''Kırk yıl önce kırk yıl sonra''
30/09/2014
Eşref Çetinel
Neydi kırk yıl öncesinin sorunları? Neleri yazıyor neleri yorumluyorduk? Şikâyetlerimiz hangi konularda yoğunlaşıyordu? Hangi olaylara kızıyor hangisine gülüyorduk? Korkularımız neydi? En çok kime güveniyorduk?
Memleketin bugünkü ahvaline bakıp da mesela Güzelyurt ahalisinin artık isyanı oynadığını gördükte çoktan unuttuğumuz o “dün” geldi aklıma! Mesela 1974’ün hemen sonrası… Ne diyorduk?
“Dünyada ilk kez Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye Cumhuriyeti dışında bir Türk devleti doğuyor. Yani dünyada iki Türk devleti, Uluslar arası siyaset ortamlarında iki Türk Devletinin oyu! Dolayısıyla iki Türk devletine dayalı iş ve güç birliği…”
Heyecanımız büyüktü… Dünyaya bile sığdıramıyorduk düşüncelerimizi, o kadar çoktular! Ve müthiş seviniyorduk: “Bağlar bahçeler, tesisler oteller, okullar hastaneler, ekilip biçilmeyi bekleyen topraklar, köyler kentler… Hepsi de emrimize amadeydi…
İlk kez “cemaat” esamesinden çıkıp “devlet” oluşa intikal ediyorduk. İlk kez “bizimdir” dediğimiz topraklara sahip oluyorduk. Kısaca hem “yeni bir Türk halkı olarak yeşeriyorduk hem de yeni bir Türk vatanı kuruyorduk…”
ÇOK SONRA ANLADIKTI Kİ DEVLET OLMAK KOLAY İŞ DEĞİLDİR! Kaldı ki zaten “devlet olmaya hazır değildik!” Dolayısıyla ilk yaptığımız “icraat” devlete intikal etmiş Rum’un mülkünü ganimetlemek olduydu! O zaman şöyle yazıyordum:
“Devletin mayasına hırsızlık karıştı. Bu devlet artık hayır etmez!”
Sonra tuhaf ve yanlış kararlarla Ankara karıştı Kuzey’e! TC’li “Koordinatörlerimiz” önce paramızı değiştirdiler! Bir gecede Kıbrıs liralarından TL’ye geçtik ve bir gecede fakirleştik!
Sonra Rum’dan kalan tesisleri “holdingler” haline soktuk, ardından da yağmalayıp batırdık!
Sonra Güney’den gelen göçmenleri bahane ederek parayla alınıp satılan “puanları” icat edip sayesinde memleketi bir baştan bir başa yağmalattırdık!
Sonra puanlar aldık puanlar sattık! Haram zenginler yarattık, devletin canına okuduk, ne sahil bıraktık yağmalanmamış ne dağ bayır!
Sonra seksen bin dönümlük narenciye bahçelerini kesip yakıp, kurutup doğrayıp otuz beş bin dönüme indirdik!
Sonra rüşveti soktuk hayatlarımıza! Dolandırıcılıkla sahtekârlığı!
Sonra seçim üstüne seçim yaptık! Oylar sattık, oylarla insanlar satın aldık!
Ve bu minval üzere devam ederken hayatlarımız, Türkiye verdi biz yedik, yedikçe şişindik, şişindikçe “seni de istemiyoruz” deyip “Türkiyeliye” de “askerine” de kapıyı gösterdik! El an devam ediyor devlet serüvenimiz!
BUNA KARŞIN YİNE DE BİR ŞEYLER BAŞARILIYOR: Bir yanda son on yıla sığdırılan yollar, göletler, devasa turistik oteller, düne göre daha bir gelişen ticaret hacmi, onu aşkın üniversite, kuraklıklara karşın bitmeyen mücadele, daha çok ekim, daha çok üretim, daha çok ihracat…
Kabul! KKTC dünün KKTC’si değil. Rum’un malı üzerinde at oynatıp rant ekonomisi ile yetinen de değil! Merkez bankası, onlarca Bankaları, sermaye birikimlerine ulaşmışlığı ile çözümsüzlüğe karşın ayakları üzerinde durmaya çalışan bir KKTC var!
