Feridun: Kredi faizlerinin yüksek olmasının tek sorumlusu bankalar değil

ads ads ads ads
03/05/2020

ads
Feridun: Kredi faizlerinin yüksek olmasının tek sorumlusu bankalar değil

Eski Bank of England (İngiltere Merkez Bankası) uzmanı Prof. Dr. Mete Feridun, KKTC bankacılık sektöründeki kredi ve mevduat faizleri arasındaki farkın büyük ölçüde ülkedeki yapısal, ekonomik ve siyasi faktörlerden kaynaklandığını söyledi. Feridun ayrıca, ülkemiz koşullarında kredi faizlerinin yüksek olup olmadığını değerlendirirken mevduat faizlerinin referans alınmasının hatalı olabileceğini vurguladı.

Feridun’un yazısı şöyle:

Ülkemizde banka kredi faizlerinin mevduat faizlerine oranla aşırı yüksek olduğu ve bankalarımızın reel sektöre yeterince kredi kullandırmadıkları yönünde uzun yıllardır yaygın olan genel bir kanı olduğu hepimizin malumudur. Bilindiği gibi, bu konu özellikle ekonomik daralma yaşanan dönemlerde sık sık gündeme gelmektedir.

Hükümet yetkililerinin de bu durumdan şikayetçi oldukları, hatta geçtiğimiz günlerde yapılan bir açıklamada kredi faizleri ile mevduat faizleri arasında bir “uçurum” olduğu ve bu durumun “bankacılık sistemine olan güveni zedelediği” şeklinde bir değerlendirme yapmış oldukları görülmektedir.

Banka mevduat ve kredi faizleri arasındaki farkın aşırı derecede yüksek olup olmaması, ve eğer gerçekten yüksekse, bu farkın sisteme olan güveni zedeleyip zedelemediği elbette ki yoruma açık konulardır. Bu konudaki değerlendirmeler bankacılık sektörüne hangi perspektiften bakıldığına göre değişebilmektedir. Dolayısıyla, herkesin bu konuya ilişkin kişisel görüşleri olması ve bunu dile getirmesi son derece doğaldır.

Farklı perspektiflerden bakıldığı zaman, bir ülkede banka kredi faizlerinin yüksek olmasının bankacılık sistemine olan güveni sarsabileceği gibi, belli durumlarda, bunun tam tersine söz konusu güveni güçlendirebileceğini iddia etmek de mümkündür. Benzer şekilde, mevduat ve kredi faizleri arasındaki farkın bankaların kar marjlarının yüksek olması kadar, ülkemize özgü bir takım yapısal eksiklikler, siyasi sorunlar ve ekonomik dinamiklerden kaynaklandığını ifade etmek de mümkündür.

Bu konular hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapmak ancak bilimsel ve objektif bir araştırma ile mümkündür. Bu yazıyı kaleme alırken iddiam bunu gerçekleştirmek olmamakla birlikte, birkaç kişisel görüş ortaya koyarak bu konudaki değerlendirmelere bir katkı sağlamayı ümit etmekteyim.

Bu konuda bilinçli bir değerlendirme yapabilmek içim öncelikle bir takım verilere sahip olmak gerekmektedir. Ülkemizde bankacılık sektöründeki ortalama faiz marjlarını yansıtacak rakamlar mevcut olmamasına rağmen, Dünya Bankası diğer ülkeler için bu istatistikleri yayımlamaktadır. Bu istatistiklerden bahsetmeden önce, ülkemizdeki bankaların mevduat ve kredi faizlerine ilişkin genel bir değerlendirme yapılacak olursa, söz konusu faiz marjının bireysel mevduat ve ihtiyaç kredileri açısından genellikle 8-10 puan civarında olduğu görülmektedir.

