Raif Uzkan yazdı...

ads ads ads ads
05/02/2016

ads
Raif Uzkan yazdı...

Yemek işinde standartları yakalamak çok önemlidir... Müşteri restorana ayak bastığı ilk günde hangi yemeği ne kalitede almışsa, ondan sonraki ziyaretlerinde de aynı veya daha yüksek kaliteyi almak zorundadır.Aynı mekânda yenen bir et yemeği veya kebap, öncesinde yumuşacık lokum gibi, daha sonraki başka bir zaman yendiğinde kayış gibiyse, etin kalitesi, kokusu, baharat oranı, lezzeti aynı değilse o restoranın standartlarında sıkıntı var, lezzetlerinde istikrar yok demektir.

Bunun sıkıntısını ben de yaşamıyor değilim, çok iyi yemekler yediğim mekânlara arkadaşlarımı da yönlendiriyorum, daha sonra "biz gittik hiç etler senin dediğin gibi çıkmadı" deniyor... Üzülüyorum.

Ülkede kimse artık et aldığı kasaba güvenemiyor. Hayvanlar çok geç ve yaşlı haldeyken kesiliyor, iyi et bulmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Kendim bazen evde steak pişirmeye kalkıyorum, 3-4 kasap dükkanı geziyorum, "Sana göre et yok abi" deyip geri çeviriyorlar... Benim de hevesim kursağımda kalıyor...

Ağustos-Eylül ayları içerisinde bu açıdan çok hayal kırıklıklarına uğradım, Kasap Döner'de üzeri yeşillenmiş bir etle karşılaştım, garsona cahil numarası yapıp "Bu et neden böyle yeşilleniyor? diye sorduğumda "O etimize yaptığımız marinasyondan kaynaklanıyor beyefendi" yanıtını aldım.. "Peki" dedim, daha da uğramadım ondan sonra Kasap Döner'e...

Halbuki ilk günler ne güzel başlamıştı Kasap Döner... Daha sonra kalite düşüklüğünden şikayetler gelmeye başladı, etlerin soğuk zincirini bozdular, Belediye etleri aldı imha etti. Olay gazetelere düştü v.s... Üstüne bana da yeşil et gelince belli oldu ki bu işi iyi yönetemiyorlar... Umarım bu olaylardan yeterince ders almışlardır yoksa durum vahim...!







Ette de tıpkı insan vücudunda olduğu gibi faydalı ve zararlı bakteriler vardır uygun saklama koşullarında ve ideal ısı-nem oranına sahip ortamda dinlendirildiği zaman bu faydalı bakteriler etin sinirlerini tüketir ve et yumuşar, büyük steak-houselarda et dinlendirme buzlukları görmemizin sebebi de budur.







Buna karşın uygun olmayan koşullarda bekletilen etin üzerindeki zararlı bakteri tabakası kimi zaman yeşil, mor, siyah renk alabilir... Bu da "O eti tüketmeyin" anlamına gelir.
 
Kasap Döner'in Adaya gelmesini en fazla destekleyenlerden biriydim, fakat şimdi canım yaprak (et) döner çekti mi Girne'ye gidip Nero Et Donergy'den yiyorum.. Kafam rahat.
 
OLD MOSAIC'TE DİŞLERİMİ BIRAKMAK ÜZEREYDİM...
 
Kötü yemek ve kötü yönetimden söz açılmışken, bugüne kadar yediğim en kötü yemeğin sahibi Lefkoşa Arasta'daki Old Mosaic Restoran'dan da biraz bahsetmek istiyorum. Tarihi bir yapının içerisinde yer alan restoranda fiyatlar Euro üstünden ayarlanmış, nedeni de daha çok turiste hizmet vermesiymiş..
 
Ama öyle böyle değil Türk Lirasına çevirdiğinizde tabaklar 40-45 TL arasına denk geliyor... Kendime dedim ki "Burada dünyanın en lezzetli en yumuşak etini yiyeceğim", tabii durum tam tersi oldu...
 
Yaklaşık 45 dakika boyunca şiş kebapla, pirzolayla ve tabağımdaki diğer yiyeceklerle kıyasıya bir "savaş verdim" sonuçta da kazanamadım...  Etlere çatal girmiyor, bıçak kesmiyordu... Yemeye çalıştıklarım parçalanmadığı için yutulmuyordu. Masadan aç kalkmaktan başka çare yoktu.
 

Kötü yemek yapan ve kötü olduğunu bilen insanlara çok fazla lafım olmaz, ellerinden bu geliyor, çapları bu kadar deyip geçiştirebiliyorum... Fakat burada mekâna bakan bayanlar kötü olduklarının da farkında değiller, yemeğin iyi olduğunu iddia ettiler ve müşteri şikayeti geldiği anda düşmanca tavır sergilediler... Canları sağolsun...!!!

