Stratejisiz değişim olur mu?
Birikim Özgür Ekonominin Sesi'ne yazdığı yazısında "Stratejisiz değişim olur mu?" sorusuna yanıt aradı.
30/05/2011












Birikim Özgür Ekonominin Sesi'ne yazdığı yazısında "Stratejisiz değişim olur mu?" sorusuna yanıt aradı. Özgür'ün yazısı şöyle:
Geçtiğimiz ay içerisinde dört ekonomistin Başbakanlık için hazırladığı raporun henüz taslak halindeyken üstelik de kısa vadedeki önlemler yani acı ilaçlar ön plana çıkarılarak kamuoyuna mal edilmesi, stratejik yaklaşımların önemini hatırlattı bizlere. Böylesi içerikli bir raporun kamuoyu ile paylaşımı esnasında bile stratejik bir yaklaşım geliştiremeyen hükümetin stratejik planlama yapmasını beklemek fazla iyi niyetli olmayı gerektirir...
Stratejik planlamanın evrensel ilkeleri vardır. Gerçekçi, katılımcı, günü kurtarmaya yönelik olmayan, değişimi planlayan, kaliteli yönetimi gözeten, sonuçları planlayan bir yaklaşımdır stratejik planlama. Genellikle ihtiyaç analizi; vizyonun saptanması, misyon ve ilkelerin oluşturulması, stratejik amaçlar ve hedeflerin ortaya çıkarılması; hareket planı, faaliyetler, projeler ve bütçenin belirginleştirilmesi ve benzeri kavramların ürkütücü ve hayata geçirilmesinin zor olduğu düşünülür hep. Hâlbuki “neredeyiz” sorusuna net cevaplar üretmekle başlayan süreç, “nereye gitmek istiyoruz” sorusuna odaklanmayı, “gitmek istediğimiz yere nasıl ulaşabiliriz” sorusuyla araçları oluşturmayı ve izleme/değerlendirme araçlarına sahip olmayı öngörür. Bu uzun soluklu maceranın birinci ilkesi ise basit düşünebilmektir. Bilgi her yerdedir. Bilgiye ulaşmak kolaydır. Ancak ihtiyaç analizinden başlayarak hassasiyetleri de göz önünde bulundurarak sistematik bir yaklaşımla bilgiyi işlemek, toplumu değişim için seferber etmek siyasi bir süreçtir. İşte liderlik eksikliği olgusu buradan doğmaktadır.
Toplumsal Diyalog ve Değişim Forumu’nun sonuç raporunda, “Forum esnasında 14 soru altında toplanan sorunların çözümü için inisiyatifin kuruluş amaçlarının ötesinde birtakım somut girişimlere ihtiyaç duyulmaktadır” tespiti yapılmakta, “Bu amaçla çok sayıda çalışma grubu oluşturulması, bu sayede, yeterli sayıda nitelikli (bilgi ve deneyim anlamında) eleman temini ve çok sayıda grubun, çoğu birbiriyle ilintili olacak çalışmalarının birbirini tamamlayacak biçimde ve iyi bir koordinasyon altında yönetimi sağlanabilir” denilmektedir. Raporda değişim vizyonunun hayata geçirilmesiyle ilgili şöyle bir öneriye yer verilmektedir: “Bu konuda elinde maddi imkânları ve yaptırım yetkisi bulunan siyaset kurumunun gerekli mekanizmaları oluşturması büyük önem taşımaktadır. Sadece temenni ve iyi niyetle böylesi bir değişim vizyonunun yaşama geçirilmesi imkânsızdır. Bu anlamda hükümetin profesyonel bir yaklaşımla doğru ekipleri oluşturması büyük önem taşımaktadır. Değişimden sorumlu bir bakanlığın oluşturulması veya bu mümkün değilse, mevcut yapıda bu sorumluluğu ciddiyetle üstlenecek üst düzey bir mekanizmanın devreye sokulması; yönetişim ve uzman desteğinin sağlanması ilkeleri de gözetilerek bu sürecin ele alınması önerilmektedir” . Ayrıca, sonuç raporunda, Forum’da uygulanan “kök sorunların tespiti” yöntemine başvurulmaksızın yani sosyal diyalog yoluyla ortak sorunlarımızın ortak tespitiyle bir konsensüs ortamı yaratılmaksızın hazırlanacak reçetelerin çare olamayacağı açıklanmakta, “böylesi bir süreç gözetilmeksizin ve kök sorunlar dikkate alınmadan uygulanacak tedbirler kaynak ve zaman israfına yol açabilecektir” uyarısında bulunulmaktadır.
Buna mukabil, hükümet tarafından dört ekonomiste “reçeteyi uzmanlar hazırlayabilir” yaklaşımıyla bir rapor hazırlatılmıştır. Tıpkı Türkiye ile imzalanan protokolün ekinde yer alan program gibi önemli bir içeriğe sahip olan bu rapor uygulamaya sokulabilecek midir?
Genel geçer bir ifadeyle “toplumda sorunların çözümüne ilişkin duyarlılık geliştikçe, çözüm önerilerini hayata geçirebilecek bir iktidar yapılanmasına duyulan ihtiyaç da giderek artıyor” diyebiliriz.
Herkesin cevabını aslında çok iyi bildiği bir soru var ortada: “Mevcut hükümet gerek TDDF’de gerekse dört ekonomistin çalışmaları sonucunda ortaya çıkan sonuçları uygulamak için gerekli kapasite ve toplum desteğine sahip midir?”.
Hükümetin değişim sürecimize ilişkin strateji geliştirme ve önerileri uygulama noktasında ciddi bir kapasite sorunu ile karşı karşıya olduğu iddia edilebilir. O halde mevcut iktidarın bu yönüyle kapasite oluşturması ve güvensizliği ortadan kaldırması gerekiyor.
2009 seçimleri sonrasında sivil toplum ve bireyler düzeyinde hiç adı konmamış bir ayrışma yaşandı değişim sürecimize ilişkin: “Popülizm yaparak iktidara gelen bir partinin güvensizlik sorununu aşıp toplumsal kazanımlar hilafına değişimi gerçekleştirmesine yapıcı katkı koymak mı yoksa popülizme popülizmle yanıt verip ‘hak yerini bulsun’ demek midir doğru yaklaşım?”. Ne var ki, profesyonellik veyahut yapıcı olma ilkeleriyle kendiliğinden oluşan bu ayrışmanın hızla ortadan kalktığını gözlemlemek mümkün son zamanlarda. Partiler paradigmasını aşarak iyi niyetle iktidarda hangi partinin olduğu ve iktidara nasıl geldiği tartışmalarını bir tarafa bırakıp toplumsal gelişimi gözeten çevrelerin hızla hükümete güveninin azaldığı görülüyor...
Tüm yapıcı katkılara rağmen stratejik düşünebilmekten ve stratejik planlama yapmaktan yoksun, sürekli hata yapan bir hükümet oluşumuyla karşı karşıyayız. Bunun tek bir anlamı var: Türkiye’den kaynak temini için imzalanan protokol ve ekindeki ekonomik program geleceğimizi şekillendiren tek dinamik olma özelliğini korumakta... Nereye kadar?
