Pazar Sohbetimdir: (Atatürk’le Yaşarken Dünden Bugüne…)
12/11/2017
Eşref Çetinel
Atatürk adını yeni yeni işitmeye başladığımda beş altı yaşlarındaydım. Rahmetlik pederim bildiği duyduğu kadarıyla sık sık “ondan” bahsederdi. Ne kadar büyük ve kahraman olduğunu anlatırdı. Türkiye’yi yedi düvelin askerlerini yenerek nasıl kurtardığını, savaşırken karlar içinde yattığını, Yunanı denize döktüğünü..
Bir 10 kasım günü olmalıydı. Babam Mağusa’nın Akkule mahallesindeki eski Osmanlı hanından bozma iki buçuk kemerli sundurmasında bir aşağı bir yukarı volta atarken şöyle dediydi bana. “Bilir misin, Atatürk’ün ölüm haberini aldığımızda bubam (dedem) başını bu kemerin sütununa dayadı hünk vurdu ağladıydı…
“Hünk”ün bir anlam karşılığını bulamadım. Ama belli ki bu kelime, içten ta ruhundan, kalbinden, beyninden kopup gelen bir büyük üzüntüyü, gözyaşlarını pekiştiren bir “ses” olarak kullanılıyordu o büyük yası ifade ederken…
SONRALARI az biraz daha büyüyecek, okullarda, ulusal günlerde Atatürk şiirleri okuyacaktım.. Ve yıllar birbirini kovalarken, ben Atatürk’ü öğrenmeye devam edecek, öğrendikçe de hayranlığım artacaktı..
Nitekim gün gelecek okullardaki tarih kitapları dışında Atatük’le ilgili kitaplar satın alacak, bu kez bizzat okuyup, öğrenip, kendim anlamöaya çalışacaktım Atatürk’ü… Ve çok sonraları, bugün de Atatürk’le ilgili yayınlanan kitapları satın almaya devam edecek, bazılarını okuyamadığım halde kitaplığımda en değerli kitaplar olacaklardı..
FAKAT: İlk bilinçli okuduğum Atatürk kitabı büyük üstat Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam” adlı kitabı olacaktı. İlk kez önümde “asker Mustafa Kemal ile Türkiye Cumhuriyetini kuran “devrimci” Atatürk”ün mücadelesi, dehası, çağdaşlığı sayfa sayfa açılacak, “gerçek vatansever kimdir, nasıl olur idrak edecek ve bir kez daha Atatürk gözümde büyürken, sevgim, saygım, tutkum kat be kat artacaktı…
NİTEKİM: Bu “bilinç” ve “sevgide” bütünleşen Atatürk’ü ilkokullardaki minik öğrencilerime hep anlatacak onlara biz Kıbrıslılara özgü kelimeleri uzata uzata ve üzerlerine abartılı biçimde basa basa diyecektim ki “Çocuklar bir asker Mustafa Kemal vardır bir de devrimci Atatürk…” Ve soracaktım öğrencilerime: “Kimdir Atatürk?” “Hep birden cevap vereceklerdi. “Atamızzz…” Devam edecektim sormaya: Ne yaptı peki? “Yurdu düşmanlardan kurtardı öğretmenim…” Başka? “Padişahlığı kaldırdı yerine Cumhuriyeti kurdu… Bir öğrencim öteden heyecanla atılacak “Arapçayı kaldırdı bize Türkçe yazma okumayı öğretti öğretmenim” diyecekti… Ve ben “evet, evet” derken öğrencilerim peşi peşine ayağa fırlayarak hep birden bağırarak, birbirleriyle yarışırcasına “bize yazmayı öğretti..” “Fesi attı şapka giydirdi..” Kadını çarşaftan peçeden kurtardı..” “Kadına erkekler kadar hak tanıdı..” Diyeceklerdi çığlıkı çığlığa…
SONRA: Liseyi bitirecek İstanbul Sahaflarda Atatürk’ün şimdilerde yeni neslin okuduğunda o dönemdeki “eski Türkçe kelimelerini” anlayamayacağı için sonradan “sadeleştirilmiş ve Türkçeleştirilmişi” yayımlandığı kitabın asli olanının iki cildini satın alacak ve okuyacaktım..