Bilindiği gibi, ticari kredilerde çok daha farklı kredi faiz oranları uygulanabilmekte ve bu makas bazı farklı uygulamalar da dikkate alındığı zaman daha da fazla açılabilmektedir. Ancak, elimizde ortalama veriler olmadığından, KKTC için yaklaşık 8-10 puanlık bir farkı geçerli bir gösterge olarak kabul etmek sanırım makul bir yaklaşım olacaktır. Elbette ki, bu bir bilimsel saptama olmayıp herkesin kendi kişisel görüşüne ve deneyimine göre bu rakamı daha farklı kabul etmesi mümkündür. Nitekim, bu yazıdaki amacım bu rakamı tespit etmek değildir.

Dünya Bankası istatistiklerine kısaca bir göz attığımız zaman, ortalama net daiz marjları açısından en yüksek rakama sahip olan ilk birkaç ülkenin Madagaskar (43 puan), Brezilya (32 puan), Tacikistan (23 puan) ve Kongo (20 puan) olduğu görülmektedir. Aynı istatistiklere göre dünyada söz konusu marjın ortalama olarak 10 puanın üzerinde olduğu 25 civarında ülke olduğu dikkat çekmektedir. Her ne kadar da bu istatistiklerde kullanılan faiz tanımları ülkeden ülkeye farklılık gösterse ve sağlıklı bir mukayese yapılması tam olarak mümkün olmasa da, en azından Dünya Bankası istatistiklerine göre bu konuda dünyanın en kötü durumdaki ülkelerinden biri olmadığımızı söylemek mümkündür.

Ancak, objektif olmak adına şunu da belirtmek gerekir ki, aynı istatistikler dünya ortalamasını 5 puan, düşük gelirli ülke ortalamasını 9 puan, küçük devletler ortalamasını 7 puan ve en az gelişmiş ülke ortalmasını ise 9 puan olarak göstermektedir. Kısacası, rakamsal bir değerlendirme yapılacak olursa, net faiz marjları açısından ülkemizin dünyanın en yüksek ortalamasına sahip ülkelerinden biri olduğunu iddia edemesek de, ülkemize ait 8-10 puanlık gösterge rakamın dünya ortalamasının oldukça üzerinde olduğunu kabul etmek durumundayız.

Dolayısıyla, herşeyden önce bunun ekonomimiz açısından bir “sosyal maliyet” arz ettiğini anlamak ve bu durumun sebeplerini iyi tahlil etmemiz gerekmektedir. Kredi faizlerindeki yüksek risk priminin kredi müşterilerine bir maliyet olarak yansıdığı bir gerçektir. Ancak, yukarıdaki rakamsal değerlendirmelere bağlı olarak bankacılık sektörümüzün reel sektöre yeterince kredi kullandırmamasının sebebinin yüksek kredi faizleri olduğu sonucuna ulaşmak mümkün değildir.

Bana göre bu durumun çözümü bankalardan beklemek veya onlara baskı uygulayarak kredi faizlerini düşürmelerini sağlamak değildir. Ülkemizde kredi faizlerinin yüksek olması elbette ki krediye olan talebi düşürmektedir, ama bu saptama, faizlerin düşmesi halinde kredi arzının mutlaka artacağı anlamına gelmemektedir. Bir ekonomideki faiz seviyeleri bir ülkedeki kredi arzını belirleyen faktörlerden sadece bir tanesidir. Nitekim, banka kredi faizlerini ve kullandırılan kredi hacmini belirleyen çok farklı faktörler saymak mümkündür.

Bu nedenle, doğru politikaların belirlenmesi açısından, bankacılık sektöründeki kredi faizlerinin bir sebep olarak değil, ülkenin içinde bulunduğu koşulların bir sonucu olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu konu üzerinde daha fazla durmadan önce, kapsamlı bir değerlendirme yapabilmek açısından, bankacılık sektörümüzün mevduatların ne kadarını krediye dönüştürdüğüne de kısaca bakmamız gerekmektedir.

