Kıbrıs’tan Afrin’e

ads ads ads ads
22/01/2018

ads

Yusuf Kanlı Yusuf Kanlı


Türk Silahlı Kuvvetleri, Amerika Birleşik Devletleri önderliğinde “Batılı müttefiklerinin” besleyip büyüttükleri ve Türkiye açısından atık yaşamsal önem kazanan “Kürt kuşağı ile sarılma” tehdidine dur dedi. “Zeytin Dalı Operasyonu” ismi verilen amacı ve hedefi belli ve dört aşamada tamamlanacağı öngörülen bu operasyon elbette ki ne bir işgal ne de fetih hareketidir.

Aylardır Türkiye uyarmaktaydı Kürtler üzerinden Suriye’yi bölme hesapları yapan müttefiklerini ve İsrail’i. Kuzey Irak’ta inatla gerçekleştirilen referanduma rağmen hesapları akamete uğrayan İsrail, ABD ve İngiltere ile Türkiye’nin diğer Batılı “müttefikleri” oluşturulan Suriye koalisyonunun amacını giderek değiştirdiler. Başlangıçta Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak esas hedef iken, yeni hedef Suriye’yi bölmek, bir Kürt devleti oluşturmak ve bu arada da Türkiye ile Arap dünyasının fiziki temasını kesmek, Orta Doğu ticari ilişkileri, ihracatı için bile Türkiye’yi ya Suriye ya da Irak Kürt devletçiklerine muhtaç etme haline geliverdi. Tabii ki dillerde hala daha “iyi niyetler” ve hatta “Suriye’nin bütünlüğünü gözeten çözüm” çağrıları seslendirilirken, perde gerisinde ve hatta açıktan bölünme sonrası durum senaryoları kurulmaya başlandı. ABD’nin fütursuzca 30,000 asker gücünde ve PYD komutasındaki bir sınır birliğinin Türkiye-Suriye sınırına yerleştirileceği haberleri, Ankara’da bardağı taşırtan gelişmeler oldu.

Türkiye Afrin’de kalıcı değildir. Kimse evladını Suriye’nin güvenliği için kurban etmek istemez. Hiçbir Türk hükümeti de keyfi çıkarlar için böyle bir harekata giremez. Suriye sınırı boyunca oluşturulacak bir Kürt çemberinin kendi güvenliği açısından kabul edilemez hayatş bir tehdit olduğunu ısrarla aylardır gerek ABD’ye gerekse diğer Batılı müttefiklerine anlatmaya çalıan Ankara maalesef başarılı olamadı. Kendi çıkarlarını ve İsrail’in güvenlik hesaplarını Türkiye’nin güvenliğinin önüne alan ABD ve diğer müttefikleri Türkiye’nin aldığı her önlemi “Batı’dan kopuyor” diye suçlayıp, arkasındaki nedeni görmezden gelmeye çalıştı aylardır. Hava savunma sistemleri ihtiyacı açık şekilde ortada iken ve sadece savunma “müttefik alan savunması” maksatlı NATO çerçevesinde yerleştirilen ve Türkiye komutasında olmayan Hollanda Patriot sistemleri haricinde özellikle ABD bu sistemlerin Türkiye’ye satılmasına hep karşı çıktı. Rusya’dan S-400 sistemleri satın alınınca ise aba altından sopa gösterme, yakın zamanda yeni bir ambargo ve hatta yaptırım programı altına alınma tehditleri ayyuka çıktı.

Kıbrıs harekâtı ve arkasında yaşanan Amerikan silah ambargosu Türkiye’ye milli savunma sanayiini kazandırdı. Müttefiklerinin ileri silah sistemlerini vermemesi, İsrail ile yaşanan nahoş gelişmeler de Türkiye’ye başta pilotsuz hava araçları olmak ve zırhlı araçlar ve akıllı füzeler olmak üzere yeni kabiliyetler geliştirmesini zorunlu bıraktı. Nitekim Afrin harekâtında yeni nesil ve tamamen Türk imalatı Silahlı İnsansız Hava Araçları (SİHA) muazzam başarı elde etmiş durumda.