FAKAT BU KEZ TEHLİKE DAHA BÜYÜK: Çünkü 1974’de eline geçen devasa serveti çar çur edip kaybettikten sonra küllerinden fakat alın teri ile yeniden var olmaya başlayan KKTC’yi, şimdi de “yönetici takımları” tehdit etmektedirler! Memleketin sorunları ile uğraşmaktansa “insanlarla uğraşmayı” yeğleyen Hükümetler, devleti krize sokmaktadırlar!
Yoksa kırk yıldır talihsizliği ile yalnızlığının gayya kuyusunda çırpınan, Annan planları ile aldatılan Güzelyurt halkı neden isyan etsindi? Neden açıklamaları ile Hükümeti “ilgisizlik ve vurdumduymazlıkla” suçlasındı?
Neden dünyada bile çok az bölgede yetiştiği için “sarı altın” olarak nitelenen Narenciye yetiştiricileri isyanı oynasındı? Hem tek bir Hükümete karşı değil, “gelip geçmiş hükümetlere karşı” diyerek!
Neden hayvancı, patatesçi, çiftçi, köylü hükümetlerden şikâyetçi olsundu? Neden müteahhitler ayağa kalksındı? Neden sendikalar eylemden eyleme koşsundu? Neden velinimet Ankara ile doğru dürüst diyalog kuramayacak kadar bir Hükümet basiretsizliği yaşansındı?
Neden rüştümüzü ispat etme fırsatında kendi anayasamızın değişikliğini yapacakken onu bile tepecek zafiyete düşelimdi?
Neden Bakanlarımız istifa ederlerken devletin sistemsizliğinden, yarattığı kaostan, yetki paylaşımlarının çarpıklıklarından, yanlış yasalardan şikâyetçi olduklarını haykırsınlardı?
“ARTIK YETMEDİ Mİ?” İşte onca sızlanmayı bunu sormak için yaptık! “Artık yetmedi mi?” Ne zaman ağaçlarla uğraşmaktan vazgeçip yanan ormana bakacaksınız? Ne zaman bitiremediğiniz popülizmi terk edip yerine hukukun üstünlüğünü koyacaksınız? Devlete ne zaman sahip çıkacaksınız?
Yoksa Rum’un gün ola gelip sorunlarımıza sahip çıkıp çözmesi için, çözümü mü bekliyorsunuz? **********
Memleketin bugünkü ahvaline bakıp da mesela Güzelyurt ahalisinin artık isyanı oynadığını gördükte çoktan unuttuğumuz o “dün” geldi aklıma! Mesela 1974’ün hemen sonrası… Ne diyorduk?
“Dünyada ilk kez Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye Cumhuriyeti dışında bir Türk devleti doğuyor. Yani dünyada iki Türk devleti, Uluslar arası siyaset ortamlarında iki Türk Devletinin oyu! Dolayısıyla iki Türk devletine dayalı iş ve güç birliği…”
Heyecanımız büyüktü… Dünyaya bile sığdıramıyorduk düşüncelerimizi, o kadar çoktular! Ve müthiş seviniyorduk: “Bağlar bahçeler, tesisler oteller, okullar hastaneler, ekilip biçilmeyi bekleyen topraklar, köyler kentler… Hepsi de emrimize amadeydi…
İlk kez “cemaat” esamesinden çıkıp “devlet” oluşa intikal ediyorduk. İlk kez “bizimdir” dediğimiz topraklara sahip oluyorduk. Kısaca hem “yeni bir Türk halkı olarak yeşeriyorduk hem de yeni bir Türk vatanı kuruyorduk…”
ÇOK SONRA ANLADIKTI Kİ DEVLET OLMAK KOLAY İŞ DEĞİLDİR! Kaldı ki zaten “devlet olmaya hazır değildik!” Dolayısıyla ilk yaptığımız “icraat” devlete intikal etmiş Rum’un mülkünü ganimetlemek olduydu! O zaman şöyle yazıyordum:
“Devletin mayasına hırsızlık karıştı. Bu devlet artık hayır etmez!”
Sonra tuhaf ve yanlış kararlarla Ankara karıştı Kuzey’e! TC’li “Koordinatörlerimiz” önce paramızı değiştirdiler! Bir gecede Kıbrıs liralarından TL’ye geçtik ve bir gecede fakirleştik!
Sonra Rum’dan kalan tesisleri “holdingler” haline soktuk, ardından da yağmalayıp batırdık!
Sonra Güney’den gelen göçmenleri bahane ederek parayla alınıp satılan “puanları” icat edip sayesinde memleketi bir baştan bir başa yağmalattırdık!
