Pazar Sohbetimdir: (Hindinin Hikâyesi Ve Hoş Geldin Yeni Yıl.)

ads ads ads ads
31/12/2017

ads

Eşref Çetinel Eşref Çetinel


Allah bizi geçen her gün ile birlikte… Duvarda asılı takvimlerden kopartılan üç yüz altmış beş tane yaprağın…  Eksile ufala  bir yılın sonuna getirmişliğinin.. Bir kez daha sağlıklı bahtiyarlığına ulaşmamızı… Nasip ve kısmet eyledi… Şükürler olsun.

Biten her yıl ile birlikte yepyeni bir yıla daha başlıyoruz. Tıpkı doğumlarla ölümler gibi!

NİTEKİM bundan altmış sekiz, altmış dokuz yıl önce de… böylesi bir yeni yıl arifesinde… Artık söyleye yaza beni takip eden okuyucularımın da bildiğince… Mağusa surlar içinde… İki buçuk kemerli eski Osmanlı hanından bozma evimizde… Daha gün yeni ışırken… Bir heyecan başlardı evin büyük ve uzun sundurmasında…

BUGÜN sizi işte o güne götüreceğim. Götüreceğim de söyleyeyim: Bunları çok yazdım, biliyorum. Fakat o kadar azaldık ki geçerken yıllar ve o kadar çoğaldık ki nesiller boyu, yaşayıp bilenler için değil, daha yeni yaşamaya başlayanlar için tekrar ediyorum geçmişin yıllarını!

BUNDAN 68 yıl önce,  yine böylesi bir Aralık ayının 31’inde heyecanla uyandımdı.. Çocuktum ama biliyordum, akşam oldumu yeni bir yıla gireceğimizi..

Ki bu akşamın hazırlıkları iki ay önceden başlardı. Önce babam  bir “bibi” temin ederdi hindi besleyenlerden. Bibi ileride hindi olacak küçücük palazdı. sevgilerimizle sarmalardık onu avuçlarımızda, avuçlarımızda ısınırdı..

SONRASI günlerde trifillerle, işkembelerle, buğday arpa ile beslenirdi.. Rahmetlik pederimin ifadesiyle “kuzu kadar olurdu maşallah!”  Çoğu zaman asmanın sarkan bir dalına astığım işkembeyi  bıçakla küçük parçalar halinde keser artık iyice irileşen hindiye doğru yukarılara atar ve koca hayvanın nasıl yükseklere uçarken işkembe parçasını havada  kaptığı gibi “lüp” diye midesine indirmesini hayret ve heyecanla izlerdim. Benim için bir oyundu bu hindi  besleme…

VE yeni yıla gireceğimiz akşamın  bir gün öncesinde, bir akşamüzeri, henüz güneş batmadan, iki aydır beslediğimiz ve  (galo) dediğimiz hindimizle vedalaşmak zamanı gelirdi!                                                            “BABA” derdim, hatırlarım.. “Ne olursun kesmeyelim, bak alıştı bize, biz de ona..”

Bir liman işçisi olan babamın gözleri yaşarırdı ama belli etmezdi üzüntüsünü, bana “hayvanların etleri, yumurtaları, sütleri için beslendiğini bilmem kaçıncı kez anlatırdı anlatabildiğince.. Ve “bu alina  derdi Allahın bize rızkıdır bize, onu yemek için besledik. Günü geldi keseceğiz..”