Savaş elbette ki ulusal savunma, vatan topraklarını koruma maksatlı değilse büyük Atatğürk’ün dediği gibi apaçık toplu cinayettir. Türkiye’nin elbette ki “Yurtta sulh, cihanda sulh” şiarından ayrılması söz konusu değildir. Ama aynı zamanda da “Konu ulusal güvenlik ve vatan savunması ise, gerisi teferruattır.”

Savaşa en fazla karşı olanlar rahat koltuklarda kahvelerini höpürdeterek ahkam kesenler değil, düşman mermilerine göğsünü bu vatana siper edenler, Mehmetcikler ve komutanlarıdır. Kıbrıs Türkü herkesten daha iyi bilmelidir savaşın ne olduğunu ne için savaşa gidileceğini. Rahata erince unutanlar olabilir, hatırlatayım. O 1974 yaz sıcağında göklerden süzülerek inen paraşüt birliğinin görüntüleri yüreklere nasıl bir meltem gibi esmiş, nasıl bir kurtuluş ve hayatta kalma ümidi doğurmuştu? Kaçımız kaldığımız sığınağın üzerine isabet eden obüs topu mermisinin patlamamasına dua etmiş, kıl payı ölümden dönmüştük? Ve ne kadar çok insanımız vahşi işkenceler altında, insanlık onuruna bağdaşmayacak muameleler içerisinde hayattan koparılmıştı?

Anlaşıldığı kadarıyla kurtarılan hayatlara, geçen onca yıla, sağlanan güvenlik ortamına ve hiç eksilmeden devam eden desteğe rağmen Kıbrıs Türk toplumu içerisinde de bazı ayrık otları var. Bir gazete, Afrika, korkunç bir manşet atmış. Efendim dün Kıbrıs’ı bugün de Afrin’i “işgal” etmiş Türkiye. Dün Kıbrıs’ta “Barış harekâtı” demişler savaşa, bugün de Afrin’de barışı simgeleyen “Zeytin Dalı” olmuş savaşın adı. Bir milletvekilimiz, hadi adını da söyleyeyim CTP milletvekili Doğuş Derya, haddini iyice aşmış, “Kanla beslenen iktidar barış yapmayı beceremez, savaşa hayır”.

Öncelikle, ifade özgürlüğüne saygı, basın özgürlüğüne saygı böyle ayrık otlarına da saygıyı gerektirir. Fikirlere, görüşlere katılmasak da saygı göstermeliyiz ancak reddetmek, yakışıksız ve hadsiz bulduğumuzu söylemek de hakkımız.

İsterseniz, geç de olsa, eksik ve biraz da utangaç bir cevap da olsa, gelin hem Afrika’ya hem de Doğuş Derya’ya Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın sömzleriyle cevap verelim.

“1974 20 Temmuz’unda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’taki harekâtına neden olan, 15 Temmuz’daki Faşist Yunan Cuntasının, Nikos Sampson’la birlikte gerçekleştirdiği Enosis amaçlı darbeydi. 20 Temmuz olmasaydı, Kıbrıs Yunanistan’a ait bir Ada’ya, Kıbrıslı Türkler de en iyi ihtimalle Batı Trakya’daki gibi Türk azınlık haline dönüşmüş olacaktı. Enosis’i engelleyen bir eyleme ‘işgal’ denmesini kabul edemeyiz. 2004 yıllında Annan Planı çerçevesinde ve 2017 yazında Crans Montana Konferansı’nda Kıbrıs’ta barış için elini uzatan ve asker sayısında ciddi azaltmaya yol açacak çözüm için irade sergileyen, ancak ne yazık ki Rum tarafının reddi ile karşılaşan bir ülkeye ‘işgalci’ tanımını yakıştırmak, bugün Birleşmiş Milletler’in bile yapmadığı ağır bir suçlamadır ve doğru değildir.”

Anladınız mı Kıbrıs deyişiyle “Mıstaa Beyin” ne dediğini?

22/01/2018 12:43
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: yusuf kanlı
MANŞETLER

HK Yusuf Kanlı

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.