Sonra puanlar aldık puanlar sattık! Haram zenginler yarattık, devletin canına okuduk, ne sahil bıraktık yağmalanmamış ne dağ bayır!
Sonra seksen bin dönümlük narenciye bahçelerini kesip yakıp, kurutup doğrayıp otuz beş bin dönüme indirdik!
Sonra rüşveti soktuk hayatlarımıza! Dolandırıcılıkla sahtekârlığı!
Sonra seçim üstüne seçim yaptık! Oylar sattık, oylarla insanlar satın aldık!
Ve bu minval üzere devam ederken hayatlarımız, Türkiye verdi biz yedik, yedikçe şişindik, şişindikçe “seni de istemiyoruz” deyip “Türkiyeliye” de “askerine” de kapıyı gösterdik! El an devam ediyor devlet serüvenimiz!
BUNA KARŞIN YİNE DE BİR ŞEYLER BAŞARILIYOR: Bir yanda son on yıla sığdırılan yollar, göletler, devasa turistik oteller, düne göre daha bir gelişen ticaret hacmi, onu aşkın üniversite, kuraklıklara karşın bitmeyen mücadele, daha çok ekim, daha çok üretim, daha çok ihracat…
Kabul! KKTC dünün KKTC’si değil. Rum’un malı üzerinde at oynatıp rant ekonomisi ile yetinen de değil! Merkez bankası, onlarca Bankaları, sermaye birikimlerine ulaşmışlığı ile çözümsüzlüğe karşın ayakları üzerinde durmaya çalışan bir KKTC var!
FAKAT BU KEZ TEHLİKE DAHA BÜYÜK: Çünkü 1974’de eline geçen devasa serveti çar çur edip kaybettikten sonra küllerinden fakat alın teri ile yeniden var olmaya başlayan KKTC’yi, şimdi de “yönetici takımları” tehdit etmektedirler! Memleketin sorunları ile uğraşmaktansa “insanlarla uğraşmayı” yeğleyen Hükümetler, devleti krize sokmaktadırlar!
Yoksa kırk yıldır talihsizliği ile yalnızlığının gayya kuyusunda çırpınan, Annan planları ile aldatılan Güzelyurt halkı neden isyan etsindi? Neden açıklamaları ile Hükümeti “ilgisizlik ve vurdumduymazlıkla” suçlasındı?
Neden dünyada bile çok az bölgede yetiştiği için “sarı altın” olarak nitelenen Narenciye yetiştiricileri isyanı oynasındı? Hem tek bir Hükümete karşı değil, “gelip geçmiş hükümetlere karşı” diyerek!
Neden hayvancı, patatesçi, çiftçi, köylü hükümetlerden şikâyetçi olsundu? Neden müteahhitler ayağa kalksındı? Neden sendikalar eylemden eyleme koşsundu? Neden velinimet Ankara ile doğru dürüst diyalog kuramayacak kadar bir Hükümet basiretsizliği yaşansındı?
Neden rüştümüzü ispat etme fırsatında kendi anayasamızın değişikliğini yapacakken onu bile tepecek zafiyete düşelimdi?
Neden Bakanlarımız istifa ederlerken devletin sistemsizliğinden, yarattığı kaostan, yetki paylaşımlarının çarpıklıklarından, yanlış yasalardan şikâyetçi olduklarını haykırsınlardı?
“ARTIK YETMEDİ Mİ?” İşte onca sızlanmayı bunu sormak için yaptık! “Artık yetmedi mi?” Ne zaman ağaçlarla uğraşmaktan vazgeçip yanan ormana bakacaksınız? Ne zaman bitiremediğiniz popülizmi terk edip yerine hukukun üstünlüğünü koyacaksınız? Devlete ne zaman sahip çıkacaksınız?
Yoksa Rum’un gün ola gelip sorunlarımıza sahip çıkıp çözmesi için, çözümü mü bekliyorsunuz? **********
KIBRIS GİTGİDE BEYNELMİNEL BİR KONUMA KAYIYOR! (ARTIK ÇÖZÜM SADECE TÜRK VE RUM ÇIKARLARINI GÖZETMEYECEKTİR!)
Kıbrıs siyasi sorunu ile ilgili gelişmelere bigane kalamıyorum. Oysa son günlerde BM’ler kulislerine de taşınmış olsa öyle ahım şahım gelişmeler olmadı. Bilinen tek husus artık Anastasiadis’in de her halde üçüncü etabı olmalı, müzakerelerden kaçamayacağıdır…
Dün de yazdıktı. Eroğlu artık “al-ver” tartışmalarına geçilmesini bu arada “ilgili tarafların liderlerinin New Yok’ta Ban Ki-moon’la görüşmelerini önermektedir.”
