Gönyeli Ovası’ndaki katliam (2)

İngiliz Sömürge Yönetimi’nin “böl-yönet” tuzağında Gönyeli Ovası’ndaki katliam....Halil Paşa, Poli Dergisine yazdı

ads ads ads ads
13/06/2011
Poli Dergi- Halil Paşa

ads
Gönyeli Ovası’ndaki katliam (2)

Gönyeli Ovası’ndaki katliamı anlatmaya başlamazdan önce şu sorunun cevabına bir kafa yoralım diyorum...
12 Haziran 1958 tarihinde Gönyeli Ovası’nda ekinleri kim yakmıştır?
Kördemenli Rumlar mı?
Kıvılcımı kim çakmış, kim ateşlemiştir ekinleri?
Ekin tarlasındaki bu yangınla Gönyelililerin Kördemenlilere saldırması provoke edilmiş olabilir miydi?
Şurası kesin ki; söz konusu ekin tarlasını yakmak için Rumların önceden plan yapmış olduklarının mantıklı bir açıklamasını yapmak mümkün değildir...
Çünkü Rumlar İngiliz polisi tarafından tutuklanıp sonra da Gönyeli Ovası’na götürülerek orada serbest bırakılacaklarını, ateşe verilen söz konusu tarlanın da yanından geçebileceklerini önceden ne bilmiş, ne de kestirmiş olabilirlerdi!..
Ama yine de bir ihtimal oradan geçerken eğer birisinin üzerinde kibrit ya da çakmak gibi yanıcı bir şey bulunuyorsaydı, ekinleri pekala Rumlar da ateşlemiş olabilirdi.
Zaten katliama karışan Gönyelililer de mahkemedeki ifadelerinde ekinlerin Rumlar tarafından yakıldığı yönünde ifade vermişlerdi.
Öyle ya da böyle… Tarladaki yangın planlı değil anlık bir olay da olsa, az sonra büyük bir katliamı tetikleyecekti. Öyle bir katliam ki, uzun yıllar her iki cemaatin da hafızalarında derin izler bırakacak şekilde kin, nefret ve düşmanlığı kalıcılaştıracaktı.
Aslında yangını kim başlatmışsa başlatsın. Katliamın gerekçesi sadece bu muydu?
Sanmıyorum...
Birkaç dönümlük ekine karşı dokuz can ve onlarca yaralı!.. Bunun ne hukuki ne vicdani ne de insanlıkla ilişkili bir tarafı vardı.
Öte yandan bu kanlı olaydan dört-beş gün önce Kıbrıslı Türkler tarafından Lefkoşa’da Türk Haberler Bürosu’na bomba atılmış, ancak olayın hemen arkasından bombalama eyleminin Kıbrıslı Rumlar tarafından gerçekleştirildiği öne sürülmüştü. Halbuki söz konusu bombalama olayı, sonradan da anlaşılacağı gibi bir TMT provokasyonuydu. Nitekim yıllar sonra Denktaş, bombacının kendisine söz konusu bombalama olayını gerçekleştirdiğini itiraf ettiğini söyleyecekti. Aslında Türk Haberler Bürosu’nun bizzat Kıbrıslı Türkler tarafından bombalanması olayı, tıpkı Gönyeli Ovası’ndaki katliam gibi, 1958 yılının Haziran ayında İngiliz Sömürge Yönetimi’nin “böl ve yönet” politikalarına nasıl dahil olunduğunun da siyasi bir delili gibidir.
Nitekim Gönyeli katliamının beş gün öncesinde, yukarıda belirtildiği üzere, bir akşamüzeri Türk Haberler Bürosu önünde patlatılan bomba ile Kıbrıs Türk liderliğinin bu bombalama eyleminden Rumları sorumlu tutması düşündürücüdür. Hele de bombaların patlamasıyla Türklerin bulunduğu semtlerde sinemalara gidilerek Kıbrıslı Türk gençleri, Lefkoşa’da Rumların yoğun olarak yaşamakta oldukları mahallelerdeki ev ve dükkanları ateşe vermeye yakıp yıkmaya yöneltmek, hemen sonrasında EOKA’cı gençlerin TMT adına hareket ettiğini söyleyen Kıbrıslı Türk gençlerin şiddetine şiddetle cevap vermeleri...
Demek istediğim şu ki 1958’in Haziran’ının ilk 10 gününde iki cemaat arasında milliyetçilik üzerinden nefret söylemi ve sıcak çatışmalar aniden hızlanmış ve adeta doruğa çıkmıştı.
Neden bir konudan başka konuya atlıyor, Gönyeli katliamını anlatırken Türk Haberler Bürosu olayına dalıyorum?
Çünkü Gönyeli Ovası’ndaki katliam, o yılların olayları ve iki cemaat arasında yaşanmakta olan bu gerginlikler, nefretler, korkular, güvensizlikler, provokasyonlar iyice bilinmeden, siyasi atmosfer anlaşılmadan, ne siyasi cinayetler, ne katliamlar ne de iki toplumun ayrışması doğru tahlil edilemez...

