Yeni müzakereler: (Rum tarafının talepleri artacak mıdır?)

ads ads ads ads
24/04/2015

ads

Eşref Çetinel Eşref Çetinel


Hiç merak ettiniz mi? Masadaki komşumuz 2014 Annan Planı’na “hayır” derken ve şu son müzakerelerdeki taleplerini masaya koyarken “üzerinde” mi “altında” mı kalacaktır!

Akıl mantık diyor ki Referandumda o günkü plana “hayır” diyen Rum tarafı tabi ki yeni müzakere pazarlıklarında “üzerinde” kazanımlar koparmak isteyecektir. Mesela:

Annan planında şöyle bir düzenleme vardı. “Toprak ayarlamasına tabi bölgelerde bulunan malların tasarrufunu 1974’de kaybetmiş Rum mal sahipleri veya onların varisleri (BM’ler tahminlerine göre 120 bin kişi) bu mallara Kıbrıs Rum idaresi altında geri dönebileceklerdir…”

Şimdi Rum’un bir milyona dayanan nüfusu ile ayni toprak ayarlaması ile geri dönecek Rumların sayısının daha az olmasını mı beklersiniz yoksa daha çok mu?

Bunun işaretini bir süre önce GKRY’i “Kuzey’e geri dönmek isteyen Rumları teşvik edip parasal yönden destekleyeceği” açıklamaları ile verdiydi. Yani her hal’u kârda Rum’lara Kuzey’den toprak iadesinde bulunulurken tabi ki o topraklara Rum yurttaşlar da kaydırılacaktır.

Hemen hatırlatalım. 1974’te Güney’den 47 bin Kıbrıslı Türk Kuzey’de geçerken zaten bunların 23 bini Barış Harekâtından önce mallarının tasarruflarını kaybettilerdi! Türk tarafının Güney’den talep edeceği geriye kalan asıl mülkü küçümsenemeyecek oranda ve gasp edilmiş “evkaf arazileridir!” Rum tarafı “buyurun hakkınızdır ve sizindir” diyerek iade edecek mi?

GENE TEKRARLIYORUZ: Çözüm kolay değildir! Seçim propagandalarına sığdırılacak kadar harcıalem da değildir! “Ben şeytanın alt çenesiyim, Rum’u mandepsiye bastırır, dereye sulu götürür susuz getirir ne yapar eyler çözümü sağlarım” demek belki meydana düşen bir adayın “dirayet ve irade” yansımasıdır ama gerçek değildir!

Unutmayın karşı taraf da ayni hesaplar içindedir üstelik olanakları bizden kat be kat fazladır. Bizim tek

avantajımız Türkiye’den aldığımız destekle sağladığımız güvencedir.

(Gerçi Rum halkı ile biz bize kalsaydık bu adada çoktan kulları köleleri olurduk. Fakat aramızdan bazı açıkgözler ki onlar her zaman her devrin adamlarıdırlar! Türk’ün Güney’deki “temsilcileri” olarak yerlerini alırlar ve ardından da dünyaya “Türk halkının kendi özerk bölgesinde ne kadar mesut ve refah içinde yaşadığının reklamını yaparlardı!)

BAŞINDAN BERİDİR: Bu aday gelirse çözüm olacak, şu aday gelirse yine kavga kopacak” saplantısında heyamalo çekiyoruz! Buna karşılık müzakere masasında kaçınamayacağımız ve tıkanmalara neden olacak “olasılıkları” hiç dikkate alınmadan günde beş vakit ezan gibi “hemen şimdi çözüm” çağırmaları yapıyoruz! Her halde bize özgü “ucuz politika gösterilerinden” biri de bu olmalıdır.

**********

Kurumlaşamadık: (Cumhurbaşkanlığı makamından dairedeki memura kadar!)

Kaç zamandır Kudret Özersay’ın kafama takılıp kalmış şu yakınması salınıyor: “Seçmene Cumhurbaşkanlığı makamının partisiz ve tarafsız olması gerektiğini anlatamadık.” (Buna benzer ifadeler.)

Evet doğrudur: “Anayasal hükme göre Cumhurbaşkanı “partili olabilir ama bağımsız hareket eder…” Cumhurbaşkanı devletin başıdır, kamu işlerinin kesintisiz ve düzenle yürütülmesi ve Devletin devamlılığını sağlar.” Kısaca bizde Cumhurbaşkanı “semboliktir!” Oysa kör gözüne parmağım Denktaş’tan beridir Siyasi partilerinden gelen Cumhurbaşkanları” ayni zamanda “partilerine etkin siyasi katkıda bulunan, çıkar sağlayan “makamın sahibi” oldulardı!”