HİNDİ her şeyden habersiz  avluda gezinirken al al olmuş ibiğini “gala gala” diye sesler çıkartarak   sarkıtır, kanatlarını kabartırken olduğundan çok daha iri gözükürdü.  Bu haliyle tahtında gururla oturan muhteşem bir kral gibi  gözükürdü hindimiz. Ona son bir defa sevgiyle sarılır, hayvan bundan hiç hoşlanmaz panikleyip kaçarken, beni sağ sağa sola savururdu…

VE  o kaçınılmaz an gelirdi! Annem bir süre önce bir koca bardak şarap yahut “kumandarga” içirdiği hayvanın, artık iyicene kafayı bulduğunu, sağa sola yalpalamasından tökezlemesinden anlar, akşamdan bilenmiş keskin bıçağını alır, bir koşuda, artık yürüyecek mecali kalmamış koca alinayı tutar  yere yatırır, sonra ayağıyla üst üste getirdiği iki kanadına  basarak şaraptan dolayı sersemlediği için artık hareket de  edemeyen hindinin  başını eliyle  bükerek, elindeki bıçağıyla hayvanın boynunu bir sürüşte kesiverirdi… Çırpınışlar içinde akan kanının durmasını bekler, sonra koskoca bir sininin  içine koyarak tüylerini yollamaya başlardı…

AYNİ akşam  ütülenip temizlenmiş hindinin ciğer ve taşlığıyla, pirinç, kuru üzüm, çam fıstığından oluşan iç pilavı karnına doldurduktan sonra,  yorgan iğnesiyle tekrar diker kapatır, beklemeye alırdı.

Ertesi sabah babam, bundan 58 yıl önce,  yeni yıla gireceğimiz böylesi bir günde,  “Ermeni karısının fırınına” götürürdü” hindiyi.. Öteki tüm hindiler arasından en büyüğü hep bizimki olurdu..

O günler bir başka mıydı? Evet! Yokluk, darlık, fukaralık, ilkellik vardı.. Fakat ayni makastan çıkmış modeller gibi, insanlar hep ayni hayatı yaşardı.. Ayni sevinci, ayni üzüntüyü paylaşırlardı. Gerçekten yoktu birbirlerinden farkları.. Ayni şarkıları söyler, ayni yemekleri yerler hep benzer evlerde yaşarlardı. Elektrik yoktu, kimse için yoktu!

       FAKAT yeni yıla gireceğimiz akşam yemek yenecek odamızı  gelinler  gibi süslerdik.. Her evde bir çam dalı, üzerlerinde o günlerde satılan “süsler” vardı.. Evlerde “lüks”ler yanardı.. Her  evin sofrasında kadınlı erkekli, çoluk çocuk, on beş kişiden az insan olmazdı..  Bazan bu aile fertlerine tanıdık eş dostlar da katılırdı. Tango modası vardı o yıllarda, tangolar söylenirdi hatta dans edilirdi söylenirken.. Sesi iyi olanlar Münir Nurettin’den, Safiye Ayla’dan, Müzeyyen Senar’dan şarkılar okurlardı..

UZUN yıllar öylesi muhabbet ve sevgilerle geçti yeni yıllarımız. Sofralarımızdan hiç eksilmedi koca koca hindiler..  Yanlarında patatesi, dolması, köftesi, golifası, salatası ve Filistin mültecilerinin yeni yeni tanıttığı  humusu… Bir de içenleri için şarabıyla konyağı..

VESSELAM: Çocuktum o yıllarda hem de çok çocuk. 2. Dünya Harbi yeni sonlandıydı. İnsanlar sürekli bir şeyler anlatırlardı ama anlamazdım doğrusu.. Ve saat tam on ikiyi vururken Mağusa limanındaki  yedi düvelin vapurları, borularını çalmaya başlarlardı.             O vapurların borularıyla müthiş bir harmoni oluşurdu türlü çeşitli, ayrı gayrı tonlardan sesleriyle.. Bilirdik ki hepsi de “hoş geldin yeni yıl, güle güle eski yıl” demek için ötelerdi yeri göğü inletircesine..  Tıpkı bu akşam da vururken saat on ikiyi söyleneceğince: “Hoş geldin yeni yıl… Güle güle eski yıl…”

31/12/2017 12:36
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: eşref çetinel
MANŞETLER

HK Eşref Çetinel

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.