Ovada kan gölcükleri vardı
Gönyeli ovasındaki katliamdan kurtularak sonradan mahkemede ifade veren Rumlardan birisi, konvoydaki İngiliz komutanın kendilerini ovaya bırakırken: “Erkekseniz şimdi bu Türk köyüne de saldırın” mealinde sözlerle bağırdığını iddia eder. Bu iddiaya mahkemede “sanık” olarak da yargılanan Gönyelili HK’nın bana verdiği bilgiler ışığında tutmuş olduğum notlar arasında rastladım.
Rumlar’a açıkça; “erkekseniz şimdi de saldırın” denirken, herhalde aynı zamanda Gönyelili Türklere de, “İşte size sığınan Şillura köylülerine saldırmaya hazırlanan 35 “düşman”, daha ne duruyorsunuz?” mealinde sinsice bir mesaj mıydı verilmek istenen?
Şimdi o gün bu tarihi olaya şahitlik eden, ayaklı tarih kitabımız HK’ya bırakalım sözü…
“Gerçekte Şilluralıların Rumların baskıları sonucunda köylerini, evlerini terk ederek Gönyeli’ye göç etmek zorunda kalmaları, biz Gönyelililerin Şillura ve civar köydeki Rumlara karşı kinlenmemize neden olmuştu. Gerçi o gün konvoy köyden geçerken, Rumların az sonra ovada indirileceklerine pek ihtimal vermemiştik. Sanıyorduk ki Girne’ye kadar giderler ve orada Girne Kalesi’nde hapsedilirler. O zamanlarda böyle çok sayıda tutuklu oldu mu İngiliz Girne’ye götürüp hapsederdi. Bu nedenle de ilk görüldüğünde konvoya saldırmayı düşünen ya da planlayan Gönyelili yoktu. Zaten konvoyun Gönyeli’den geçmesi sürpriz ve anlık bir olay olduğu için köylülerin Kördemenli Rumlara saldırmak için plan yapacak zamanı falan da yoktu. Rumların köy içerisinden konvoy halinde geçmeleriyle, üç beş yüz metre ileride kamyonetlerden indirilerek ovaya doğru yürümeye başlamaları arasında geçen süre, on bilemediniz on beş, dakikayı geçmez. On beş dakikada Gönyeli Ovası’ndan Kanlıköy istikametine doğru yürümüş olduklarını varsayarsak, Gönyeli’de ilk görüldükleri an ile saldırı anı arasında geçen toplam süre yarım saat kadar tutmaz...”
Yukarıda olayın göz şahidinin anlatısından Gönyeli’ye indirilen Kördemenli Rumlara karşı girişilen katliamda yarım saatlik süre içerisinde bir plan yapıp hemen saldırmak söz konusu olamazdı. Aslında her şey aniden ve kendiliğinden gelişmişti.
Burada sözü HK’ne bırakalım.
“...Aslında saldırı olayı çok kısa sürdü. Bu arada arpa tarlasının yandığını ve dumanların yükseldiğini gören bir Gönyelili, telaşla köydeki telefondan polis merkezini arayarak Rumların köyü bastığını ve ekinleri ateşe verdiğini bildirmişti.”
Lefkoşa Polis Merkezi’ndeki İngiliz görevli, Rumları Gönyeli ovasına indirdikten sonra Lefkoşa yönünde ilerlemekte olan konvoya, Gönyeli’den yapılan bu telefon ihbarını, telsizle anında bildirir ve olay yerine geri dönmeleri için çağrıda bulunur. Bunun üzerine askeri konvoy yarı yoldan Gönyeli’ye geri döner.
Köy meydanına yakın bir yerde İngiliz askeri konvoyuna yangının ve olayın geçtiği yeri, rastgele orada bulunan A.K.M. isimli bir Gönyelili gösterir.
Böylece İngiliz askerlerinin katliamın gerçekleştiği ovaya ulaşmaları pek uzun sürmez.