Ve çok uzun yıllar sonra diyecektim ki “Türkçe dili en azından Atatürk’ün Nutkunu okuyup anlayacak kelimeleriyle korunmalı, Türkçeleştirme adına kıyım kıyım kıyılarak yabancı kelimeler ve uyduruk ifadelerle tarihimiz geçmişimiz kısırlaştırılmamalıdır…”
Sonraları ve çok uzun süre şimdi dilime pelesenk “arapça farsça kökenli kelimeleri” işte gençliğimin o günlerinde, “Nutuk kendi yazılışı yani Atatürk’ün yazdığı gibi okunup anlaşılmalı” düşüncemden kaynaklı bir inatla yazılarıma da oturacak ve bu günlere kadar benimle yaşamaya devam edeceklerdi. Halâ devam ettiklerince tabi!
Ve bunları yaşarken, Atatürk sevgisiyle büyüklüğünü tartışmak zorunda kalırken anlayacaktım ki “özellikle Türkiye’de Atatürk’ü sevmeyenler de var hem de çok!” HATTA son Türk büyüğü Abdülhamit’tir diyenlerle çok tartışacaktım oralarda.. Çünkü muhafazakâr kesimler Atatürk’ün “laikliği” Cumhuriyetin temel taşı yapmasına fena halde içerliyorlardı! Bir yandan son padişahla halifeliğin elden gittiğine üzülüyor, öte yandan “dini akidelerle yetişmişliğin yobazlığa varan düşüncelerinde” geleneksel yaşam tarzları ve okullardaki müfredatlar da değişirken, “özümüzden koptuğumuz” yargısında büyük hiddete kapılacaklardı!
Öte yandan Atatürk’e kadar “din üzerinden” nemalanan hacılar hocalar, kendilerine ulema dedirtenler “laik Türkiye”de değirmenin suyu kesildiği için işsiz ve itibarsız kalmanın küskünlüğünde sürekli Atatürk düşmanlığını besleyeceklerdi! Halâ devam ediyor, Nurculuk olayı ispatı!
ŞİMDİLERDE de hâlâ “Atatürk üzerinden tartışmaların devam ettiği cümle alemin yakından izlediği bir başka Atatürk istismarcılığı var…
Kaldı ki daha 1960’da bizim bünyemizde de vardı Atatürk düşmanlığı! Abdülhamitçiler, Nakşibendiciler.. Onlarla tartışırken bir gün önüme İsmet İnönü ile Lozan barış müzakerelerine “heyetle” birlikte katılan Dr. Rıza Nur’un halen Türkiye’de yasaklı olan Atatürk hakkında yazdığı kitabı koyacaklar, altları kurşun Kalemle çizilmiş cümleleri okumamı söyleyeceklerdi hem de gülerek ve büyük keyifle! O anlatımlar bugün de bazılarının Atatürk’ün kendisine ve ailesine ailesine hakaret edenlerin benzeri sövgüler ve yalanlarla çok çirkin iftiralardı!
VE “beşer” dediğimiz “insanlığı” düşündümdü yıllar önce Atatürk’le! “Ne olursanız olunuz, kurtulamazsanız sengi hezimetten hele siyasi kimliğiniz de varsa ve bir devletin “Atatürk”ü iseniz…
YILLAR sonra bizim Marksist Leninistlerin arasında bir süre ben de dolanacak, aşağı sarkık moğol bıyıklarım, uzun saçlarım, koyu renk gözlüklerimle “komünizme” aşık o dönemlerin gençlerinden biri olacaktım. Behice Boran’ların güler yüzlü Sosyalizmlerinden, Mao’culuktan falan geçecektik…
FAKAT: Hiç biri Atatürk ve Atatürkçülük kadar büyük ve radikal olmayacaktı derunumuzda! Hiç biri tek bir kelimede Atatürk’ün “kemalizmi” kadar “çağdaş, muassır medeniyetler seviyesinde ve dünyada en hakiki mürşit ilimdir derken, “köylüyü” bir kral tacı gibi milletin başına “efendi” olarak koyamayacaktı..
Hiçbiri hiçbir “izm” Atatürk ve Atatürkçülük kadar olamayacaktı…
Büyük Atatürk’ü bir kez daha saygı sevgiyle anarım..
- Pazar Sohbetimdir.(Bu Devleti Kaybetmeyelim!)
- Lider olmak kolay değildir!
- Bıkıp Usandık Bu Müzakerelerden!
- Sorunu çözmek BM’lerin işi değil!
- Kendini zorlayan iki devletlilik..
- Pazar Sohbetimdir: (Kıyaslamayla Geçen Hayatlarımız!)
- Hepsi de birbirinin kopyasıdır!
- Güneyin Ekmeğine Sürülen Yağlar Ballar!
- Sn. Akıncı’dan beklediğimiz
- Bundan sonrası (iki ayrı komşu devlet)
- TÜM YAZILARI için tıklayınız