KKTC Merkez Bankası’nın en son açıklamış olduğu verilere göre, ülkemizde bu oranın şu anda yaklaşık %70 civarında olduğu görülmektedir. Daha birkaç yıl önce bu oranın %75 civarı olduğu düşünüldüğü zaman, son yıllarda bu oranda dikkate değer bir düşüş olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, hemen bir sonuca varmadan önce örneğin Birleşik Krallık gibi bir gelişmiş bir ekonomideki mevduatları oldukça yüksek olan HSBC, Barclays ve Royal Bank of Scotland gibi bankalar için bile bu oranın yaklaşık %75-80 civarında olabildiğini de dikkate almak gerekmektedir.

Peki bu ne anlama gelmektedir? Bana göre, net faiz marjlarının son derece düşük olduğu Birleşik Krallık gibi bir ülkedeki ve KKTC gibi bu marjın yüksek sayılabilecek bir düzeyde olduğu bir ülkedeki bankaların kredi kullandırma konusundaki iştahlarının mukayese edilebilir bir seviyede olmasını şöyle yorumlamak mümkündür; bankaların belirlemiş olduğu kredi faiz oranları ile reel ekonomiye kullandırmış oldukları kredi miktarı arasında her zaman doğrudan bir ilişki olmayabilmektedir.

Bir başka deyişle, bir ekonomide banka kredilerinin hacminin düşük olmasını sadece bankaların kredi faizlerini yüksek tutmasına bağlamamak gerekmektedir. Bu konuda önem arz eden diğer faktörlere hemen bir örnek vermek gerekirse, Basel Komitesi’nin geçtiğimiz yıl gerçekleştirmiş olduğu bir araştırmanın sonuçları siyasi belirsizliğin ve seçimlerin banka kredi hacimlerinin düşmesinde önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Dolayısıyla, banka kredilerinin hacminin düşük olmasını yorumlarken sadece kredi faiz marjlarına odaklanmak hatalıdır.

Kaldı ki, benim kişisel iddiam odur ki, KKTC gibi ülkeler için kredi faizlerinin yüksek olup olmadığını yorumlarken veya başka ülkelerle mukayese yaparken, ülkedeki mevduat faizlerinin seviyesini referans alınması faiz marjının hatalı bir şekilde yorumlanmasına sebep olabilmektedir. Bu durum, özellikle aşağıda izah edeceğim üç temel sebepten dolayı ülkemiz özelinde sağlıklı politikalar belirlenmesini de zorlaştırmaktadır:

Birinci sebep şudur; KKTC ekonomisinin dinamiklerini en yakından bilen kişilerden olan değerli ekonomist Necdet Ergün’ün de sıklıkla dile getirmiş olduğu gibi, ülkemizdeki “bir kamu bankası”, ki burada hangi bankanın kastedildiği herkesin malumudur, bankacılık sektörümüzde bir “vakum etkisi”yaratmaktadır. Sevgili Necdet Ergün’ün argümanını kısaca özetlemek gerekirse, söz konusu kamu bankasının mevduat faizlerini düşük tutmak suretiyle bankacılık sektörümüzde yol açmış olduğu haksız rekabet koşullarına bağlı olarak mevduat faizleri genel olarak aslında olması gereken seviyenin üstünde tutulmak durumundadır, ki bu da kâr marjlarını korumak isteyen bankaların doğal olarak kredi faizlerini de yüksek tutmasına neden olmaktadır. Bu elbette ki son derece yerinde bir saptamadır, ancak benim bu konudaki görüşüm aşağıda açıkladığım gibi biraz daha farklıdır.

İkinci sebep, ki bu görüşüm Necdet Ergün’ün görüşüyle çelişse de aynı sonucu işaret etmektedir, ülkemizde tasarruf sahiplerinin birikimlerini likit ve güvenli bir şekilde değerlendirebilecekleri banka mevduatları dışında pek bir seçenekleri veya alışkanlıkları mevcut değildir. Kısıtlı bir miktar vatandaşımız belki birikimlerini Borsa İstanbul’a yatırım yaparak, altın alarak veya Birleşik Krallık’ta mevduat olarak tutarak değerlendimektedir. Ancak, ülkemizde birikimlerini likit olarak tutmak isteyen kişilerin çok azının bu yolu seçtiğini tahmin etmek güç değildir. Kısacası, ülkemizde vatandaşlar birikimlerini biraz da mecburiyetten dolayı banka mevduatı olarak değerlendirmek durumundadır.

