Pazar Sohbetimdir: (Karamsarlığa Methiyem!)
23/07/2017
Eşref Çetinel
“Mutluluğun Mimarı” adlı kitabın yazarı Alain de Botton şöyle diyor: “Dini olmayan mimaride belli bir ideoloji savunulmuyor, kutsal kitaplardan alıntılar yapılmıyor, insanın tanrısına taşınabileceği binalar inşa edilmiyor belki ama tıpkı din adına yapılan binalar gibi din adına yapılmayan binalar da içlerine gireni biçimlendirme gücüne sahiptir. Mekân güzelliğinin dinlerce ne kadar önemsendiğinden yola çıkarak kutsal olmayan mekânların güzelliğine de önem vermeyi öğrenmeliyiz çünkü onlar da bizim en iyi yanlarımızı ortaya çıkartabilecek güce sahiptir. Çünkü onlar bizi dış dünyaya karşı koruyacak birer yuvadır…”
“EĞER yazmasam eğer söylememiş olsaydım” cümlesinden hareket ederek kendini önemsetme kuşkusunda olmayan kaç insan vardır bilmiyorum.. Fakat insanların “doğrularıyla” değil, büyük oranda “yanlışlarıyla” gömüldüğü bir gerçek olmalıdır! Bu nedenle son yolculuğa çıkarken “Allah taksiratını affetsin” derler…
Toplumu oluşturan insanlar hatalarının çokluğu ile hayat bulurlarken, çevreye yansıttıkları da ruhlarındaki aklarla karalardır..
O zaman “Allah”ın yarattığına değil, önce insanın yarattığına bakarsınız çünkü mabedini de yapıp Allah’a tapınan odur, yıkıp inkâr eden de odur!
ÇEVREMİZE BAKIN: 1974 Barış Harekâtı son erdikte kendimi kuşlar kadar özgür ve egemen hissettiydim. Küçük bir toprak parçasını ilk kez “vatan” yaptıktı.
Dünya’da ilk kez Türkiye dışında küçük bir Türk topluluğu kendi siyasi iradesinin sahibi olduydu!
Bir avuç Türk ilk kez kendi topraklarını ekip biçecek, yeşertecek, üretecek pazarlayacak, büyüyecek, serpilecek devlet olacaktı..
Muhtaç olduğu tek şey bu hayali yitirmeden çalışması, çabalaması, terini akıtacağı topraklara layık olmasıydı!
OLMADI! O kadar olmadı ki 43 yıl sonra ve hâlâ “çevre pisliğinden” söz ediyoruz.
Oysa Botton’un yazdığı gibi “onlar, doğamız bizi dış dünyaya karşı koruyacak yuvamız olmalıydılar.” Mabetlerimiz kadar güzel ve tertipli. Olmadı! Yuvalarımızı, çirkinliği ve çarpıklığı bağırtıp çağırtan biçimlerde yaptık! Ve o yaptıklarımıza benzedik içlerinde yaşadığımız için! Çarpık ve biçimsiz!
Sonra olanca çirkinliklerle hataları toprağa yansıttık. Ne ekip biçebildik doğru dürüst ne üretebildik istediğimizce!
Toprağı bu kadar tartışmalı olan bir topluluğun “devlet bütünlüğü ile sahiplik ilkesi mi olurdu?”
Olmadı! Olmadı ki 43 yıldır Rum’la pazarlık yapıyoruz, “ne kadarını verelim pazarlığında!” Yanında da her halde hediyesi olmalı, siyasi irademizin yarısını!
Denktaş öldü, Dr. Küçük öldü, Osman Örek öldü… Arkadaşları hep öldüler. Allah rahmet etsin. Fakat Kuzey Kıbrıs’ı hiç biri böyle hayal etmedi!
Gerçek şu ki “yuvamızı” güzel inşa edemedik! Bu nedenle huzurlu değiliz.. Rum liderliği bunun ne kadar farkındadır bilmiyorum. Kaldı ki onlar da huzurlu değil, bir farkla. Avuçlarının içine düşen “kuşu” yine kaçırdılar! Yoksa gitti giderdi Crant Montana’da Kuzey Kıbrıs!
Ya biz? Kurtardık mı, kurtulduk mu? Hiç sanmıyorum. Rum istediğini alana kadar peşimizi bırakmaz!
BU nedenle gelin 43 yıldır kahrımızı çeken, iki neslimizin yetiştiği Kuzey’i çirkinliğin değil güzelliğin, pisliğin değil temizlik tertibin, alavere dalaverenin değil dürüstlüğün, kap kaç düzenlerin değil, hukukun… Vatanı yapalım!
İşte Güney o zaman bırakır peşimizi!
- Pazar Sohbetimdir.(Bu Devleti Kaybetmeyelim!)
- Lider olmak kolay değildir!
- Bıkıp Usandık Bu Müzakerelerden!
- Sorunu çözmek BM’lerin işi değil!
- Kendini zorlayan iki devletlilik..
- Pazar Sohbetimdir: (Kıyaslamayla Geçen Hayatlarımız!)
- Hepsi de birbirinin kopyasıdır!
- Güneyin Ekmeğine Sürülen Yağlar Ballar!
- Sn. Akıncı’dan beklediğimiz
- Bundan sonrası (iki ayrı komşu devlet)
- TÜM YAZILARI için tıklayınız