***

Şimdi biz tekrar eski güçsüzler yurdunun bulunduğu tepeye, orada Rumların İngiliz subay tarafından ovaya bırakılma anını yukarıdan gözetlemekte olan olayın göz şahitlerine dönelim...
Bu arada belirtmiş olalım. H.K.’nın anlatısında o gün Kördemenli Rumları izlemek için peşlerine düşen, sadece kendisi ve arkadaşı değildir. Motorlu birkaç Gönyelili daha vardır...
“Dumanları görünce, Rumların ekinleri yaktıkları kanaatine vardık. Arkadaşım motorun arkasına bindi. Tepedeki motorlular arasında ilk hareket eden biz olduk. Arkadaşımda tabanca, bende ise bıçak vardı. Bir anda motorumla hızlandığımı, kısa bir süre köy ile ova hattı boyunca ilerlediğimi ve Rumların arkasından dolanarak önlerine geçtiğimi hatırlıyorum.
Kaçmakta olan Rumlar motorun üzerinde beni ve arkadaşımı karşılarında görünce şaşırdılar ve ellerini havaya kaldırarak teslim olur gibi hareketler yaptılar. Sonra bir kaç el silah sesi duydum... Rumların panik içerisinde dağılarak Kanlıköy ve Alayköy istikametlerine doğru dağınık vaziyette kaçtıklarını, bu arada az önce yanımızda olan motorluların da hızla ovaya Rumların arasına daldığını gördüm. Derken köyden büyük bir kalabalık ovaya aktı. Panikleyerek can havliyle kaçan Rumların peşinden koşmaya onları kovalamaya başladılar. Bir kaç Rum’un vurulduğunu ve yerde kanlar içerisinde yattığını hatırlıyorum... Ovanın ortasında yer yer kan gölcükleri...”
İngiliz askerleri ovaya saldırı başladıktan kısa bir süre sonra varmış olsa da, olay o kadar hızlı gerçekleşmiştir ki, o kısa süre içerisinde hepsi de Rum olan altı cansız ve üç de can çekişen beden vardır Gönyeli ovasında. Onlarca da yaralı insan...
Bu da gösteriyor ki, İngiliz RAF askerleri olay yerine vardıklarında, ovadaki manzara tek kelimeyle korkunç olmalıdır.
Bunaltıcı ve kasvetli bir sıcak altında Kanlıköy istikametinde kaçanlar, arkadan kovalayanlar, yere düşenler... Kanın bulaşmadığı keskin uçlarında haziran güneşinin yansıyıp parladığı kılıç, kama, bıçak... Patlayan eşemene (1) ve tabanca sesleri arasında düşenlerin üzerine çullananlar, silah sesleri, böğürtüler, çığlıklar, cehennem sıcağında alt alta, üst üste toz duman içinde ölümüne süren bir kovalamaca...
Ovada serili cesetlerden birkaçının başında, boynunda ve vücudundaki geniş ve derin kesik izleri, işlenen cinayetin ne denli ilkel şiddet aletleriyle yapılmış olabileceğine dair işaretlerdir. Aslında linç benzeri bir durumdur yaşanmış olan. Sanki ovada davar boğazlanmıştır. Olaya şahitlik eden H.K.’nın da dediği gibi, toprakta yer yer kan gölcükleri oluşmuştur...
Unutmadan yazmış olayım;
Bütün bunlar olurken birden ovanın üzerinde bir uçak belirdiğini anlatır bugün hala hayatta olan köylüler... Gönyelililere göre bu pervaneli küçük bir İngiliz askeri uçağıdır. Uçak havada gürültüyle bir kaç tur atar. Gönyeli Ovası’ndaki olay yerine doğru pike (dalış) yaparak birkaç kez alçalır ve yükselir. Havadaki manevralarıyla dikkatleri biraz dağıtır ve saldırının tamamen durmasına neden olur. Ancak iş işten geçmiştir artık.
Az önce yanan ekinlerden çevreye yayılan boğucu dumanlar ve yanık kokusu altındaki Gönyeli ile Kanlıköy arasındaki ovada, kömürleşmiş arpaların, tozu dumana katarak kaçışan insanların ve kana bulanmış mide bulandırıcı vahşi görüntülerin yol açtığı, kapanması uzun yıllar alacak derin bir toplumsal yara vardır.
İngiliz askerleri ovaya varmış, askeri uçak havada birkaç tur atmış, kanlı olayın da sonuna gelinmiştir ve artık o andan itibaren İngiliz askeri “kurtarıcı” ve sonrasında da “hakem”lik rolünü oynamaya hazırdır.
İngiliz subay önce askerlerini ova ile köy arasında barikat kurarak Gönyeli’ye kaçış yolunu keser.
Bu arada saldırıdan kurtulan Rumlar can havliyle Kanlıköy ve Alaköy istikametlerinde kaçmaya devam ederler. Türkler de aceleyle ve telaş içerisinde geriye, Gönyeli köyüne doğru koşarak olay yerinden uzaklaşmaya başlarlar.
Bir bakıma yangının başladığı ilk anlarda Gönyelili şahsın polise telefonla yaptığı ekin tarlasındaki yangın ihbarı sayesinde, ölü ve yaralı sayısının çok daha büyük rakamlara ulaşması engellenmiş midir?
Belki de...
İngiliz komutan ovanın başladığı nokta ile köy arasında kurduğu barikatta köye dönen birçok Türk’ü yakalar. İlk yakalananlar orada tutuklanır tutuklanmaz doğruca Lefkoşa Sarayönü’ndeki Merkez Polis Karakolu’nun hapishanesine konur ve perşembe gününden pazar gününe kadar orada tutulurlar.