Bu durum, banka mevduatına olan talebi sürekli olarak yüksek tutarak bankaların mevduat faizlerini düşük bir seviyede belirlemesine sebep olabilmektedir. Benzer şekilde, ülkemizde menkul kıymetler borsası olmamasından dolayı, işlerini büyütmek için finansman ihtiyacı duyan şirketlerin banka kredisi talep etmek dışında pek bir seçeneği yoktur. Bu da ticari kredilere olan talebin diğer ülkelerde olduğundan çok daha yüksek olmasına yol açarak, ekonomimizdeki ticari kredi faizlerini yüksek tutmaktadır. Elbette ki bunlar benim kişisel görüşlerim olup tartışmaya açık konulardır.

Ancak, bu varsayımım sevgili Necdet Ergün’ün değerlendirmesiyle büyük ölçüde çelişse de, ülkemizde kredi faizlerinin neden yüksek olduğu konusuna alternatif bir açıklama getirmekte ve aslında her iki görüş de varmaya çalıştığım şu noktayı desteklemektedir: ülkemiz koşullarında kredi faizlerinin ne kadar yüksek olduğunu mevduat faizlerini baz alarak değerlendirmek sağlıklı bir yaklaşım değildir.

Üçüncü sebep ise, her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de mevduatların genellikle kısa vadeli, kredilerin ise uzun vadeli olmasıdır. Bizim gibi bilinmezliğin günlük hayatın bir parçası olduğu bir ülkede, kredinin vadesi uzadıkça risklerin katlanarak artacağı malumdur. Bu nedenle kredi faizlerinin mevduat faizlerine göre çok daha yüksek bir seviyede tutulması doğaldır.

Üstelik, kısa vadeli olan mevduatların faizleri, piyasadaki faiz oranlarındaki düşüşleri çok kısa sürede yansıtabilirken, genellikle uzun vadeli olan kredilerin faizleri ise oldukça uzun bir süre yüksek seviyede sabit kalabilmektedir. Nitekim, buna bağlı olarak ülkemizde özellikle piyasa faizlerinin düştüğü dönemlerde mevduat ve kredi faizleri arasındaki makasın açıldığı görülebilmektedir.

Dolayısıyla, bu üç sebebi dile getirerek varmaya çalıştığım nokta şudur: ülkemizdeki faiz marjlarının yüksek olup olmadığını sadece rakamlar üzerinden tespit etme kolaycılığına kaçmak ve bu rakamlar üzerinden KKTC ekonomisindeki kredi sıkıntısının sadece bankaların kredilere ilişkin tutumundan kaynaklandığı sonucuna varmak objektif bir yaklaşım değildir.

Bana göre, bankacılık sektörümüzdeki fazi marjlarını çok daha geniş bir perspektiften ele almamız ve bu rakamların bir bakıma ülkemizedeki yapısal, ekonomik ve siyasal koşulların da bir yansıması olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.

Açık söylemek gerekirse, iddiam şudur ki, ülkemizdeki faiz marjlarının yüksek olmasının baş sorumlusu bankacılık sektörü değildir. Bankalar bulundukları koşullara bağlı olarak gerekli bir miktar risk primini kredi faizlerine yansıtmak durumundadır. Dolayısıyla bankacılık sektörümüze ilişkin yorumlarda bulunurken özellikle “faiz marjı” ile “kar marjı” kavramlarını birbirinden farklı değerlendirmek gerekmektedir.

