Ali Baturay: Her bireyin yaşamı, içinde ders çıkaracağımız birçok öykü barındırır…

ads ads ads ads
31/07/2022

ads

Ali Baturay Ali Baturay


 

Bir arkadaşım geçen gün “Ölen kişilerin ardından yazıyorsun ya yaşlanıyorsun ya da ölümden korkmaya başladın” dedi.

    Başkaları da soruyor bana; “Neden ölenlerin ardından yazıyorsun?” diye.  

    Yaşlanıyor muyum? Yaşım 54, yaşlanmaya doğru gidiyoruz…

    Yaşım ilerliyor ya da ölümden korkuyorum diye yazıyor değilim o yazıları…

    Hayatını kaybeden kişilerle paylaştığım şeyler, ortak öykümüz varsa yazarım, yazıyorum.

    Bunun biraz yaşla ve çok insan tanımakla ilgisi var tabii ki…

    Yaşınız denen şey, hayatta olduğunuz kadar sene demektir, onun içine daha fazla insan, daha fazla olay biriktiriyorsunuz.

     İnsan geçmişte yaşadıklarını bazen anlatma ihtiyacı hisseder, çünkü o yıllar içinde, tecrübesizlikler, yanlışlar/ hatalar, sevinçler, başarılar sığıştırırsınız.

     Yaş ilerledikçe tecrübeniz artar, anlatırsınız ki tecrübelerinizden başkaları da yararlansın.

     Çok fazla, her fırsatta anlatmamak lazım tabii, o zaman sıkıcı olursunuz ama yeri gelince tecrübenizi paylaşabilirsiniz.

      Zaman zaman hata yapan, çok üzülen genç arkadaşlarıma, personelime, öğrencilerime kendi hatalarımdan örnekler veririm, kimsenin bilgisini, becerilerini, tecrübelerini anasının karnında öğrenmediğini anlatmaya çalışırım…

      Bugün hayatta olmayan birçok büyüğümüzden çok şeyler öğrendik, her insan bir öğretmendir aslında, tabii ondan bir şeyler alabilirseniz, almaya niyetliyseniz, kibir yapmazsanız.

      Geçmişte kızdığımız, canımızı sıktığını, canımızı yaktığını, anlayışsız olduğunu düşündüğümüz kişilerin aslında bizi hayata hazırladıklarını, aslında bizi o kadar sıkmasalar, zorlamasalar o kadar dirençli olamayacağımızı öğreniyoruz çok sonraları.

      Hep böyle mi olmalı, hep sıkarak, zorlayarak mı öğretmeli? Hayır, daha iyi şartlarda da öğrenebilirsiniz ama kendi tecrübelerimden edindiğim; hayat sizi zorladı mı, zor koşullarla mücadele ettiniz mi gelecekte dayanma gücünüz daha sağlam oluyor.

     Zor şartlar hayatın sonraki adımları için bir panzehirdir adeta…

     Her insan, herkes aynı değildir, farklı karakterlerle karşılaşırız, normali de budur aslında, herkes tek tip olsa hayat çekilmez olurdu.

     Mükemmel insan aramak yerine her insanı olduğu kabul etmek, her insandan bir şeyler almaya her insana bir şeyler vermeye çalışmak en doğrusudur.

    Bazen bana, “Seninle siyasi görüşü uymayan, aynı olmayan, dünya görüşünüz ters insanları da yazıyorsun. Nasıl beceriyorsun?” diye soruyorlar.

     “Bu nasıl bir soru?” diye tepki gösteririm. Bir insanla bir şeyler paylaşmak, onu sevmek, onunla arkadaş, dost olmak, ondan bir şeyler öğrenmek için illaki aynı dünya görüşüne sahip olmanız, aynı siyasi düşünceyi paylaşmanız veya yakın yaşlarda olmanız gerekmez…

     Dünya görüşümüz uymayan ama çok iyi arkadaş olduğum, çok iyi anlaştığım, çok şeyler paylaştığım çok sayıda insan var.

     Böyle ayrımlar yapılmasını hiç sevmem, tüm insanlar benim için önce insan olduğu için önemlidir, eğitim seviyesi, siyasi görüşü, yaşı, dar gelirli veya zengin olması hiç fark etmez.

     Gençlik yıllarımda bizim köyde yaşlıların daha çok toplandığı kahvehaneye gitmeyi ve onlarla sohbet etmeyi çok severdim, bu konuda arkadaşlarımla tartışırdık, “Gidip takılıyorsun oraya, dakikalarca konuşuyorsun. Ne buluyorsun ki yaşlılarla konuşmaya?” diye bana sitem ederlerdi.

     Gençken çok şey, çok neden bulurdum yaşlılarla konuşmaya, halen de buluyorum, onları konuşturmak için soru sorardım, eski meseleleri dinlemeyi çok severdim, halen seviyorum.