 
Old Mosaic Restoran tek kelimeyle fiyasko.!!! Yemekler sıfır, işletmecilik sıfır, müşteri menuniyeti sıfır... Mümkün olsa önünden geçmemek için yolumu değiştiririm. Hakkında konuşmaya da değmez ama mecburen, kamu görevi yapıyoruz.
 
Neyse biz güzelliklerden ve nispeten daha iyi mekânlardan bahsedelim...
 
NUMBER 14
 
Girne'de Eski Türk Mahallesi küçük bir restoranlar kümesini de içinde barındırıyor, neredeyse 1 kilometre karelik alan içerisinde değişik damak tatlarına hitap eden Türk, İtalyan, Fransız mutfağı örneklerini bulmanız mümkün... Sanırım bu kadar sık restorana sahip KKTC'de başka bir bölge bulamazsınız...
 

Number 14'in güzel romantik havuzlu dış bahçesi var, Fransız mutfağından örnekler sunuyor, işletmecisi Londra'da catering sektöründe uzun yıllar bulunmuş bir Kıbrıslı Türk "Kempes"; aşçılarsa yabancı... 

 
 
Biraz da füzyon mutfağına da girip çorbayı lolipop şekline getirip müşteriye sunuyor olmaları bana ilginç geldi, çok fazla yengeç tadını alamasam da yanında tatlı-acı (sweet-chili) sosla servis edilen yengeç köfteleri yaratıcıydı.
 
İlginçlikler burada sizi şaşırtabilir, Fransız Camembert peynirini panelenmiş şekilde üzerinde incir sosuyla görebilirsiniz, ya da kavunun içinde servis edilen karides kokteyliyle karşılaşabilirsiniz... Zıt lezzetleri kontrast yaratarak kullanmayı ve lezzetleri dengeleyerek bütünü oluşturmayı iyi yapıyorlar.
 
Yemekler ve menüler mevsimine göre ve haftasına göre değişkenlik gösteriyor bu da çok güzel bir uygulama...Burada tattığım Kayısılı Tavuk Ciğeri çok iyiydi, bütünlük olarak dengesi biraz biberiyeye doğru kaymış olsa da ben yerken çok keyif aldım...
 
Onun dışında Mavi (küflü) Peynir Soslu Karamelize Soğanlı Tavuk Göğsü yine yaratıcı ve bir o kadar lezzetliydi
 
 
Ben burayı tavsiye ediyorum... Tripadvisor'da yapılan yorumlardan dolayı bir de "Mükemmellik Sertifikası" bulunan Number 14'e bir uğrayın, ben bu satırları yazarken muhtemelen menü değişmiş, midyeler, steakler mevsime en uygun şekilde sunulmaya başlamıştır. Gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırın... Lezzet: 4/5 Fiyat Kalite: 3.5/5
 
THE COURTYARD INN
 
The Courtyard Inn Girne'nin en sevilen mekânlarının başında geliyor, müdavimleri var da denilebilir... Sebebiyse hem Hint yemeklerini hem de diğer farklı kültürlere ait yemekleri en iyi şekilde ve uygun fiyatlara sunması...
 
Turistler ve Girne'de ikamet eden yabancılar buraya gelip barda oturup sohbet edip içkilerini yudumluyor, ya da arka bahçesinde aşçıların elinden çıkan efsanevi Chicken Korma (Tavuk Korma) ve diğer lezzetleri tatma şansı buluyorlar... 
 

Buraya gelip de dillere destan Chicken Korma'yı denemeden dönmek olmazdı... Yanındaaromatik Basmati pirincinden nefis bir pilav... Hava sıcaktı yanında bir bardak da soğuk Doluca beyaz istedim, çok iyi arkadaş olduklarını söyleyebilirim... Doluca'nın muz, ananas, kavunu çağrıştıran meyve aromaları hint yemeğinin baharatlarıyla oluşturduğu zıtlık bana güzel ve egzotik bir yolculuk yaşattı.

 
Hizmet kalitesi çok iyi, saygılı, hoşgörülü, titiz... 
 
Tatlı olarak İngilizlerin Muz ve Toffee ağırlıklı kremalı kalori bombası Banoffee Pie'dan istedim ve dedim ki "Bakalım burada benden iyi yapabiliyorlar mı?" tabii ki cevap olumsuzdu. Lâf aramızda Banoffee Pie'ım meşhurdur...
 

Orta Asyalıların kremayı çırpıp tatlının üzerine koyması gerekirken, neden kremayı tatlının yanında adeta "garnitür" şeklinde sunduklarına hiç anlam veremiyorum... Daha önce Al Shahheen Restoran'da ve Sabor'da da denedim... Birinde krema yine Pie'dan ayrı servis edilmiş, diğerinde ise krema yerine krem-şanti, üzerine çikolata rendesi yerine neredeyse kakao yağı bile içermeyen bir "çikolata çakması" kullanılmıştı... Belçika'da böyle bir şekerlemeye "çikolata" ibaresi yapıştırmak neredeyse terör örgütü kurmuş kadar suç sayılır...

