Pazar sohbetimdir: (Kıbrıs’ta Namık Kemal Efsanesi…)

ads ads ads ads
29/03/2015

ads

Eşref Çetinel Eşref Çetinel


“Araştırıldığı” için emek verilmiş öğretici kitapları severim. Bir süre önce Fehmi Tuncel tarafından imzalanıp verilen “Namık Kemal”in Mağusa’daki 38 aylık yaşamı ile ilgili kitabı da bu heyecanıma kattım. Çünkü tarihi kesiti içinde 38 ay gibi kısa bir süre içinde surlar içinden gelip geçen Namık Kemal, Mağusalı için bir “sürgün” değil, bir özgürlük abidesi bir “vatan kahramanıydı.”

Bu nedenle olmalı Mağusa’da devre devre Namık Kemal’in sahnelenmedik ne tiyatro eseri kaldı ne de adının verilmediği “önemli” olarak nitelen tek yer kaldı… Mağusa öylesine özdeşleşti ki Namık kemal’le hâlâ adları birbirlerini çağrıştırmakta…

“KİTAP” UZUN BİR ÇALIŞMANIN ÜRÜNÜ: Üç kişi büyük emek vermiş kitabın yazılmasına. Rahmetlik Ali Nesim, Fehmi Tuncel ve Şevket Öznur.

Yukarıda da yazdığımca kitabı heyecanla aldım. Çünkü Namık Kemal hakkında bazı bilgilerim olduğunu zannediyordum. Kitabı okurken “bildiklerimin” doğruluğuna ellerken, “bilmediklerimin” de ne kadar çok olduğuna şaştım! Mesela:

MESELA: Evet “Vatan Yahut Silistre” oyununun 1 Nisan 1873’de Agop’un tiyatrosunda sahnelendiğini “istibdat ve monarşiden” usanmış olan halkın oyundan sonra “yaşasın vatan” diye bağırarak Namık Kemal’i sahneye davet ettiklerini biliyordum. Bu nedenle Abdülhamit tarafından “gözlerden uzaklaştırmak için” 1873 Nisanında Mağusa’ya sürgüne gönderildiğini hatta şimdi ziyarete açık olan “zindanında” çok kısa süre kaldığını sonra Kadir ağa’nın hanaylı evine taşındığını da biliyordum…

FAKAT Mağusa’ya girişi ile başlayan 38 aylık dönemde temas ettiği insanları, gördüğü hüsnü kabulleri, Sonraları zindanın üzerine bir hanay yaptırarak oraya taşındığını, Mağusa’da pek alâ da konuşup tartışacak Suphi Ezel gibi yine Mağusa’nın tarihine mal olmuş bir kişinin oğlu ile yarenlik ettiğini ve satır aralarına sıkışmış o günkü Mağusa’da şimdilerde Lala Mustafa paşa Camiinin yanındaki kubbeli medresenin erkek lisesi olduğunu bilmiyordum… Hatta bahçeci Mustafa şükrü Efendi’nin Namık Kemali eni konu tanıdığını da kitabı okuduktan sonra öğrendim… Nitekim kitap hazırlanırken yıllar önce kendisi ile yapılan bir röportajda Mustafa Şükrü efendi Namık Kemal’in Mağusa’ya ilk gelişini bakın nasıl anlatıyor:

KALEDE HAYAT: (Özetle aktarıyorum.) … Kemal Bey’in ilk günlerdeki durgun halleri birkaç ay sonra değişmeye başladı… Sabahları erken kalkıp çam ağaçlarının altındaki çeşmede (büyük olasılıkla Cafer Paşa Çeşmesi olmalıdır) elini yüzünü yıkar odasına dönerdi. Sabahları kahvaltı ettiğini hatırlamıyorum… Birçok günler sokaktan geçerken Kemal’i görmek için durup kaldığı yere baktıklarını hatırlarım… Beni çok sever ve “gel evladım” diye çağırırdı… Kimseden bir şey istemez ricada bulunmazdı… Odasını bazen neferler süpürür bazen kendisi temizlerdi… Sık sık hamama gider yıkanırdı. (hangi hamam olduğunu bilmiyorum ama Mağusa’da benim de sonunu yetiştiğim yıllarda hemen her mahallede her hangi bir evde hamam olduğunu hatırlarım.) Her akşam yemeklerde mutlaka rakı bulundururdu. (Yiyecek ve içecekleri rutin olarak İstanbul’dan gönderilirdi. Hatta son aylarında ailesi de Mağusa’ya gelmiş, kendisini kaçırmak istemişler ama o kabul etmemişti…)

PEKALA NAMIK KEMAL MAĞUSA’YI SEVMİŞ MİYDİ? “Kıbrıs’ta Namık Kemal Efsanesi. Mağusa’da Bir Özgürlük Anıtı” adlı kitapta Mesela Namık ‘in Mağusa’da sıtma, su sorunu gibi can sıkıcı bazı doğasal olaylara karşın çok huzursuz olmadığı yazıyor. Hatta İstanbul’daki karısı Fikriye Hanım’a mektubunda şöyle yazar: “Ben burada o kadar rahattayım ki tarif edemem. Her akşam denize giriyorum. Mağusa’da bir koca liman var, beyaz kum içinde. İnsan Unkapanı’ndan Galata’ya kadar bir gidiyor, yine deniz boğazına çıkmıyor. Hele bilsen o beyaz kum suyun içinde ne güzel görünüyor. Tıpkı tıpkısına sizin İstanbul hanımefendilerinin yaşmak altında parlayan çehreleri gibi.” (Benzetmenin güzelliğine bakın ne kadar zarif… Namık Kemal büyük olasılıkla aslanlı kapıdan geçiyor ve surlar dibindeki Othello Kalesi’ne kadar uzanan kumsalda denize giriyordu.)