     Yaşlı dostlarımdan çok şey öğrendim, bundan dolayı da çok mutluyum… Onlara önemsendiklerini hissettirmek beni mutlu ediyor, huzurlu kılıyor.

     Yaşamını kaybeden insanları yazmayı, onlarla ilgili yaşanmışlıkları anlatmayı seviyorum, o nedenle köşe yazılarıma alıyorum.

    Hem onlara karşı son görevmiş gibi geliyor bana, hem de o yaşanmışlıklardan okuyucunun da bir şeyler öğrenmesini ya da biliyorsa hatırlamasını istiyorum.

    “Ölmekten korkuyor musun ki yazıyorsun?” diye de soruyorlar ya, bu soru geldiğinde hep babamın annesi, Hayriye Nenem aklıma gelir.

    Köyde ölenlerin ardından camide su selası okunur, kimin öldüğü köy halkına duyurulurdu.

    Her yaşlı insan yaşamını yitirdiğinde nenem durgunlaşır, düşüncelere kapılırdı. “Ne oldu nene, niye üzgünsün?” dediğimde, “Şu su selası okunan kadın var ya, o benim arkadaşımdı, çocukken mahallede birlikte oyun oynardık, birlikte büyüdük” derdi.

    Ben ne demek istediğini anlamazlıktan gelip yine soru yöneltirdim; “Eeee ne olmuş yani? Öyleyse öyle” dediğimde, “Sıra bana geliyor demektir. Arkadaşlarım bir bir giderse, sıra bana gelir” derdi.

     Bu hissi duyan, başka insanlardan da bazı şeyler dinledim. Şimdi bahsedeceğim kişi, tanınmış birisi, topluma mal olmuş bir insan ama ismini burada yazmayacağım, ailesi bana “Neden yazdın?” diyebilir, kızabilir ama bu kişinin yaşı 90’a yanaşmıştı o günlerde.

    Yanılmıyorsam hayatını kaybettiğinde 90’ı aşmıştı. Bir gün, “Kendimi çok yalnız hissediyorum, çünkü neredeyse tüm yaşıtım, yaşıma yakın arkadaşlarım, akrabalarım öldü. Tanrı bana ölümsüzlük bahşetmesin çünkü tüm sevdiklerin ölürken senin hayatta kalmanın bir anlamı yok” demişti bu değerli insan. Bu sözleri hiç aklımdan çıkmadı…

    Bu sözler bana Natalie Babbitt’in “Ölümsüz Aile” romanını anımsattı. Filmini de çekmişler ama izleme fırsatı bulamadım. “Ölümsüz Aile”, ölümsüzlük bahşeden bir çeşmeden su içerek ölümsüz olan ama bundan memnun olmayan, sevdiği, değer verdiği herkesin ölümünü görmenin, tanık olmanın, izlemenin ölümden beter olduğunu, ölümsüzlüğün sıkıcı tekrarlara yol açtığını anlatan çok güzel bir romandı.

    İşte romandaki ölümsüz aile, başkalarının da o çeşmeden su içip, ölümsüz olmasını önlemek için mücadele veriyor, çeşmeyi yok etme çalışıyordu. Roman ölümsüzlüğün zannedildiği kadar iyi bir şey olmadığını, hatta acı verici ve sıkıcı olduğunu anlatıyordu, okumanızı tavsiye ederim.

    Şimdi “Ölümden korkuyor musun?” sorusunun cevabını da vereyim. Gençken, bekarken, çocuklarım yokken ölümden hiç korkmazdım. Şimdi ailem için korkuyorum, öldüğümde eşim ve çocuklarım zorda kalacak diye erken ölmek istemiyorum, “Onlar ayakları üzerinde durabilsinler en azından da sonra olacaksa olsun” diyorum…

     Yani diyeceğim o ki; ölen kişileri ölümden korktuğum için yazıyor değilim. Tüm ölümler zamansızdır ama bazıları çok zamansızdır. Kimsenin ölmesini istemeyiz ama daha yapacak çok işleri, çok paylaşacak şeyleri olan gencecik insanların ölmesini hiç istemeyiz.

    Her ölüm bir boşluk yaratır, her ölüm önemlidir, kim isterse olsun, her ölen mutlaka birileri için yeri doldurulmazdır. Kimse ölümsüzlük istemiyor, bunun olmayacağını da biliyor, her ölüm acılara neden oluyor ama en azıdan kabul edilebilir bir yaş olması tercih ediliyor.

    İçinde zorluklar, acılar, üzüntüler, sevinçler, başarılar, başarısızlıklar, kısaca insani, insana dair her şey olsun, her şeye değilse de çok şeye geç kalınmamış, dopdolu bir hayat olsun ve günü geldiğinde de kabul edilebilir bir yaş olsun… Biliyorum, bu istemekle olacak bir şey değil, ne olacağını kimse bilmiyor ama genç ölümler olmasın diye pek gerçekleşmeyecek bir temenni işte…  

31/07/2022 22:20
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS:
MANŞETLER

HK Ali Baturay

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.