 
Sonuçta Ada çapında yediklerimin hiçbiri benim evde yaptığım ve yiyenlerin "Şampiyon Banofee Pie'" dedikleri orjinal tarif gibi olmuyor... Zaten kâr etme amacıyla yapılan ticari bir tatlıyla ev yapımı aynı olur mu? Olmaz! Aslında bu tüm yiyecekler için geçerli... 
 
 
AVO LAHMAJOUN
 
Kıbrıs Rum Kesiminde lahmacun yeme fikri ilk başta çok cazip gelmemişti, çünkü yemek konularında milliyetçi damar kabarır "Hayır olamaz... Lahmacun Türklerin işidir.. Rumlar ne anlar lahmacun yapmaktan" denilebilir.
 
Avo'nun sahibi bir Ermeni... Lahmacunu da gayet büyük doyurucu ve malzemesi de baharatı da bol... Sarımsaklı ve bol kimyonlu yapıyorlar, ben seviyorum. Yanında ayranı da ihmal etmiyorlar. Ve ayrıca envai çeşit hamur işi ve pide ve pizza da burada bulunabiliyor. Ermeni yemekleri diyorlar ama, Lübnan'ın Felafel'i de var İtalyan'ın pizzası da... Fiyatlar makul.
 
 
Avo için Rum Kesimine Lokmacı kapısından geçip Ledra Caddesi'nin arkasına dolanmanız gerekiyor. Lezzet: 4/5 Fiyat Kalite: 4/5
 
 
I BELLİ ITALIAN
 

Girne'de yine Türk Mahallesinde bir İtalyan restoranı sahibi de İtalyan şef Emiliano yemeklerde ve pizzalarda onun imzası var, salatalar, özel günlerde ıstakoz gibi deniz ürünleri, hatta restoranda bizim Soğanbastı'ya benzer türde tavşan yemeği bile bulunuyor... Fiyatlar piyasaya göre nispeten biraz daha yüksek, örnek verecek olursam başlangıçlardan en ucuz olanı Lazanya 28 TL ve başlangıçların fiyatları yukarıya doğru tırmanıyor.

 
Emiliano Pazar günlerini sadece pizza için ayırmış, fırının başında kendi eliyle açtığı pizza hamurlarını süslerken görebilirsiniz...Bence en azından 2 günü pizzaya ayırmalı, ama Salı kapalı oldukları için buna pek fırsat yok.
 
Peki Pazar günleri pizza da diğer günlerde ne var, yanında patates püresi eşliğinde servis edilen güzel bir tavşan eti yediğimi söyleyebilirim, T-Bone Steak de büyük ve doyurucu yemek isteyenlere göre; en az 500 gramlık bir et geleceği garanti...
 
 
Fakat et isterken KKTC standartlarına göre pişirmeye göre bir üst dereceyi tercih etmenizi öneririm, etin 5 pişme derecesi vardır. Az pişmiş, az-orta pişmiş, orta pişmiş, orta-iyi pişmiş ve iyi pişmiş. Eğer Kıbrıs restoranlarında "orta pişmiş" alıyorsanız, İ Belli'de "ortanın üzeri veya iyi pişmiş" isteyin... Sonra restoranda ilk kez steak yiyen genç kızlarımız gibi "Ay canım ben gittim bana kanlı et getirdiler" şeklinde şikayet etmeyin. Çünkü Avrupa'da et böyle yeniyor. Hani sürekli Avrupa'ya girmek istiyoruz, Avrupa Avrupa  diyoruz ya, korkmuyor da değilim hani birileri "kan" görüp bayılacak diye... Eti "dövmemeyi" nazik davranmayı, ve çok pişirip "canına okumamayı" öğreneceğiz!!!
 

Başlangıçlarda Parmesanlı Patlıcanı tavsiye üzerine denedim fakat çok özel bir lezzet değil, zaten şu ana kadar bahsettiklerim gerek tavşan, gerek T-Bone Steak gerekse patlıcan hepimizin biraz emekle evde yapabileceğimiz yemekler. Bu nedenle Pazar'ı beklemek ve Pizzalar ve tatlılara da bakıp burasıyla ilgili nihai kararımı vermek istedim ve Pizza gününde bir kez daha I Belli'nin kapısını çaldım.

 
Benim İ Belli'de en sevdiğim şey yemek öncesi minik mısırlı ekmek dilimleri üzerine tereyağı gibi sürülüp yenebilen "Tavuk Ciğeri Paté" oldu... Buna 5 üstünden 5 veririm... Harika bir lezzet, tam anlamıyla mükemmel.
 