Nitekim, yukarıda bahsetmiş olduğum Dünya Bankası istatistiklerinden de anlaşılabileceği gibi, net faiz marjı açısından ülkemiz “en az gelişmiş” ülkeler ortalamasının da altında bir noktadır. Bu rakamlar ülkelere ait risk primlerini de içerdiğinden aslında bize bankacılık sektörümüzdeki kredi faiz oranlarını belirleyen risk faktörleri açısından ülkemizdeki koşulların hangi düzeyde olduğu hakkında da bir fikir vermelidir.

Bu konuyu daha kapmsalı bir şekilde değerlendirmek açısından öncelikle bankacılığın bir risk yönetme ve fiyatlama sanatı olduğunu hatırda tutmak ve kredi faizlerinin prensip olarak nasıl belirlendiğini çok iyi anlamak gerekmektedir. Öncelikle, bankalar reel sektöre kredi kullandırırken faiz oranlarını doğru şekilde saptayabilmek için müşterilerinin kredilerini geri ödeyebilme kabiliyetini ve gerçek niyetini anlamak mecburiyetindedir. Buna bağlı olarak, bankanın belirleyeceği kredi faiz oranının bankanın muhtemel kayıplarına karşı yeterli korumayı sağlayacak düzeyde olması gerekmektedir. Bu işin hemen hemen herkes tarafından bilinen yönüdür.

Ancak, genellikle pek bilinmeyen çok daha önemli biryönü daha vardır ki o da şudur; modern bankacılıkta kredi fiyatlama işlemi hiç de sanıldığı kadar basit olmayıp, “fon transfer fiyatlaması” adı verilen son derece karmaşık bir süreci içermektedir. Banka bu süreçte her bir müşterisinin mevduatlarını ne zaman geri çekilebileceğinden, kredi müşterilerinin ödemelerini zamanında gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğine kadar birçok “davranışsal” tahminde bulunmak ve çeşitli simülasyon yöntemleri kullanmak durumundadır. Bankaların bu süreçte ayrıca her türlü finansal veekonomik göstergelere dair birçok varsayım ve tahminde de bulunması gerekmektedir.

Bu sürecin karmaşıklığı bankadan bankaya farklılık gösterse de kredi fiyatlamasının ardında böyle komplike bir süreç yatmakta olduğunun iyi bilinmesi gerekmektedir.Teknik detayları bir kenara bırakacak olursak, söz konusu kredi fiyatlama sürecini doğru şekilde gerçekleştirmek, ekonomik ve siyasi açıdan istikrarlı ülkelerdeki önde gelen bankalar açısından bile oldukça zorken, bizim gibi ülkelerdeki küçük sayılabilecek ölçekteki bankalarımız açısından ise neredeyse imkansıza yakındır. Dolayısıyla, ülkemizde bankalar doğru şekilde fiyatlanması mümkün olmayan birçok risk faktörü nedeniyle çoğu zaman kredi faizlerinin olabildiğince ihtiyatlı bir düzeyde belirlemek mecburiyetinde kalabilmektedir.

Ülkemizde birçok banka yöneticisi, yılların vermiş olduğu deneyimle yukarıda bahsetmiş olduğum fiyatlama işlemlerini belki de karmaşık hesaplamalara hiç girmeden büyük ölçüde kafasında da gerçekleştirebilmektedir. Zaten, bu süreçte rakamsal olarak değerlendirilmesi imkansız olan, ülkemize özgü bir takım dinamikler önemli rol oynadığından, bankacılarımızın bunun dışında pek fazla seçenekleri olmadığını tahmin etmek güç değildir.

Aşağıda kısaca değineceğim bu dinamikler, banka üst yönetimlerinin devamlı surette bilincinde olduğu ama rakamsal olarak ifade edilmesi pek de mümkün olmayan konulardır. Bankacılık sektörümüzün doğru şekilde değerlendirilebilmesi için bu dinamiklerin de objektif bir şekilde dikkate alınması gerekmektedir. Nitekim, bu dinamiklerden kaynaklanan zorluklar, ülkemizdeki bankacılık sektörünü diğer ülkelerdekilerden ayıran en temel özellikler olup, kredi faiz oranlarının belirlenme süreçlerinde de önemli rol oynamaktadır.