Tam da Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” diyerek BM’ler Genel Kurul’unu bombardıman ettiği bir sırada! Yani Erdoğan’ın sivri dili BM’leri de neşterlerken insan düşünmek zorunda kalıyor: “Bu siyasi çıkışlar Kıbrıs sorununa nasıl yansımaktadır?”
Dahası “Orta Doğu’da gitgide hem “taraf” hem de “şekil” değiştiren kanlı olaylar arasında Kıbrıs siyasi sorunu gelecekte hangi konumu ile yer alacaktır? ÖTE YANDAN: Son IŞİD terörü sürekli tırmanmaktadır! Artık “Terör örgütü” denemeyecek kadar da büyük bir askeri güç haline gelmiş ve anlaşılmıştır ki bölgeyi siyasi yönden değişimler beklemektedir. Buna paralel olarak Ağrotur’daki İngiliz Üssü yeniden büyük önem kazanmıştır. ABD’nin oluşturduğu Federasyona İngiltere de dahil olmuş hatta savaş uçaklarının Ağrotur’dan kalktığı haberleri yayılmıştır…
NATO’NUN ADASI MI OLACAĞIZ? Tabi insan bunları düşünürken şunu da düşünür: Eğer Orta Doğu’da kısa sürede istikrarlı çözüm olmayacaksa o halde adadaki İngiliz üsleri de işlevine devam edecektir.
BİR: O zaman Kıbrıs’taki olası çözüme adadaki koçanlı üssü ile İngiltere nasıl katılacaktır? Yahut nasıl katılmayacaktır? Dolayısıyla dışlanacak mıdır içselleşecek midir?
İki: İngiltere’nin adada kalması demek ABD’li ve Türkiyeli NATO’nun da kalması demek olacaktır!
ÜÇ: İşte sorulası soru! O halde bu NATO’nun adasına nasıl bir çözüm modeli biçilecektir?
Dört: NATO’nun çıkarları ile stratejisini tabi ki olumsuz şekilde etkilemeyecek bir çözüm, Türk ve Rum hakları ile Türkiye ve Yunanistan’ı da kapsamına alacak bir anlaşmada ve ortak paydalarda nasıl statüleşecektir?
Bu düşünceler hayal mahsulü değillerdir. Ada bir yandan “gazı” öte yandan “suyu” beride “İngiliz üsleri” ötede “Nato”su ve Kuzey’de “Türk askeri gücü” ile şu sıralarda tam bir beynelminel uçak gemisi gibidir! Üstelik Rusya da hâlâ Güney’de cirit atmaktadır, unutmamak lazım!
Tüm faktörlerin harmanlandığı bu adada kim çıkıp da çözümün kolay olacağını söyleyebilir ki? Çözüm hiç de kolay olmayacak çünkü ada gitgide Türkiye ve Yunanistan ötesi güçler tarafından da “bölge barışı” adına stratejik nedenlerle kullanıma sokulmak istenmektedir!
Dün de yazdıktı. Eroğlu artık “al-ver” tartışmalarına geçilmesini bu arada “ilgili tarafların liderlerinin New Yok’ta Ban Ki-moon’la görüşmelerini önermektedir.”
Tam da Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” diyerek BM’ler Genel Kurul’unu bombardıman ettiği bir sırada! Yani Erdoğan’ın sivri dili BM’leri de neşterlerken insan düşünmek zorunda kalıyor: “Bu siyasi çıkışlar Kıbrıs sorununa nasıl yansımaktadır?”
Dahası “Orta Doğu’da gitgide hem “taraf” hem de “şekil” değiştiren kanlı olaylar arasında Kıbrıs siyasi sorunu gelecekte hangi konumu ile yer alacaktır? ÖTE YANDAN: Son IŞİD terörü sürekli tırmanmaktadır! Artık “Terör örgütü” denemeyecek kadar da büyük bir askeri güç haline gelmiş ve anlaşılmıştır ki bölgeyi siyasi yönden değişimler beklemektedir. Buna paralel olarak Ağrotur’daki İngiliz Üssü yeniden büyük önem kazanmıştır. ABD’nin oluşturduğu Federasyona İngiltere de dahil olmuş hatta savaş uçaklarının Ağrotur’dan kalktığı haberleri yayılmıştır…
NATO’NUN ADASI MI OLACAĞIZ? Tabi insan bunları düşünürken şunu da düşünür: Eğer Orta Doğu’da kısa sürede istikrarlı çözüm olmayacaksa o halde adadaki İngiliz üsleri de işlevine devam edecektir.