 

Üzülerek söylemeliyim ki bir İtalyanın çalıştırdığı ve bizzat kendisinin hazırlayıp pişirdiği pizzalarda da sonuç yine vasatın üzerinde değildi... Pizzanın inceliği güzel, malzemesi bol fakat asiditesi yüksek kötü bir domates sosu kullanılmış, domates sosu pizzanın temeli ve en önemli öğesidir, kötü bir sos üzerine en iyi kalite ürünleri de koysanız sonuç kötü olur, ki burada kullanılan malzemenin kalitesi de orta seviyeydi diyebilirim. Kısaca burası bir İtalyan restoranı olmasına rağmen Kıbrıs'ta daha iyi pizzalar yedim. Lefkoşa'daki Little Italy'nin "Robespierre" pizzası bunlardan biri...

 
 
Gelelim tatlılara, tatlılarda Çilek Sosla birlikte servis edilen Panna Cotta güzel, Tiramisu'yu ise vasat ve lezzetsiz bulduğumu söylemeliyim. Espresso yerine daha hafif bir kahve kullanılmış, Tiramisu'da kahve tadı diğer tatlardan geride kaldığında dengeyi yakalayamamış...
 
İnsan Tiramisu yerken alabildiği tek kahve tadını, üzerine süsleme olarak konulan bir çift kahve çekirdeğinden alabiliyorsa demek ki kremalı-peynirli ıslak bisküvi yermiş tadı veriyor ki; bu da bütünlük konusunda Tiramisu'yu sınıfta bırakıyor. Muhtemelen Emiliano Şef kahve çekirdeğiyle "kıtlama" yapmamızı istiyordu, biz bilemedik...???
 
Üzerine kakao serpilmiş, ben olsam bitter çikolata rendelerdim. Daha önce de söylediğim gibi "Maliyetten kaçmamak gerek"...
 
 

Sonuç olarak İ Belli İtalyan restoranı gerek konseptini iyi oturtmuş olması, gerekse hizmet kalitesi adına iyi bir restoran, fakat lezzetlerde sınıfta kalıyor, ayrıca personeli yoğun günlerde tüm müşterilere yetişemiyor gibi görünüyor. İlerleyen günlerde kendini daha da geliştirmesini ve fiyatlarına göre daha "özel" lezzetlerle karşımıza çıkmasını dilerim. Lezzet: 3/5 Fiyat-Kalite: 3/5 





BALDIR







Biraz da İstanbul'daki mekânlardan bahsedelim... Etten gerçekten iyi anlayan Özgür Şefin "Baldır" ismi ve markasıyla sektörde bir yan dala atlaması iyi olmuş.







Baldırdan bahsedecek olursak, dananın arka bacaklarının bir kısmı ve kuyruğunun bir kısmından elde edilir, özel bir teknikle düşük ısıda tam 18 saat süreyle pişirilir. Kömür ateşi üzerinde özel baharatlarla hazırlanır, %100 dana eti, yağsız ve sağlıklı...







Bunun bir de kendine has ekmeği var, bu ekmekte kavrulmuş soğan, patates, kekik, fesleğen, biberiye, zencefil, çok yaşlı maya, ekşi, kaşar, yumurta ve tam buğday unu var, servisten önce buna zeytinyağı sürülüyor. 















Benim Tandır kebabına benzettiğim "Baldır" oldukça lezzetli bir et, pişirme tekniği, özel ekmeği ve verilen emeğe saygı için yolunuz düşerse bir kez Levent'teki Özdilek Park AVM'ye uğrayın, pişman olmazsınız... 















Lezzet: 4/5 Fiyat-Kalite: 3.5/5







KISA KISA 3 MEKÂN... 




Eski Konak Meyhanesi... Gönyeli... Saat gibi disiplinli ve titiz... müşterisine değer veriyor... Masaya Blue Cheese (Küflü Peynir) bile getirdiler, daha ne olsun?   4/5







 
MİSSİNA BALIK




Karaoğlanoğlu'nda... Mezeler ve deniz ürünleri çok iyi, fiyatlar makul... Özellikle Kılıç Şiş tam kıvamında pişmiş... Açık büfe tatlıyla birlikte, Fix menü 65 TL...  5/5













CAFE BREAK TIME...




Lefkoşa'da küçük bir aile işletmesi...işçi çalıştırmıyor...Öğrenciye yönelik uygun fiyatlı... Fast-food türü çalışıyor...oldukça yaratıcı... Ekmek arası omlet yiyip, "hep sütten" Nescafe içebileceğiniz, ender mekânlardan...    3.5/5















Herkese Lezzet dolu ve sağlıklı günler dilerim!!! :) 

05/02/2016 12:16
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: raif uzkan, gurme, lezzetler, yemek, yemek kültürü, kıbrıs yemek, nerede ne yenir,
MANŞETLER

HK GURME

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.