Bilim Köşesi sordu, uzman veteriner hekimler yanıtladı…
12/05/2020












Günümüzden ortalama 20 sene önce bilim literatüründe yerini alan “TEK SAĞLIK” kavramı, sağlık sorunlarının insan–hayvan–çevre ilişkisi göz önünde bulundurularak, birden çok sektör ve disiplin tarafından, ortak ve eş güdümlü çalışmaya dayalı bir şekilde ele alınmasını savunan önemli bir kavramdır. COVID-19 gibi hayvan kökenli olduğu düşünülen bulaşıcı hastalıkların etkin bir şekilde kontrol altına alınabilmesi de ancak tek sağlık etrafında birleşmekle mümkün olabilir. Biz de hem bundan yola çıkarak hem de COVID-19’un etkeni SARS-CoV-2’nin de dahil olduğu koronavirüs ailesiyle meslekleri icabı yıllardır tanışıyor olmaları sebebiyle, bu haftaki Haber Kıbrıs Bilim Köşesi’nde uzman veteriner hekimlerin görüşlerine yer vermek istedik.
Virüs teriminin Latincede “zehir, yapışkan sıvı” anlamı taşıdığını ifade ederek sözlerine başlayan Yakın Doğu Üniversitesi Veteriner Fakültesi Viroloji Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ayfer Fındık (Pakrooh), genetik malzeme olarak ya DNA ya da RNA taşımalarının ve çoğalmaları için mutlaka başka bir ev sahibi (konak) hücreye ihtiyaç duymalarının, virüsleri diğer canlılardan ayıran en önemli iki özellik olduğunu belirtti. SARS-CoV-2 ile birlikte, insanda hastalık yapan toplam yedi farklı koronavirüs tipinin olduğunu belirten Fındık, bu virüs grubuna ait diğer tiplerin ise çoğunlukla sığır, koyun, at, kedi, köpek ve kanatlılar gibi hayvanlarda hastalık yaptığını sözlerine ekledi. “Koronavirüsler, RNA virüsüdürler ve bu virüslerin en dış katmanında yağ yapısında bir zarf vardır. Zarf yapısı, virüsün çevresel etkenlere (alkol, sabun, ısı) dayanıksız olmasına yol açar. Zarflı virüslerin dayanıksız olma durumlarını kendi avantajımıza çevirecek şekilde basit hijyen kurallarına uyarak, bu virüslerin neden oldukları hastalıklardan korunabiliriz” diyerek sözlerine devam eden Fındık, bu virüslerin zarf yapısında dikensi çıkıntılar biçiminde bazı proteinlerin mevcut olduğunu belirtti. “Bu proteinler, adeta bir anahtar görevi görerek, virüsün uygun kilidi barındıran bir konağın vücuduna girmesinde rol oynar. Bir canlıda, anahtarının açabileceği uygun kilidi bulamayan virüs, o canlıda hastalık yapamaz”. İnsanda hastalık yapan koronavirüslerin kökeninin hayvanlardaki koronavirüsler olduğunun altını çizen Fındık, RNA yapısının bu virüslerin hayvandan insana bulaşmada nasıl bir etkiye sahip olduğu ile ilgili sorumuza ise şu şekilde yanıt verdi: “RNA virüsleri, çoğalmaları sırasında diğer virüslere göre daha fazla mutasyona (genetik değişikliğe) uğrarlar. Bu değişikliklerin özellikle dikensi çıkıntılarda meydana gelmesi, virüsün önceden kilidini açamadığı bir konağın vücuduna girebilme yeteneğini kazanmasına neden olabilir. Bu süreç, tam da günümüzdeki pandeminin ortaya çıkmasında olduğu gibi virüsün bir hayvandan normal koşullarda vücudunda barınamayacağı diğer bir hayvana [veya insana] sıçrayabilmesine yol açar”.
Fındık, SARS-Cov-2’nin kökeninden bahsederken, altı kıtaya yayılmış ve 1400’den fazla türe sahip olan yarasaların, yüzlerce farklı koronavirüs için tam anlamıyla bir “mikser” görevi gördüğünü söyledi. Yarasaları hasta etmeksizin yarasaların vücudunda bulunan bu koronavirüslerin kimi zaman karşılıklı olarak birbirini etkileyerek de genetik yönden değişikliğe uğrayabileceğini ifade eden Fındık, SARS-CoV-2 ve SARS-CoV’un (2002 yılında Çin’de başlayan SARS salgınına neden olmuştur), günümüzden 30–50 yıl önce aynı virüs atasından köken almış olabileceklerinin düşünüldüğünü belirtti. “Günümüzdeki pandeminin esas kaynağının yarasa olduğunu biliyoruz. Ancak, önceki salgınlar ışığında, virüsün kaynak görevi gören bir hayvandan, önce başka bir hayvana (ara konak) ve daha sonra insana sıçramış olabileceğini de biliyoruz. İlk yapılan araştırmalarda, SARS-CoV-2’nin ara konağının pangolin (karıncayiyen) olabileceği ileri sürülmüştür. Fakat, salgının Çin’de ortaya çıkmasından sonra geriye dönük yapılan bazı araştırmalarda, 2019’un aralık ayında ilk olarak bildirilen olguların öncesinde, vahşi hayvan pazarı ile herhangi bir teması olmayan kişilerin de SARS-CoV-2 taşıdıkları bildirilmiştir. Bu bulgu, virüsün aralık ayından önce dolaşımda bulunabileceğini ve hayvan pazarı ile ilişkili olmayan bir aracı hayvandan kazanılmış olabileceğini düşündürmektedir”.