BİR: O zaman Kıbrıs’taki olası çözüme adadaki koçanlı üssü ile İngiltere nasıl katılacaktır? Yahut nasıl katılmayacaktır? Dolayısıyla dışlanacak mıdır içselleşecek midir?
İki: İngiltere’nin adada kalması demek ABD’li ve Türkiyeli NATO’nun da kalması demek olacaktır!
ÜÇ: İşte sorulası soru! O halde bu NATO’nun adasına nasıl bir çözüm modeli biçilecektir?
Dört: NATO’nun çıkarları ile stratejisini tabi ki olumsuz şekilde etkilemeyecek bir çözüm, Türk ve Rum hakları ile Türkiye ve Yunanistan’ı da kapsamına alacak bir anlaşmada ve ortak paydalarda nasıl statüleşecektir?
Bu düşünceler hayal mahsulü değillerdir. Ada bir yandan “gazı” öte yandan “suyu” beride “İngiliz üsleri” ötede “Nato”su ve Kuzey’de “Türk askeri gücü” ile şu sıralarda tam bir beynelminel uçak gemisi gibidir! Üstelik Rusya da hâlâ Güney’de cirit atmaktadır, unutmamak lazım!
Tüm faktörlerin harmanlandığı bu adada kim çıkıp da çözümün kolay olacağını söyleyebilir ki? Çözüm hiç de kolay olmayacak çünkü ada gitgide Türkiye ve Yunanistan ötesi güçler tarafından da “bölge barışı” adına stratejik nedenlerle kullanıma sokulmak istenmektedir!
***********
KISACA TAKILDIĞIM: (RUM KENDİNİ TEK ZANNEDİYOR, AMMAA!)
Bir zamanların İstanbul Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay renkli simalardandı. Bir gün fırınları denetlemeye çıkmış bir fırında kendisine ikram edilen nefis pastayı yemiş ve fırıncıya sormuş:
“Oğlum sen bunun içine ne koydun ki bu kadar leziz olmuş?”
Fırıncı hafif gülümseyerek cevap vermiş: “Sana koydum efendim!”
Fahrettin Kerim pastadan bir lokma daha almış, “öyleyse demiş diğer fırıncılara söyleyeyim de artık onlar da sana koysunlar…”
Bazen Kıbrıs sorununa baktıkta hatırıma gelir. Rum bu adayı hep kendi malı görüyor ama farkında değil. Gitgide karışanı çoğalıyor! Neden bu kadar istediğini öğrenirlerse sonu kötü olacak!
Bir zamanların İstanbul Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay renkli simalardandı. Bir gün fırınları denetlemeye çıkmış bir fırında kendisine ikram edilen nefis pastayı yemiş ve fırıncıya sormuş:
“Oğlum sen bunun içine ne koydun ki bu kadar leziz olmuş?”
Fırıncı hafif gülümseyerek cevap vermiş: “Sana koydum efendim!”
Fahrettin Kerim pastadan bir lokma daha almış, “öyleyse demiş diğer fırıncılara söyleyeyim de artık onlar da sana koysunlar…”
Bazen Kıbrıs sorununa baktıkta hatırıma gelir. Rum bu adayı hep kendi malı görüyor ama farkında değil. Gitgide karışanı çoğalıyor! Neden bu kadar istediğini öğrenirlerse sonu kötü olacak!
DİĞER YAZILARI
- Pazar Sohbetimdir.(Bu Devleti Kaybetmeyelim!)
- Lider olmak kolay değildir!
- Bıkıp Usandık Bu Müzakerelerden!
- Sorunu çözmek BM’lerin işi değil!
- Kendini zorlayan iki devletlilik..
- Pazar Sohbetimdir: (Kıyaslamayla Geçen Hayatlarımız!)
- Hepsi de birbirinin kopyasıdır!
- Güneyin Ekmeğine Sürülen Yağlar Ballar!
- Sn. Akıncı’dan beklediğimiz
- Bundan sonrası (iki ayrı komşu devlet)
- TÜM YAZILARI için tıklayınız