaya uzun süre “gönüllü” olmamayı dillendirdikleri anlarda, bunu da hukuk yoluyla değil, baskı altına alınarak, “güdülerek” sürdürmeyi kanıksadılar.

1963-74 arası Kıbrıslıtürkler “dayanıştılar”. İyi komşuydular ve “ortak düşmana” karşı gettolarda “birleştiler”, ama… Bütün bunlar da hukuk ile değil, toplumun üzerinde atanmış silahlı bir teşkilat ile liderleriyle mümkün oldu.

Nitekim 1963 olayları patlak verdiğinde Rumlarla karma köylerde birlikte yaşamakta olan pek çok Türk, Lefkoşa’nın Türk gettosuna göç ettiklerinde, bulabildikleri boş evlere ve dükkanlara yerleş(tiril)mişti.

Çatışmalar devam edip de köylerine dönemeyecekleri belli olunca, hukuk süreci işletilip, göçmenlerden kira alınması için dönemin Kıbrıslıtürk “sivil ve aydınlarından” oluşan “Genel Komite”,  üç kişilik bir komisyon kurar ve yasa yapar.

Göçmenlerin şikayeti ve köylerine geri dönme ihtimali zuhur edince, TMT’nin başı, Bayraktar, kira işine karşı çıkar. Sorunu da hukuk ile değil şiddet ile çözer. Kira yasasında ısrar edenlerin evlerinin önüne, ses gücü yüksek bomba attırır. Olayın şahidi, kaleme aldığı kitapta şöyle yazar:

“Patlamalar öncesi, Kemal Coşkun karargaha gelmişti. Bomba sesi duyulunca binanın teras katına geldi. ‘Birinci bombadan biraz sonra bir bomba daha patlayacak’ dedi. İkinci bomba patlayınca da, ‘Hadi bakalım, yapın da görelim’ diye kızgınlığını belirtti…” (1)

Kapitalizmin etiğinde, “adalet mülkün temeli” olsa da, o kendi selameti için, hukukla olduğu kadar şiddetle de gemisinin yüzdürülmesinde bir sakınca görmez.

Bu nedenle sivil idarede bir korkaklık ve otorite boşluğu zuhur edip de, hukuk, “guguk kuşu” gibi anlamsız sesler çıkarmaya başladığında, doğan boşluktan, en güçlü olan, olanca şiddetiyle andaki yönetime ve cemaate korku salarak boy gösterir.

GÖÇMENLİK, YABANCILIK, NEFRET SÖYLEMİ VE AYIRIMCILIK…

İngiliz sömürge dönemindeki Türk Rum çatışması yıllarında (1955-59) köylerinden kaçıp henüz küçük bir köy olan Gönyeliye göç eden Şilluralıların bir kısmı, harabe halindeki hayvan barınaklarına dahi sığınmak zorunda kalmışlardı.

1963 Aralığında olaylar patlak verdiğinde, başka köy ve mahallelere göç eden Kıbrıslıtürk göçmenlere önce kucak açan köy ve mahalle sakinleri, süreç uzayıp da göçmenliğin daha uzun yıllar devam edeceği ayan beyan belli olduğunda, adaletin mülkün temeli ve köylerin asıl sahipleri olduklarını hatırlatır. Böylece ilk günlerdeki yardımlaşma ve paylaşım duygusu, giderek kutuplaşmaya dönüşür.

Köyün “orijinal” yerlilerinin, sonradan köye göçmen gelen “çakma”lara hükmetme isteklerine itirazlar yükselince, bir asabiyet içerisinde karşılıklı had bildirmeler başlar. Elbette “ortak düşman”ın varlığı kadar, dönemin Teşkilat baskısı da her kavganın tatlıya bağlanmasında önemli rol oynar. Bu arada sivil hukuk da, getto yaşamının süsü ve seyircisi olmaya devam eder.

1974 sonrasında ise, Kıbrıslırumların terk etmek zorunda kaldığı malları, var olduğu söylenen hukuka rağmen yağmalanır. Milletvekili ve yerel seçimlerinden dönemin Liselerindeki kaptanlık seçimlerine kadar gerçekleşirken, Kuzeyliler ile Kuzey’e göçmen gelen Güneyliler arasında tartışmalar ve çekişmeler patlak verir. Ganimetin paylaşımında, “Kuzeyli-Güneyli” çıkar çatışmaları bütün siyasi ve hukuki tartışmaların önüne geçer. 

Bir süre sonra adaya doldurulmaya başlanan Türkiyeli nüfus ile Güneyli-Kuzeyli tüm Kıbrıslıtürkler arasında nefret söylemine varan tartışmalar, kavgalar ve hatta bir defasında silahların konuştuğu (Vasilya köyünde) kavgalar patlak verir.

Hayat böyledir işte.

Vatan, millet ve din… Mal, mülk ve rant ile alakalı oldu mu, “çıkarların birliği” her türlü ahlakın ve hukukun öne geçmeye adaydır. Hukuk devreye girmezse o zaman da her türlü hukuksuzluk alışkanlık yapar ve bizdeki gibi yaşamın bir parçası olup çıkar.

HER TOPA KAFA SOKULMAZ!..

Bu hafta DEV-GENÇ’in liderlerinden bir yoldaşımızı konuk ettik.