Namık Kemal’in Mağusa’da hiç de huzursuz olmadığının ispatı ise kitapta şöyle yer alıyor: “Mağusa’da geçen 38 ay Kemal’in yazı hayatında en verimli bir devre oldu. 10’na yakın eser verdi. “Maprizon Münhezenamesi, Tahrib’i Harabat, Takip, İrfan Paşa’ya Mektup, Zavallı Çocuk, Karabela, Gülnihal, Akif Bey, Bahar’ı Daniş.

FAKAT: Mağusa’da huzursuz olmayan Namık Kemal’in Mağusa’yı çok sevdiğini söylemek mümkün değildir. Zaten kitapta çoğu Mithat Cemal Kuntay’dan aktarılan “mektuplarını” okuduğumuzda da anlıyoruz ki Namık Kemal surlar içi Mağusa’sının ne insanlarını ne havasını ne suyunu ne de sosyal yapısını sevdi! Nitekim Şirvanizade Hakkı beye Nisan 1873’te yazdığı mektubunda Mağusa için şöyle der: (Türkçeleştirilmiş ifadeleriyle.) …Mağusa’nın halini tarif edeyim. Burası Medine kölelerinin fotoğraf ile küçülmüş bir haritası dense yeridir. Pencereden bakıp sahralar dolusu harabelerini, dağlar parçalanırmışçasına taş yığınlarını gördükçe İsrafil Sur’u üflemiş fakat ben duymamışım zannediyorum. (“İsrafil Sur’u üflemiş, kıyamet günü habercisi) Kalenin içi birçok mezarlarla dolmuş. Fakat isimlerine hane diyorlar! Ara sıra deliğinden deşiğinden adamlar çıkıyor ki yüzlerinin hali çürümeye yüz tutmuş ölülerden, elbiselerinin şekli yarı yırtılmış kefenden zerre kadar fark edilmiyor. Mücahit var ise buranın halkıdır… Kuyularından çekilip de içtiğimiz sudaki şap ile küherçileyi bir araya toplasalar Mısır Çarşısını değil, Kahire’nin baruthaneleri ile Tanta mevlidinin pazar şahidi olan Çingenelerini asırlarca idare eder! Önce ağızdaki acılığı götürmek için rakı üzerine su içiyorduk, şimdi ise su üzerine rakı içiyoruz!...

(Kısaca Namık Kemal Mağusa’yı hiç sevmedi. Nitekim ne surlarının tarihi ilgilendirdi kendisini ne de ayni zamanda bir tarihçi olmasına karşın Mağusa’nın tarihi…)

KİTABIN HAZIRLANIŞI: Ali nesim, Fehmi Tuncel, Şevket Öznur kitabı hazırlarlarken Namık Kemal’in Mağusa’daki 38 ayının çok ötesine ta günümüze kadar geldiler ve tutun ki Namık Kemal etrafında gelişirken bir “Mağusa tarihi” daha yazdılar. Bu yönüyle de kitap 1800’ler oradan da 1950’ler Mağusa’sına dolayısıyla Kıbrıs’taki Türk halkının sosyo ekonomik durumuna da ışık tutmakta…

Mesela açılışını çok iyi hatırladığım Namık Kemal Büstü olayı… Yazışmaları, resimleri, konuşmacıları, o yıllarda yayınlanan gazetelerdeki haberleri ile kitapta yerlerini almışlar. Ki ilk defa bu kadar derli toplu bir anlatım ve somut belgeleri ile…


Kitapta bazı bilgi hatalarının olmasını çok olağan karşılıyorum çünkü bilinmesine olanak yoktu. Ne var ki “kulun hakkını teslim etmek gerek.” Mesela 1949’da başlayan çalışma ve arayışları ile Namık Kemal’in büstünün dikilmesine ön ayak olan, gerekli kişilerle tüm yazışmaları yapan o yıllardaki adı ile Hasan İskeleli (Korudağ) idi. Ne var ki İngiliz sömürge döneminde polis olduğu için bu tip faaliyetlere katılamaz anında tart edilirdi… Dolayısıyla hep perde gerisinde çalıştıydı… Tabii bu gerçeği rahmetlik İbrahim Atamtürk’ün o müthiş ve büyük çalışmalarını gölgelemek için yazmıyorum. Aksine o dönemde insanların nasıl bir mefkûre uğruna kendilerini fedakârca ortalara attıklarını hatırlatmak istiyorum. Ruhlarını şad etmek için!

“NAMIK KEMAL EFSANESİ” kitabını okuyun. Büstünün açılışındaki şiirlerle ve konuşmalarla da coşarken, o yıllara ait resimlerle Mağusa’yı bir daha yaşayın. Bu vesile ile Ali Nesim’e rahmet dilerim. Fethi Tuncel ve Şevket Öznur’u da tebrik ederim. Bize hem Namık Kemal’i hem de Mağusa’yı bir kez daha yaşatıp kazandırdıkları için.

 

29/03/2015 12:48
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: Pazar sohbetimdir: (Kıbrıs’ta Namık Kemal Efsanesi…), eşref çetinel
MANŞETLER

HK Eşref Çetinel

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.