Kantarın topuzu kaçtı (Gökçebel'in doğruları)

ads ads ads ads
17/04/2014

ads

Eşref Çetinel Eşref Çetinel


KTOEÖS Başkanı Tahir Gökçebel’in geçen gün, müzakereler süreci ile ilgili gazetelerde yayımlanan bir

açıklaması vardı. Bazı görüşlerine katılmasam da ben “teşhisi” diyorum. Mesela bunlardan biri

“Türklerle Rumların bu adada ortak vatan yaratacakları”na yönelik görüşüydü ki katılmam mümkün

değildir. Çünkü o “ortak vatan” ideali ancak Rum’un Meğalo İdeası ile birleşirse gerçekleşir! Bu da

adanın tümden bir Rum adası, Türk’ün de altındaki azınlığı olması demektir…

Buna karşın Gökçebel can alıcı doğruların da altını çizerken bakın nasıl doğru teşhiste bulunuyor:

“…Kıbrıs sorunu Büyük Orta Doğu’nun bir parçası konumuna getirildi. Sorun gazın,

petrolün, ticaretin büyük devletlerin çıkarları için sorunsuz yapılması meselesine

dönüştürüldü. Adanın her iki tarafından da dayatılan paketlerle halkların boğazları

sıkılmaktadır…”

Gökçebel devamla “görüşmelerde çözüme ulaşmanın mümkün olmadığını ve liderlerin görüşüyor gibi

masada bulunduğunu” iddia ediyor, sürece şu teşhisi koyuyor: “Güven yaratmak için kapıların

açılması, geçişlerin serbest bırakılması, soygun sigorta sisteminin kaldırılması dahil toplumların günlük

hayatına doğrudan etki edecek yüzlerce pratik uygulama varken; Maraş’ın açılması, mayınların

temizlenmesi gibi görünmeyen ve en az Kıbrıs sorunu kadar çaba isteyen konular gündeme getiriliyor.

Bunlar Kıbrıs sorununu yeni bir raya sokmak için ortaya atıldılar…”

DOĞRUDUR: Ve ispatı Amerika’nın müzakereleri can’ı gönülden desteklemesidir. Ki Türkiye’yi de

peşinden sürükleyerek başlattığı şu “Büyük Ortadoğu projesi” bölgeyi kan çanağı yaparken, “barışları

ve çözümleri” değil, “savaşları ve felâketleri” getirdiğinin ispatını çoktan çakmıştır!

Bu nedenle diyoruz ki Kıbrıs sorununa da bulaşan Amerika’ya nasıl inanıp neden güvenelim? Oysa

bakıyoruz ki Amerika da müzakerelere müdahil oldu diye çözüm umutları kabarmakta, “işte şimdi

sorun bitti” denmektedir…

İşin asıl felâket yanı kimselerin “sorunun nasıl biteceğini” bilmemesidir! Nitekim bugüne kadar

olagelen müzakerelerle ilgili ne Sn. Eroğlu ne de Özersay ve ne de Nami Türk halkına müzakerelerin

seyri konusunda fiskelik bilgi vermemişlerdir… Mesela Özersay’ın en son açıklaması

“Müzakerelerde yeni aşamaya geçildiği” ile ilgiliydi! Ne oldu hangi prensip kararına varıldı ki “yeni”

aşamaya geçtiler bilen yok! Yani halk bilmiyor… BİLMEDİĞİMİZ DAHA PEK ÇOK ŞEY VAR: Mesela

bunlardan birisi Amerika, Türkiye, İsrail üçgeninde neler pişirilip neler kurtarıldığıdır! Çünkü ilgili

ülkelere baktığımızda Erdoğan hükümetinin Türkiye ile kavga ettiğini, İsrail’in Filistin’i tepelemekle

meşgul olduğunu, Amerika’nın ise kepçe gibi her bir yana dalıp çıktığını görüyoruz! AB ise çoktan

kararını verdi önce Maraş’ı Rum’a yedirecek, sonra Kıbrıs’ın bütününü!

Ve şaşıyoruz: Bu koşullarda müzakereler nasıl sürdürülüyor? Nereye varılmak isteniyor? Neden Türk

tarafının çözümle ilgili iyimserliğine karşılık Rum tarafı kötümser açıklamalar yapıyor?

YOKSA DİYORUZ: Referanduma giden Türk halkına bu kez de yine Annan planı dönemlerinde olduğu

gibi şöyle mi diyecekler: “İşte plan, evet de pilavı ye!” Ve de karşılığında Rum’un iki paralık gazını mı

paylaşacaklar? Demeyin olmaz olmaz, olmaz olmaz!”



**********

NE BEKLERDİNİZ Kİ? (GÜZELYURT YÖRESİNE NE VERDİNİZ DE İSTİYORSUNUZ?)


Serdar Denktaş esti gürledi fakat yağamadı! Bu kez işler eskisi gibi değil. Karar verme zorunluluğu

kerteye dayandığında ve de “ya hükümete devam ya tamam” demesi gerektiğinde tornistan etti! İndi

arabadan velesbite bindi. Hem daha yavaş hem daha kazasız belâsız!

Nitekim DP-UG’nin MYK’larını topladı ve istediği kararı çıkarttı ki hem hükümeti kurtardı hem de

Başbakan yardımcılığı ile UBP ittifakını!

Ha istifalar devam mı ediyor? Edecek tabii! Baktınız mı o istifa edenlerin attıkları çığlıklara. Tam kırk

yıldır değişmeyen aynı “çığlıklardır” onlar!