Biraz daha açacak olursak, ülkemizdeki kredi faiz oranları aslında ülkemizin ve toplumumuzun yapısına ilişkin birçok farklı dinamiğin fiyatlanmasını da yansıtmaktadır. Birkaç somut örnek verecek olursak, ülkemizde banka yöneticileri kredi fiyatlaması yaparken hukuki süreçlerin uzunluğu; tahsilat ve icra süreçlerinde yaşanan zorluklar; ipotek olarak gösterilen taşınmaz malların hukuki statütüsü ve güncel piyasa değerleri gibi birçok faktörü de dikkate almak mecburiyetindedir.

Aslında bunlar sadece KKTC için geçerli olan konular değildir. Örnek vermek gerekirse, Avrupa Merkez Bankası’nın 2003 yılından beri her yıl gerçekleştirmekte olduğu ve kısaca “BLS” olarak bilinen araştırması (Bank Lending Standards), Avrupa Birliğindeki banka kredi faizlerini belirleyen faktörler arasında bankaların ekonomiye ve sektöre ilişkin genel risk algıları, sektördeki rekabet koşulları ve kullanılan ipoteğin değerindeki olası değişiklikler gibi birçok farklı dinamiği ele almaktadır.

Ülkemizde ise bankalar bunların yanı sıra, siyasi belirsizlik; memur maaşlarının ödenip ödenemeyeceği; Türkiye’den mali destek sağlanıp sağlanamayacağı ve Kıbrıs sorununa nasıl bir çözüm bulunacağı gibi birçok farklı sosyo-ekonomik faktörü de dikkate almak durumundadır. Kuşkusuz, bu fiyatlanması mümkün olmayan faktörlerin yanı sıra, kredilerin fiyatlanmasına önemli rol oynayan tasarruf mevduatı sigorta primi, yasal sermaye yükümlülükleri, yasal karşılıklar ve disponibilite gibi rakamsal olarak ölçülmesi mümkün olan faktörler de hesaba katılmaktadır.

Neticede, kendi para politikası olmayan, hem döviz kurlarının, hem de enflasyonun eksojen bir şekilde belirlendiği bir ülkede, bir de küçük bir toplum olmamızın kaçınılmaz bir sonucu olan banka yöneticileri, siyasetçiler ve işadamları arasındaki çapraz ilişkiler de göz önünde bulundurulduğu zaman, ülkemizde bankacılık yapmanın, matematiksel olarak ölçülmesi, modellenmesive fiyatlanması mümkün olmayan bir takım riskleri, dinamikleri ve kişisel ilişkileri yönetmek anlamına geldiği görülmektedir.

Görüldüğü gibi, ülkemizde bankaların görevi, vatandaşların kendilerine emanet etmiş oldukları birikimlerini, yarın ne olacağını kimsenin tahmin edemeyeceği bir ülkede uzun vadeli kredilere dönüştürmeleri ve bu süreçte sayısız finansal ve finansal olmayan riskleri ve dinamikleri doğru şekilde yönetmeleridir. Bu risklerin yönetilmesi sürecinde kredi faizlerinin ihtiyatlı bir düzeyde belirlenmesi ve gerekli düzeyde risk primi içermeleri büyük önem taşımaktadır.

Söz konusu risk primleri, bir bakıma, bankaların muhtemel kredi zararlarını sigortalamaktadır. Bu sigorta primlerinin olması gereken seviyenin altında belirlenmesi, bankacılık sektörünü kırılgan bir hale getirecektir. Bankaların kredi faizlerini düşürmeleri ve daha çok kredi kullandırmaları gerektiğine ilişkin değerlendirmeler yaparken dünyadaki birçok bankacılık krizinin bankaların ihtiyatsız davranarak kolay ve düşük faizli kredi kullandırdıkları bir sürecin hemen ardından ortaya çıkmış olduğu da unutulmamalıdır.