Sonradan olayla ilgisi olmayan ve fakat ovadan davarı sulamadan gelen Gönyelili köylüler de İngiliz askerlerinin kurduğu barikata takılır ve tutuklanırlar. Bu arada akşam olunca Gönyeli’de evler, ahırlar ve ağıllar teker teker aranır... Tüm şüpheli erkekler gözaltına alınarak doğruca Gönyeli İlkokulu’na götürülür. Hepsi de okulun sınıflarına hapsedilir.
Saldırıya uğrayan Kördemenli Rumlar tarafından teker teker teşhis edilmeleri sağlanır. Teşhis edilenler ertesi gün doğruca Lefkoşa’daki Merkez Hapishanesi’nde olaydan hemen sonra ilk günün akşamında tutuklanan diğer Gönyelililerin yanına konur...
Ovada yakalanarak hapsedilen Gönyelililerden birisinin anlatısında şu ilginç anekdotu da yazmadan geçmek istemiyorum.
O yıllarda Lefkoşa’nın tanıdık simalarından Şekibe ebe (nam-ı diğer Şekibe halayık) üç gece dört gün Lefkoşa Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Gönyelilileri her gün ziyaret eder. Her defasında onlara iki büyük sürahi içerisine doldurduğu soğuk su getirir. Sürahideki sulardan birisi okunmuştur. Hapistekilere önce okunmuş suyu içmelerini şart koşar Şekibe ebe... Dolayısıyla hapistekiler de onun bu isteğine uyarak önce okunmuş olan suyu içerler ve susuzluğunu gideremeyenler ikinci sürahideki okunmamış suyla devam ederlermiş...
Dönelim biz katliam sonrasında yaşanan gelişmelere...
Katliamdan sonra ilk gün, gazetelere 6 olarak yansıyan ölü sayısı, sonradan ağır yaralı 3 Rum’un daha ölmesiyle (bana olaya karışan Gönyelilerin anlattığı kadarıyla o gece öldürülen Rumların hepsi bulunmaz. Bir ölü ancak ertesi günü ekinlerin arasında fark edilir. İlk anda bulunamayan bu cesedin fiziki görüntüsünden geceleyin köpekler tarafından parçalanmış olabileceği söylentileri yayılır.- hp) 9’u bulacaktı.
Yazmış olduğum gibi katliamın gerçekleştiği akşamüzeri tüm Gönyeli’de sokağa çıkma yasağı konmuş ve köy İngiliz asker ve polisleri tarafından baştanbaşa aranmıştı. Bir köylü silah bulmak için askerlerin evinin mermerlerini dahi söktüğünü anlatır. Aynı kişi kendisi gibi köyün tüm yetişkin erkeklerinin evlerinden alınıp köyün girişindeki İlkokula (bugünkü TC Alay Karargahı-hp) götürüldüğünü ve okulun sınıflarının olaya karıştığından şüphe duyulan köyün erkekleriyle dolup taştığını dün gibi hatırladığını söyler.
Bu arada olayın gerçekleştiği 12 Haziran Perşembe gününden 15 Haziran Pazar gününe kadar Gönyeli’de sokağa çıkma yasağı sürer ve belirtildiği gibi evler, dükkanlar, ahırlar, mandıralar velhasıl köşe bucak her yer didik didik aranır.
Hapse konan Gönyelilileri, aralarında Rauf Denktaş’ın da bulunduğu, Ali Dana, Süleyman Onan, Ayhan Hikmet, Muzaffer Gürkan, Ahmet İzzet gibi birçok Türk avukatı gönüllü olarak savunurlar.
Ya sonra?
Sonra ne mi olur?
Gönyelili 12 tutuklu erkekten önce 3 tanesi arada tahliye olurlar.
Her dava ertesindeki ara tahliyeler devam eder ve sonuçta katliamdan tam 82 gün sonra, içerideki son üç tutuklu da serbest bırakılır. 1 Eylül 1958 günü tüm tutuklananlar artık serbesttir.
Tutukluların serbest kalmasında en büyük rolü avukatlar oynar.
Şöyle ki bir defasında cezaevindeki Gönyelililerin arasına Rum mahkumları da karıştırarak Kördemenli şahitlerden olaya karışanları bir daha tespit etmeleri istenir. Ama Rum mahkumları da göstererek hata yapan Kördemenliler, ölen arkadaşlarının faillerinin tespitinde pek başarılı olamazlar.
Bir Gönyelili bana, geçtiğimiz yıllara kadar hapiste yatan bu 12 Gönyelilinin 1 Eylül gününü, “hapisten kurtuluş günü” ilan ettiklerini ve her 1 Eylül’de çocukları ve torunları ile kebap yaparak hapisten kurtuluşlarını kutladıklarını söyledi. Bilmem ki ne kadarı doğru?
Ancak bu kanlı olaydan geriye kalan çok önemli iki şey vardır ki; birincisi İngiliz koloni adaletinin güpegündüz işlenen bu katliamın tek bir failini dahi bul(a)mayışıdır.
İkinci olarak Kördemenli Rumları, iki cemaat arasında gerginliğin en üst noktaya ulaştığı bir zaman diliminde adeta Türklerin ortasına bırakarak katliama davetiye çıkaran İngiliz subayın da herhangi bir şekilde işlenen bu katliamdan dolayı sorumlu tutulmayışı düşündürücüdür.
Sonuçta bu toplu katliamla iki cemaatin, Rum ve Türk cemaatlerinin arasında başlayan güvensizliğe ve düşmanlığa artan bir ivme kazandırılmış olur...