İş, aş’tır… Kırk yıldır tutunamadıkları topraklardan dolayı hep kırık devam eden hayatlarıdır…

Annan Planı ile satılığa çıkartılan beldeden umudunu kesen insanların geleceklerle birlikte kararan

ruhlarıdır… Vatan diyemedikleri için cenazelerini bile Lefkoşa’lara gömen insanların kırk yıldır

süren ıstıraplarıdır… Bir yandan Rum’a peşkeş çekilirken öte yandan “yatırım” vaatleri ile

kandırılan insanların, kandırılmaktan bıkıp usanmışlıklarının feryatlarıdır… Seksen bin dönümle

devraldıkları sarı altın denilen narenciyeyi gelip giden yönetimlerin kötü yönetimleri nedeniyle idame

ettiremeyerek, kırk bin dönümlere mahkûm etmenin boyunlarında asılı kalan veballerin

çığlıklarıdır… Kırk yıldır yardımlarla, teşviklerle yaşamalarının kahrıdır. “Çekilmez ki

yaşanmaz ki” dedikleri hayata isyanlarının çığlıklarıdır “NE BEKLERDİNİZ Kİ? Kırk yıldır vatan”

diyecekleri topraklarında “yama” gibi yaşayan bu insanların zaten siyasi partilerle ne ilgileri olabilirdi?

İte kaka becerdiler ama!

Kısaca olmuyor. Bir türlü Kuzey’i Kıbrıslı Türklerin vatanı yapamadık. Devlet kurduk ona bile

inanmadık. Amma ve lakin kırk yıldır hem bu “vatanın” hem de bu “devletin” memelerine sarılmış

çekiştirip emiyoruz. İliğine kadar!..

Sonra dönüyoruz ve diyoruz ki “kendimize” “Biz bu Kuzey’e layık değiliz, iade edelim sahiplerine!” Kırk

yıldır bu gevezeliklerle iştigal ettik.

Buna karşılık söz konusu “makam ve koltuk” oldukta, seçimlerde “sandıktan çıkabilme” oldukta,

“baş ol da ne başı olursan ol oldukta,” Kaparozlama, cepleme, ham yapma oldukta, iştahımızdan

salyalar akıtırken birbirimizin önüne geçmek için birbirlerimizi çiğniyoruz…

BÖYLE DEVLET ANLAYIŞI OLMAZ: Süreceksiniz pazarlık masasına, sonra nasıl idame ettiririz diye

yırtınacaksınız. Kim inanır ki böyle kumpasa?

********

KISACA TAKILDIĞIMIZ: (BU KADARI DA OLMAZ!)


Günlerdir bir başka gevezelik de “Hz. İsa’nın temsili olarak tabutunun Mağusa Suriçi’nde dolaştırılması

işgüzarlığı etrafında kopan kıyametti. Neyse ayinin kilise içinde kalması kararına vardılar iş tatlıya

bağlandı…

Fakat olayın bir başka yönü var ki kanamaya devam ediyor: Kıbrıs’ta EOKA öncesinde de sonrasında

kopan arbedeler, yaşanan savaşlar hep Ortodoks kilisesinden beslendi. Rum halkını Türk düşmanlığı

ile kiliselerde bilediler, Türk düşmanlığını kiliselerde enjekte ettiler…

Makarios bu yolda öldü! Ve vasiyeti vardır: “Helenizmin ezeli düşmanları olan Türklerin adadaki

uzantıları olan Türkleri bu adadan atana kadar EOKA’cılar görevlerini yapmış sayılmayacaklardır…”

O vasiyet tutun ki 2.Hrisostomos tarafından da yerine getirilmesi gereken bir ideadır. Şimdi bir kısım

genç insanlarımız ki ateist olanları da vardır, işlerini güçlerini bırakmışlar bu iflâh olmaz “kiliseyi”

barışa inandırmak için uğraşıyorlar… “İnanacaklarına” inansak böylesi kutsal bir olaya biz de

katılacağız… İnanmıyoruz! İspatı da Hrisostomos’un beyanatlarıdır!

BUNA KARŞIN: Tabii ki dini bütün Rumlar Kuzey’de kendilerinin ibadethaneleri olan kiliselerine gelip

ibadet edeceklerdir… Kim kimin kutsalını engelleyebilir yasaklayabilir? Ki benim de Güney’de gidip

terk ettiğim camimde namazımı kılmama kimselerin engel olmaması gerekir… Sadece böylesi bir

anlayışla tolerans iki halkın birbirlerine tahammül etme yollarını da açar, düşmanlıkları da zamanla izale

eder…

Fakat bakıyorum, tüm “barış ve güven yaratıcı önlemler” hep Türk tarafından gelmektedir. Rum tarafı

da “daha daha” diyerek neredeyse postu olduğu gibi Kuzey’e serecek politikalar üretmektedir. Ve

anlamakta zorlanıyorum. Neden “mazlum” olması tarafken, uğraşa uğraşa Rum’u “mazlum”

konumuna soktuk? Üstelik “zavallı Rum halkının hakkını hukukunu, malını mülkünü gasp ettik” diye

kendimizi de suçladık! Rahmetlik Arif Hasan Tahsin bu konu ne zaman açılsa “benim kaybolan otuz

yılımın faturasını kim ödeyecek” derdi… Ki Rum emperyalizmi nedeniyle bu halk hâlâ kaybediyor!

Fakat bakıyorsunuz hâlâ “Rum haklı Türk haksız deniyor!” Bu kadarı da olmaz!

 

17/04/2014 13:04
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: eşref çetinel
MANŞETLER

HK Eşref Çetinel

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.