Sohbetimiz, “Türkiye’den adamıza gelenlere karşı solun tavrı ne olmalı?” konusuna takıldığında; “o zaman sen de her topa kafa sokmayacaksın kardeşim” deyiverdi.

1974 sonrasında Ecevit-Erbakan-Demirel üçlüsünün Türkiye’den adaya yerleştirilen ve adanın kuzey yarısını Türkleştirmekle malul derin devlet destekli dış politikasının tamamladığını söyledi. Bunu da yalnızca Kıbrıs’ın Kuzeyinde Türkiyelileşen çarpık, plansız, alt yapısız kentlere ve çevrenin kirliliğine bakarak değil, aynı zamanda Haspolat’a inşa edilen gösterişli camiye, diğer yeni inşa edilenlere bakınca anlamak mümkün” dedi.

Bir de Kıbrıslıtürk solcuların “göç ile nüfus yığarak demografik yapı değiştiriliyor” itirazlarına ise, batılı toplumların göçmenleri bencil, ayrımcı ve ırkçı gerekçelerle reddettiği bir dünyada, bunu anlatmanın pek kolay olmadığını söyledi. Ve ekledi: “Gelenlerin ya da gönderilenlerin içerisinde pek çok emekçi de var.”

SONUÇ:

Kıbrıslıtürk solunun, 1974’yılına kadar olan nüfus kağıtlarına bakarak, bu adada eşit-adil-modern-demokratik bir yönetim kurmayı tahayyül etmesi, içerisinde “nefret söylemi”, “millici-bölgeci” “ayırımcı” söylemlere de her zaman için kapıyı açık bırakması anlamına gelir.

O açık kapıdan sızmaya aday o kadar çok, cahil ve bilinçli, gönüllü ve gönülsüz, amatör ve profesyonel provokatör vardır ki… Hangisine laf yetiştirecek ve hangi hıyara tuzunuzla yetişeceksiniz diye şaşırır, afallarsanız…

Bu nedenle önce bu adada yaşayanlara tahammül etmemiz, “yeni toplumun” “en üstünlerinin” biz Kıbrıslıtürkler olmadığını benimseyip, kendimizi adada yaşam kurmuş yalnızca Türkiye’den gelenlerin yerine değil, tüm yabancıların yerine koyabilmemiz gerekiyor.

Savaş ganimeti anlayışıyla, Rumlardan kalan mal ve toprakların yağması, kapitalist yaşamla birlikte, adamızda öyle bir kültür yaratmıştır ki; statülerimizi, mal ve mülklerimizi, rant ve karlarımızı, “huzur” ve “rahatlarımızı” korumak adına en basit insani nedenlerle birlik ve dayanışmaya ihtiyacın olduğu en acil anlarda dahi, mücadeleden kaçar, yan çizer olduk.

Siyasetçilerle partileri de, benzer minvalde bal yapmaz arılar durumuna düştüler. Özellikle de Annan Planı sonrasında inşaatlar patlarken imar planı olmayan kentlerimiz daha da çarpıklaştı. Plansız yaşamın pek çok alanında yasaların uygulanmayıp çaresiz kalındığı boşluklar doğdu. Oluşan boşluklardan dalan ve hukuksuzluğu paraya çeviren fırsatçılar doğdu.

Derelerimize ve vadilerimize moloz döküldü. Dağların kuytuluklarında çöp dağları oluştu. Çin Seddi gibi çirkin denizi kapayan beton bloklar dikildi. Kum zambakları sökülmeye, bitki örtüsü ortadan kaldırılmaya, halkın Anayasal hakkı olan denize girişlerinin önü, beton kumarhane ve beş yıldızlı çirkin bloklarla tıkandı. Girne denizi kirlendi. Sermayenin emrinde etrafında korumaları olan “yatırımcı kahramanlar” türedi. Yaşlı Zeytinlerle birlikte adanın kültürleri de köklerinden sökülmeye kaybolmaya yüz tuttu. Ormanları, yeşili savunanlar, çevreyi korumak için gösteri yapanlar “yatırım düşmanı” ilan edildi. Onca zamandır köşesinde susup pusup oturan “orijinal” yerliler, bunca zamandır ses çıkarıp mücadele veren “çakmalara”, susup yerlerine oturmalarını ve köylerindeki inşaatlar konusunda kendi adlarına konuşmamalarını, en kaba sözlerle telkin ettiler.

Emekçiler sermayeye, “çakmalar” “orijinallere”, hukuk ise “rantçılara” karşı kaybetmeye başladığında, hükümet edenler de, “parayı veren düdüğü çalar” diye hükmeden yeni siyasal İslamın emrine girmekte gönüllü oldular…

Bezen büyük “yenilgiler” almamak adına, “her atılan topa kafayı sokarken” yol açacağı sonuçlarını da düşünmek ve görebilmek ve sırasında “üç maymunları” oynamak mı gerekiyor?

Yoksa cemaatin körlerine kör, şaşılarına şaşı demek mi?

Birinci durumda tarih mazur görüp affeder mi?

İkincisinde körler ve şaşıların gazabına uğramak tarihin seyrini değiştirir mi?

Yaşayıp göreceğiz…

 ……………………………………………………………………

(1)Yılmaz Başkaya, TMT ve Kıbrıs Türkü, sf.124.

 

         

21/10/2017 10:37
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: Her Topa Kafa Sokulmaz… Mı?, halil paşa
MANŞETLER

HK Halil Paşa

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.