Sorular... Sorular...
Bu katliam sonrasında...
Artık Kıbrıs’ta Rumların da Türkleri topluca öldürmeleri için gerekli kin, intikam ve rövanş ortamının gerekçesi hasıl olmuş mudur?
EOKA ve Elen milliyetçiliği Şillura, Kördemen, Asomatos, Filya ve civar köylerde daha çok taraftar kazanmamış mıdır?
Zaten şiddeti içselleştirmiş bir örgüt olan EOKA örgütünün rövanş için “Türk avı”na çıkmasının siyasi, sosyal ve psikolojik gerekçeleri de yaratılmamış mıdır?
Türklerin de olası EOKA saldırılarına karşı askeri örgütlenmeye dair alması gereken tedbirleri olmayacak mıdır?
TMT’nin resmen kuruluşu da (Türkiye Genel Kurmayı bünyesinde kurulan ve yakın tarihte “derin devlet” olarak da anılan önce “Seferberlik Tetkik Kurulu” ve sonrasında da “Özel Harp Dairesi” ismini alacak teşkilatın üyelerinin, TMT’nin de asıl kurucusu ve yöneticisi rolünü üstenmeleri-hp) söz konusu katliamdan sonra hız kazanmamış mıdır?

***

Artık EOKA ve TMT’nin, her iki yeraltı örgütün de önü açılmıştır...
Adeta sonu gelmeyecek bir rövanş gibi silahlı kişilerin karşılıklı olarak köyleri ve evleri basmaları, insanları kuyulara atmaları, pusu kurup öldürmeleri, yolda otomobilleri ve otobüsleri çevirip milliyetine bakarak içerisindekileri öldürmeleri...
Kıbrıs adası 1958 Haziran’ının ortasından itibaren giderek artan bir şiddet, kan ve ölüm sarmalının içerisine doğru sürüklenir...