Geçmişte yığınla örnekleriyle bu “uygunsuzluğu” ayazlattıydık! Söylemek istediğimiz şudur: Bir devlet kurulurken ki bu Denktaş’lı UBP’nin başarısıdır, “Siyasi Statü seçimi” çok önem taşır. Meselâ Atatürk’ün kurduğu TC Devleti Jan Jak Ruso’dan esinlenen Jakoben devletti. “Yürütme, Yasama, Yargı” ayrılığı değil, “birlikteliği ile bütünlüğü” vardı! Oysa “demokratik ve özgürlükçü Devlet Yargı, Yasama, Yürütme” erkleri “bağımsız ayrılıklar” üzerine oturur. Mesela Yargıya Yürütme müdahale edemez. (Bizim anayasamızda bu hak verilmiştir. Yürütme ise Yasama’nın denetim ve eleştirileri ile hesap sormasından kaçamaz.)

BUNLARA KARŞIN KURUMLAŞMA YERLEŞEMEDİ: Seçimler öncesi kampanyada bir ara Sibel Siber bu konuyu seslendirdiydi ama devam etmedi. Meclis Başkanı olarak açık ve net görüyordu ki “KKTC de Kurumlar hâlâ kendi yasa ve dinamikleri ile değil, dıştan kaynaklı partizanca yahut sendikal görüşlerle çalışmaktadırlar. (Tabi ben bunları bir uzman iddiasında yazmıyorum. bir Köşeci ve halktan biri olarak anladığımca yazıyorum.) Çünkü: Kamu Hizmetlerinden Elektrik Kurumuna, Telekomünikasyon’dan Eğitim Kurumlarına, Tarıma ait örgütlerden Ticaret odalarına kadar falan, o görmek istediğim “kurumlaşmalar bilincini yansıtan ciddi ve işlevsel başarıyı” göremiyor, artı her vatandaş gibi şikâyetçileri oluyorum!

BAŞA DÖNELİM: Bu ülkede Hangi Cumhurbaşkanı Partisinin desteğini alarak Cumhurbaşkanı olduktan sonra “Ey partim size teşekkürler. Ancak buraya kadar. Bundan sonra ben yeminime sadakatte “tarafsız kalacağım!” Kapımı şu bu kişisel isteklerinizle aşındırmayın” diyebildi! Yağma mı var!

Nitekim son örneğini de UBP’li Eroğlu ile yaşadık! Kaldı ki Koalisyon hükümetindeki aksi büksü olayların fıcırığı çıktı!

Pekala zanneder misiniz ki “iddiaları” ile birlikte seçilirse Akıncı partiler üstü kalacaktır? Daha seçildiği gün önce kendisine seçimlerde destek veren CTP’den özenle seçtiklerini yanına toplarken, UBP’li olduğu tespit edilmiş tek bir sinek bile kapısından geçemeyecektir! Oysa işte bunun için ne diyorduk? Kurumları tepeden başlayarak “kendi yasal işlevleri” içinde yerli yerlerine oturturken kurumlaştırmaları gerçekleştirmemiz gerekir.

********** Kısaca takıldığım: (23 Nisan ve çocuklarımız yetişirken)

Bir türlü “özel Günleri” anlamlarını yansıtan “günleri” içinde değerlendiremedim. Dün kutlanan 23 Nisan da bunlardan oldu. Oysa kafamda, “hep fırsatıdır, artık devlet okullarının döküldüğü, gençlerin beyinlerinin siyasi partiler tarafından kendilerine göre doldurulduğu, resmi olmayan ideolojiler için kullanıldıkları ve en önemlisi uyuşturucunun gitgide ortaokul öğrencilerine kadar düştüğü gerçeklerde ne kadar 23 Nisan’ın lafzına uygun kutlama yapma hakkımız olduğunu sorgulayacaktım! Tabi “o kutlamaların kararlarını verip kutlama alanlarında politik gösteri yapan politikacılar açısından!”

İŞTE GENÇLİĞİN PANAROMASI! Şu yukarıda kısa “vurgulamalarla” anlattığım sorunlar! Daha önce çok yazdık. “Artık gençler okullarda değil, sokaklarda, eğlence yerlerinde, kafelerde, gece kulüplerinde, diskoteklerde, bet ofislerde yetişiyorlar… Çünkü öğrenciyi okullarında tutacak “okul ortamı” kalmadı!

“Bizim zamanımızda” deyip yine “statükocu bir geri kafalı” pozisyonuna düşmek istemiyorum. Çünkü bugünkü koşullarla o günküler arasında atlı araba ile uçak kadar fark vardır. Buna karşılık o günkü okullarda hem “okul-aile birlikleri” ilişkileri daha güçlüydü hem de öğrenciler sabah sekizden öğleden sonra dörde kadar kendi seçtikleri kol faaliyetleri ile uğraşılardı. İlkokullardan Lise son sınıflara kadar. Onlarca öğrenci spor yaparken onlarcası da resim müzik çalışmaları yapar, Folklor oyunlarından öteki faaliyetlere kadar her öğrenci için beğenip yapacağı bir “uğraş alanı” bulunurdu.

Bugünün öğrencisi bu olanaklardan yoksundur! Okula sadece Maarifin tespit ettiği müfredattaki dersleri öğrenmek için gider. Artık ne kadar öğrenirse! 

24/04/2015 12:16
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: eşref çetinel
MANŞETLER

HK Eşref Çetinel

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.