İnsanda görülen bulaşıcı hastalıkların %70’inden hayvanlardan insanlara bulaşan mikropların sorumlu olduğunu vurgulayan Fındık, insan sağlığının hayvan ve çevre sağlığı ile yakından ilişkili olduğunun unutulmaması gerektiğini hatırlattı ve sözlerine şu şekilde son verdi: “İnsan, kendisini dünyanın merkezi gibi görmekten vazgeçmeli; yaşadığı evrene ve diğer canlılara daha fazla saygı göstermelidir”. Fındık’ın bu görüşüne katılmamak elde değil!
SARS-CoV-2’nin, evcil hayvanlar da dahil olmak üzere, çevremizdeki hayvanlara sıçrayıp sıçramadığını merak ettik ve bu sorumuzu Yakın Doğu Üniversitesi Hayvan Hastanesi Tanı Laboratuvarı Şefi Yrd. Doç. Dr. Serkan Sayıner’e yönelttik. Meslek eğitimlerinin büyük oranda koruyucu hekimlik odaklı yürütüldüğünü hatırlatan Sayıner, kendilerinin de ilk günden itibaren virüsün evcil hayvanlar için bir risk teşkil edip etmediği üzerinde durduklarını ve bu doğrultuda hem ulusal ve uluslararası meslek örgütlerinin hem de akademik camiada yer alan meslektaşlarının araştırmalarını (özellikle de hakemli, saygın dergilerde yayımlanan ciddi makaleleri) yakından takip ettiklerini söyledi. Sayıner’in anlattıklarından Belçika, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Hong Kong ve İtalya’daki vizon, kedi (evcil kedi ve kaplan) ve köpeklerde SARS-CoV-2’nin tespit edildiğini fakat bu bulaşmanın yüksek ihtimalle virüsü taşıyan insanlar veya çevre ile temas neticesinde gerçekleşmiş olduğunu öğrendik. Dolayısıyla, lütfen size en çok ihtiyaç duydukları bu süreçte evcil hayvanlarınızı sokağa terk etmeyin ve eğer hastaysanız onların bakımını üstlenmesi için bir başkasından yardım isteyin. Bu görüşümüze paralel olarak, Sayıner de Hong Kong Tarım, Balıkçılık ve Koruma Departmanı (AFCD, Hong Kong), Amerikan Veteriner Hekimleri Birliği (AVMA), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü’nün (OIE) bu konuda hayvanlara karşı alınacak herhangi bir önlem veya tedbir paketi açıklamadığını belirtti ve şu an için kesin olarak bilinen bulaşma şeklinin “insandan insana” olduğunun altını çizdi.
Hayvanlara uygulanan tanı testleri ile insanlara uygulanan tanı testlerinin benzeşip benzeşmediğini sorduğumuz Sayıner, bu testlerin evrensel olduğunu ve (bizim de daha önceki yazılarımızda paylaştığımız gibi) virüse karşı bağışıklık hücreleri tarafından geliştirilen savunma yanıtının (antikorların) tespiti ile virüse özgü proteinlerin (antijenlerin) veya genetik malzemenin (RNA) tespiti şeklinde iki önemli test yaklaşımı bulunduğunu anlattı. Hayvanların test edilmesinin gerekliliği ile ilgili yönelttiğimiz soruya ise bu kararın mutlaka veteriner hekimler ve yerel ve/veya ulusal hayvan sağlığı otoriteleri tarafından üzerinde uzlaşı sağlanarak alınması gerektiği ve hatta bu noktada insan sağlığı otoriteleriyle de iş birliği kurulmasının faydalı olacağı şeklinde yanıt verdi. En azından mevcut veriler ışığında hayvanların SARS-CoV-2 için rutin olarak test edilmesinin önerilmediğini, bunun yerine daha yaygın olarak görülen diğer hastalıkların öncelikli olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Sayıner, ancak bir risk değerlendirilmesi sonucunda SARS-CoV-2 ile enfekte olmuş bir insanla birlikte yaşayan bir hayvan söz konusuysa test yapma kararının alınabileceği görüşünü bizimle paylaştı. İşin mutfağında çalışan bir klinik biyokimya uzmanı olarak farklı teknik konulara da dikkat çeken Sayıner, “örneklerin alınması, laboratuvara transferi ve analiz sürecinin çalıştırılması noktasında alanında uzman kişilerin yer alması elzemdir çünkü doğru sonuç için doğru örnek gereklidir ve çok basit bir test dahi yanlış ellerde veya hatalı uygulandığında doğru sonuç vermeyecektir” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Önümüzdeki hafta Yrd. Doç. Dr. Serkan Sayıner ile sohbetimize kaldığımız yerden devam edecek ve hem SARS-CoV-2 yönünden pozitif olan hayvanlarda COVID-19 benzeri bir hastalığın gelişip gelişmeyeceğini hem de hayvan–insan ekseni özelinde canlı sağlığının korunması adına yapılması gerekenleri konuşacağız. Ayrıca, haftaya yayımlanacak yazımızda Taşkent Doğa Parkı Yaban Hayat Hastanesi Başhekimi Dr. Tayfun Çanakçı’nın görüşlerine de yer verecek ve kent, çevre ve sağlık politikaları üzerinden herkese öz eleştiri yapma imkânı sunacağız.
Derleyen ve hazırlayan: Haber Kıbrıs Bilim Köşesi Ekibi (Doç. Dr. Kerem Teralı – YDÜ, Yrd. Doç. Dr. Mehmet İlktaç – DAÜ ve Yrd. Doç. Dr. Aybike Yektaoğlu – DAÜ)