Mustafa Gökçeoğlu anlatıyor:
Kıbrıs’ın edebiyat ve halk bilimi alanında ismi öne çıkmış yazarlarından Mustafa Gökçeoğlu 12 Haziran 1958 tarihinde 16 yaşında, henüz lise öğrencisiydi. Gönyeli Ovası’ndaki katliamın görgü tanıklarından birisi de odur. Beni kırmadı ve olayla ilgili aklında kalan bilgileri benimle paylaştı. Gökçeoğlu özetle şunları anlattı:
“12 Haziran’dan önce Kazafana, Lapta ve Şilluralılardan birçok aile olası bir Rum saldırısına karşı gelip Gönyeli’ye sığınmışlardı. Göç edenler o yıllarda zaten birkaç odadan mütevellit küçük Gönyeli evlerine zor sığmışlardı. Aralarında samanlık benzeri derme çatma kulübelerde, ambarlarda kalanlar bile vardı. Bu nedenle Gönyeli ile Kanlıköy arasındaki ovada gerçekleşen bu “katliamın şartları hazırdı” denilebilir.
Önce Rumlar yeşil küçük iki kamyonet içerisinde ve İngiliz ordusuna ait kariyerlerin koruması altında köy meydanından geçti. Bugünkü Yalçın Park ile Gönyeli Spor Kulübü’nün bulunduğu noktadan 100 metre ilerisinde ovaya bırakıldılar. Rumlar oradan önlerdeki ovaya toplu olarak değil, dağınık halde yürüdüler. Gönyeli’de o zamanlar köyün delikanlıları arasında motor sevdası yaygın. Ayrıca bildiğim kadarıyla köyde İngiliz askerlerinden gizlice satın alınan “Webley Scot” marka tabancalar ile dümen vergasından (kolu) yapılan ağızdan dolma tüfekler de vardır. Köylülerin icadı otomobil sustasından yapılan kılıç, oraktan yapılan kama ve benzeri kesici ve delici aletlerin de olayda kullanıldığını söylemek mümkün.
Sanırım tarladaki ekinler öğleden sonra saat 3 ile 4 arasında tutuştu. Yaz ayı ve öğle vaktiydi ve hava ekinlerin yanması için müsaitti. Ekinleri kim yaktı?
Kördemenli Rumlar mı yoksa provokasyon olsun diye birileri mi?
Burası belli değil ve galiba da ekinleri kimin yaktığı hiçbir zaman aydınlanmayacak.
Yangınla birlikte tüm köylünün ovada dağınık bir vaziyette Kanlıköy istikametinde yürümekte olan Kördemenli Rumların peşine düştüğü bir gerçek.
Başta motorlular ve traktörler olmak üzere tüm köylüler bir anda ovaya aktık.
Kaçan Rumların önünü motorlular kesti.
Sonrası malum…
… Köyün yaşı 12’den büyük ve yetişkin erkelerini, bugün Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nın bulunduğu o zaman ilkokul olan binanın odalarında topladılar. Tabii ilk gözlatına alınanlar arasında ben de vardım. Hatırladığım, Sterlinganlı İngiliz polisleri eşliğinde olaydan kurtulan sekiz-on Rum’un katliama karışan Gönyelilileri tespit etmek amacıyla oda oda dolaştırıldıkları ve benim bulunduğum odaya da bu amaçla geldikleridir. Rumların el ile işaret ettiği Türkleri İngiliz askerleri diğerlerinden ayırıyordu. Olay günü görevde olup, olaydan bir gün sonra köye gelen “Auxillary Police” (Yardımcı Polis) birkaç Gönyelili de İngiliz askerleri tarafından köyden alınarak teşhis edilmek üzere getirilirler ve işin ilginç yanı fiziki yapılarının iriliğinden olacak Kördemenli Rumlar tarafından olaya karıştıkları nedeniyle işaret edilerek aslında yanlış bir şekilde teşhis edilirler.
Kördemenli Rumların teşhis ettiği Türkler bir araba ile Lefkoşa’daki merkezi hapishaneye götürülür. Birkaç gün sonra Türklerin arasına o sıralarda hapishanede başka suçtan tutuklanmış bazı Rumların da katılmasıyla Kördemenli Rumlardan bir teşhis daha yapmaları istenir. Ancak bu kez Kördemenli Rumların, Türklerin yanı sıra birkaç Rum’u daha teşhis etmeleriyle dava süreci iyice karışır. Olaya karıştığı iddia edilen Gönyelililer her mahkeme sonunda birer ikişer serbest bırakılmaya başlanır. Katliamdan üç ay sonra sanırım içeride bir tek Türk kalmaz ve dava da böylece kapanmış olur.”

