Gazetelerde okudunuz herhalde, Mağusa’nın Laguna bölgesinde lağım sularının denize akması sonucu bu bölgedeki balıkçıların Yeşil Hat Tüzüğü çerçevesinde Güney Kıbrıs’a balık satması Avrupa Birliği tarafından yasaklandı.

    Kuzey Kıbrıs’ta 170 tekne Avrupa onaylı listede yer alıyor ve güneye balık ticareti yapabiliyormuş. Ancak işte Mağusa’daki bu kirlilik nedeniyle 30 kadar teknenin izinleri iptal edilmiş…

    Avrupa Birliği’nden gelen üç kişilik uzmanlar heyetinin balık ticaretine yönelik yaptığı denetimler çerçevesinde, söz konusu bölgede atık suların arıtılmadan denize verilmesi nedeniyle ciddi kirlilik tespit edildi. Tabii ki bölge balıkçılarının güneye balık ticareti durdu…

   Sokağa lağım, tarlaya lağım, dereye lağım, gölete lağım, denize lağım… Ülkenin bazı bölgeleri, özellikle de Mağusa bu konuda ciddi şekilde kusurlu.

    Bakar mısınız siz, ülkenin en güzel yerlerinden birisi olan Laguna’ya lağım akıyor ve kimsenin umuru değil…

    Laguna’ya lağım akması konusunda en büyük kabahatli Mağusa Belediyesi… Gerçi Mağusa’nın neresi sorunlu değil ki Laguna’ya lağım akmasın.

    Atık su arıtma tesisi uzun zamandan beridir arızalı ve tamir edilemiyor. Mağusa Belediyesi, küçük veya büyük hiçbir sorunla ilgilenemediği için bu sorumla da ilgilenmiyor.

    Belediye yetkilileri, sorunun yalnızca arıtmanın arızalı olmasından değil, projeyle ilgili bazı başka sorunlardan dolayı da Laguna’ya lağım akıyormuş… Lâf kalabalığından başka bir şey değil bu söylenenler…

    Ne fark eder ki? Öyleymiş, böyleymiş, şöyleymiş… Sonuca bakmak lazım; sonuçta Laguna bölgesine lağım akıyor ve hem yerel yönetim hem de merkezi yönetim öylece seyrediyor.

   Yazıklar olsun… Bir de ülkeyi, kentleri sevdiklerini söylüyorlar. Ülkesini seven böyle mi yapar, ülkenin en güzel bölgesini lağıma mı boğar?

    Çevreden sorumlu bakan da Mağusalı ama demek ki kalbi Mağusa için atmıyor, vicdanı Laguna’ya akıtılan lağım konusunda sızlamıyor. Tedbir almayı düşünmüyor, gündemine bile almıyor.

   Mağusa Belediye Başkanı desen, o Mağusa’yı zaten çoktan gözden çıkarmış durumda…

   Bu insanlar ne Mağusa’yı seviyor ne de ülkesini… Hatta hükümet kabinesindeki diğer kişiler de öyle… Kimsenin bu ülkeyi sevdiği falan yok, hepsi boş lâf…

   Bakın 30 kadar balıkçının Avrupa Birliği tarafından Güney Kıbrıs’a balık ticareti engellendi. Bu yasak gelmese Laguna’ya lağım aktığı gündeme gelmeyecekti. Bölgeye lağım akması yalnızca balık ticareti açısından değil, birçok açıdan kötü bir durum, tam bir çevre felaketi.

   Bu yapılan tam bir sorumsuzluk, ihmalin dik alası, hatta ihanettir, çok büyük bir ayıptır ve sebep olanların yargılanması gerekir.

   Balıkçılar çok öfkeli, hem yerel yöneticilerin dem de merkezi yönetimin sorumsuzluğu nedeniyle işlerini yapamıyorlar, ekmek paralarıyla oynanıyor. Arıtma tesisinin uzun süre tamir edilmemiş olmasına öfke gösteriyorlar.

   Bölge balıkçıları gelirlerinin önemli bir kısmını güneye balık satarak sağladıklarını söylüyor. Avrupa Birliği yetkilileri, balıklar açık denizde tutulmuş olsa da teknenin güvertesine kirli su gideceği yönünde hassasiyet gösteriyormuş. Bu nedenle Laguna’daki limanı kullanan tekneler ve balıkçılar ticaretin dışında tutulmuş…

   Peki, bölge balıkçılarının tuttuğu balıklar Güney Kıbrıs’a geçmeyecekse onları kim yiyecek? Biz mi yiyeceğiz? Yedik belki de… Kim bilir, bundan sonra da yiyeceğiz? Korkmakta, endişe duymakta haksız mıyız?

   Bölge balıkçılarının bu konuya bir cevabı var? Kesinlikle dikkatli olduklarını, lağımlı bölgeden balık tutulmadığını, bu konuda halkımızın gönlünün rahat olmasını istiyorlar.

   Tamam da bakın Avrupa Birliği yetkilileri de balıkların açık denizlerde tutulduğuna inanıyor ama dönüşte, kirli bölgede teknenin güvertesine kirli su gideceği yönünde endişe taşıyor ve insan sağlığı açısından bu riski almıyor…

    Biz bu riski alalım mı? Avrupalının canı can, canı kıymetli de bizimkisi değil mi? Kim garanti edebilir ki onca balıkçı içinde birisinin hassasiyet göstermeyebileceğini? Kim garanti edebilir ki bazı kaçak balıkçıların, oralardan balık avlayıp da piyasaya sürmeyeceğini?

  Amacım panik yaratıp, balıkçılık sektörüne zarar vermek değil… Evet böyle konuşunca, böyle yazınca tüm sektör zan altında kalıyor ve halk kuşku duyunca balık satın almaktan korkuyor, işler azalıyor. Yani haksız yere birçok kişi mağdur oluyor ama bunun suçlusu biz miyiz? Halk olarak sağlığımızdan endişe etme hakkımız yok mu? Gazeteciler ya da sağlığından kuşku duyanlar mı suçlu, yoksa bu durumu yaratanlar mı?

   Denetim özürlü bir ülkeyiz, hangi alanda denetim var ki? Denetim denen şeyim olmadığı bir ülkede sağlığımızdan endişe ederiz tabii ki… Gerçi kim bilir nerelerde ne ihmaller vardır? Kim bilir bize neler yediriliyor, neler içiriliyor, neler solutuluyor ruhumuz bile sezmeden?

   Mesela Devlet Tahlil Laboratuvarı, yurt dışından tahlil malzemesi getirtemediği için uzun süre

kalıntı analizleri yapamaz, halk aşırı kalıntılı sebze meyve yerken vicdanları sızlamayanlar, lağımlı sulardan balık çıkacak diye bir endişe duyar, tedbir almayı düşünür mü ki?

   İnsan hayatı ne zaman önemli oldu ki bu ülkede? “Devlet kurduk, ilelebet yaşatacağız” demek kolay da devlet olmanın gereklerini yerine getirebiliyor musunuz? Tabii ki hayır…

   Marifet hükümet bozup hükümet kurmakta, ha bire başbakan değiştirmekte değil, zihniyettedir. Zihniyet değişmedikçe bu ülke hiçbir yere varamaz.

   Hep bize bol lâflar ediyor ve içi boş ambalajlar sunuyorlar. Mesele ambalajda değil, içindekindedir, içi de hep boş çıktığına göre, maalesef büyük yalanın içinde çile çeken, perişan vatandaşlar olarak ah vah çekip duruyoruz. Onlar bizi kandırmaktan vazgeçmiyor ama biz de kandırılmaya doyamadık ki be kardeşim toplum olarak…