Hüsn-ü Suretin Olmasa…

ads ads ads ads
05/11/2017

ads

Başaran Düzgün Başaran Düzgün


İlk tanışmamız bir ortak dostumuzun aracılığı ile olmuştu.

Kıbrıs’ta 1940’lı yıllarda yayınlanan mizah gazete-dergilerinden örnekler istemişti üniversitedeki hocam.

Yaptığım araştırmada bütün yollar O’na çıkıyordu.

Haşmet Gürkan’a.

İnönü meydanına cepheden bakan büyük yeşil kapılı evin, insan eline benzeyen tokmağına birçok kez vurmam gerekmişti kapının açılması için.

Büyük yeşil kapının arkasında tedirgin gözlerle bakacaktı bana.

Ve ben ilk kez o gün gördüğüm  bu tedirginliğe defalarca  şahit olmuş fakat  isimlendirememiştim  yıllarca.

Ta ki Hırant Dinki’in 2007 yılında yazmasına kadar.

Öldürüleceğini anlamıştı, Hırant Dink.

Hakkında peşpeşe açılan davalarla birlikte yığınla ölüm tehditleri alıyordu.

“Ruh halimin güvercin tedirginliği” başlıklı yazısıyla anlatmıştı kendisine yapılanları.

Kısa bir süre sonra da öldürülecekti.

Haşmet Gürkan’ın ruh hali de tam bir güvercin tedirginliğindeydi.

O ilk tanışmamızın üzerinden yıllar geçecek, ortak bir kitap hazırlayacak kadar dostluğumuz ilerleyecekti.

Ve her defasında ismini koyamadığım o güvercin tedirginliğine tanık olacaktım.

Kardeşi Muzaffer Gürkan ve yol arkadaşı Ayhan Hikmet Lefkoşa’nın serin bir Nisan akşamında hunharca öldürüleceklerdi.

Haşmet Gürkan, canını kurtarmak için “kaçmak” zorunda kalacaktı.

Çok uzun yıllar sonra memlekete döndüğünde yaşadıklarının halet-i ruhiyesi peşini bırakmayacaktı.

Ben Lefkoşa’yı Haşmet Gürkan’dan öğrendim.

“Bir şehir en iyi yürüyerek gezilir” derdi hep.

Adım adım dolaştığımız her sokakta, tarihi dokuları heyecanla anlatırdı.

Çünkü yaşadığı yeri yani memleketi sevmenin kutsal bir aşk olduğuna inanırdı.

***

Daha güneş doğmadan adımlamaya başladığım ölü balık gözüne benzeyen gri mahalleler, betondan villalarca işgal edilmiş ovalar, pisliğin her türlüsünün boca edildiği dere yatakları ve Lefkoşa’nın yüzünde bir yaraya dönüşen araba mezarlığı.

“Dünyanın en kötü yürüyüş parkuru” diye mırıldandığım çok olur.

Ta ki güneşin tıpkı bir portakal rengiyle yükselmeye başlamasına kadar.

Doğa, insanın yarattığı onca çirkinliğin içinde bile en güzel yüzünü gösterir.

Artık birer anıta dönüşen hurmalardan bir çift üveyik havalanır.

Moloz yığınları arasından fışkırır nergisler.

Asla göç etmeyen serçeler çığlık çığlığa birbirlerini çağırırlar.

Bir yılan süzülüp gider az öteden.

Tavşanlar günün doğmasının telaşıyla uzaklarda koşup dururlar.

Bozkıra direnen zeytin ağaçları salkım salkım yüklüdürler.

Ve ben, görmek isteyen göze görünen bu “aşkı” düşünürüm.

Müthiş bir bahtiyarlıkla.

***

Kimin dizeleridir hatırlamıyorum.

Yanlış da aktarmış olabilirim.

Şöyle diyordu;

“Aşk kutsal ve bakidir. Fakat inkisar-ı hayal olur hüsn-ü suretin olmasa…”(Aşk kutsal ve ölümsüzdür. Fakat hayal kırıklığına dönüşür güzelliğin (görülmezse) olmasa…)

Bakmasını bilen için öyle.

Kalbine bu aşkı yerleştirebilen için de öyle.

Hep bahane üretmenin karamsarlığından kurtulabilen için de.

Bu kutsal aşktır bizi bu topraklara bağlayan.

Gerisi teferruattır…

05/11/2017 12:23
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: başaran düzgün
MANŞETLER

HK Başaran Düzgün

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.