Ahmet Gazioğlu yazıyor:
... Bu kanlı olaydan kurtulan Rumlar ise, verdikleri ifadede, Gönyeli çıkışında serbest kalınca, yanmakta olan ekinleri geride bırakarak köylerine doğru koşarken, bir motosikletlinin ve arkasında oturan bir başka Türk’ün, kendilerine tüfekle ateş ettiğini ve iki Rum’un yaralandığını, biraz sonra da kalabalık bir grup Türk’ün nacak ve bıçaklarla kendilerine saldırdığını ileri sürdüler. Ekin tarlalarının nasıl ve kimler tarafından yakıldığı, saldırıya uğrayan Rumların bu yangındaki sorumluluk durumu ise resmi soruşturmada aydınlığa kavuşamadı.” (2)

Ahmet An yazıyor:
“... 14 yaşındaki genç şöyle diyordu: ‘Motosiklet sürmekte olan Türklerin geldiğini gördük. Koşmaya devam ediyorduk, ama bazılarımız yakalandı. Onları dövdüklerini, birini bıçakladıklarını gördük. Ama biz kaçmayı başarmıştık.’
9 kişi öldürülmüştü. Birinin kafası vücudundan kesilmişti. Bir diğerinin el ve ayakları kesilmişti. Olaydan sonra bazı Türkler tutuklanmış, kendilerine suçlama getirilmiş ve suçsuz görülerek beraat etmişlerdi.” (3)

Sonuç üzerine:
Bir günde dokuz ölü.
Elbette sadece Rumların değil, Türklerin de böyle acılarıyla doludur Kıbrıs’ın yakın tarihi.
Biz Kıbrıslı Türkler, Ayvasıl (Türkeli)’da Geçitkale’de, Muratağa’da, Sandallar’da, Dohni’de topluca katledilen insanlarımızı sürekli olarak anar ve onlar için törenler düzenleriz.
Eğer kendi ölülerimize yanıyorsak ve öteki olarak tarif ettiğimiz insanların acıları konusunda hem unutkan ve hem de sağırsak...
İşte o zaman siyasi milliyetçilik hastalığının ölümcül ve bulaşıcı ve basına yakalandık demektir.
Elbette hatırlamak, anmak acılarımızı azaltır, bizi cinayetlerden uzaklaştırır ve olası katliamları da önler...
Ancak bu olay esas olarak empatiyle ilgili...
Yani karşı tarafın da bizim gibi insan olduğunu, bizim gibi acı duyabildiğini ve de bizim kadar bu adada yaşamaya hakkı olduğunu kabul etmekle ilgili bir şey...
Bunun için de 74’teki Sandallar katliamından bahsederken, Balikitre katliamı konusunda da suspus olmamalıyız.
Ayvasıl katliamını hatırlarken, Kördemenlilerin katli olayında unutkanlığın derin sessizliğine gömülmemeliyiz.
Bu adada gönüllü bir barış olacaksa eğer, önce insanı sevmekle başlayacak her şey...
Toplu katliamlar, siyasi cinayetler ise bu adanın gerçekleridir ve ortaya konup tartışılmadıkça, bu adada kalıcı, samimi bir barış için alınacak çok mesafe ve bunun için de daha çok zamana ihtiyacımız var demektir.
Sanırım adayı seven yazarların, gazetecilerin önemli bir görevi de Kıbrıslılar arasında olası barış için söz konusu bu mesafeyi daraltmak ve zamanı olabildiğince erkene almak olmalıdır.
Yakın tarihimize “Kördemen Katliamı” olarak da geçen Gönyeli Ovası’ndaki katliam ile ilgili iki serilik bu yazı, ancak bu ikili hedefe yöneldiği ölçüde amacına da ulaşmış sayılacaktır.

***

13/06/2011 11:09
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: İngiliz Sömürge Yönetimi’nin “böl-yönet” tuzağında
MANŞETLER

HK KÜLTÜR SANAT

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.