Bana göre, taşınmaz malların yasal statüsünden, memur maaşlarının ödenmesine kadar hemen hemen bütün temel ekonomik dinamiklere ilişkin sürekli olarak bir belirsizliğin hakim olduğu bir ülkede, kredilerin ihtiyatlı bir düzeyde fiyatlanması ve bankaların bu ağır sorumluluğu taşımalarının karşılığında belirli bir maddi getiri elde etmeleri makul karşılanmalıdır. Ancak, bunlar kaçınılmaz olarak kredi faizlerinin yükselmesine yol açan faktörler olarak karşımıza çıkmakta ve doğal olarak bankacılık sektörüne yönelik olumsuz görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

Kredi faizlerine bu perspektiften bakıldığı zaman dikkat çeken konu şudur; ülkemizde vatandaşlar mevduatlarını bankalara emanet ederken mümkün olduğunca yüksek faiz getirisi sağlamayı beklerken, kendilerine bu imkanı sağlamakta ve birikimlerini likit bir şekilde güvende tutmakta olan bankaların, kredi kullandırırken belli bir getiri elde etmesini ise olumsuz değerlendirebilmektdir.

Oysa ki, bu süreçte banka yöneticilerinin üstlenmiş olduğu risk, maliyet, sorumluluk ve stress seviyesi, ayni sürede ayni bankadaki mevduatları üzerinden güvenli bir şekilde faiz getirisi sağlayabilen müşterilerinin durumuyla mukayese edilemeyecek derecede yüksektir. Bana göre, bu perspektiften bakılacak olursa, mevduat faizleri ile bankaların kar marjlarını karşılaştırdığımız zaman ortada adaletsiz bir durum olup olmadığı tartışmaya açıktır.

Dolayısıyla, önemli olan konu bankaların üstlenmiş oldukları riskleri ve maliyetleri mevduat ve kredi faizlerine ne derece gerçekçi ve adil bir şekilde yansıtıp yansıtmadıkları yani, bu ürünleri doğru ve insaflı bir şekilde fiyatlayıp fiyatlamadıklarıdır. Sağlıklı çalışan kredi ve mevduat piyasalarında bunun cevabını arz ve talep dengesi vermektedir. Ancak, görüldüğü gibi, KKTC gibi söz konusu piyasaların sağlıklı bir şekilde işlediğine güven duyulmayan ülkelerde bir takım farklı değerlendirmeler gündeme gelebilmektedir.

Dolayısıyla, benim görüşüm kredi faizlerinin yüksek olmasının sisteme olan güveni sarsacağı değil, tam tersine sisteme olan güvensizliğin faizlerin yüksek belirlenmesine yol açabileceğidir. Bu nedenle, bana göre devlete düşen görev piyasanın doğru şekilde faaliyet göstermesini sağlayacak tedbirleri almak ve gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmektir.

Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere ülkemizde kredi faizlerinin yüksek olması belirli bir kesimin bankacılık sistemine olan güvenini sarsmaktadır. Ancak, ülkemize özgü sayısız risk faktörleri göz önünde bulundurulduğu zaman, bu durumu kredi faizlerinin ihtiyatlı ve yüksek bir noktada olması şeklinde yorumlamak da mümkündür. Bu açıdan değerlendirildiği zaman, yüksek kredi faizlerin aslında bankacılık sistemini korumakta olduğu ve sisteme olan güveni güçlendirmesi gerektiği de iddia edilebilmektedir.

Kuşkusuz bu konuda herkesin kendine göre bir yorumu olacaktır.  Eski bir bankacılık regülatörü olarak kendi tecrübeme dayanarak kısa bir örnek verecek olursam, Birleşik Krallık’ta Brexit referandumu öncesi ve sonrası dönemde görev almış olduğum Bank of England (Prudential Regulation Authority) ve Financial Conduct Authority’deki denetim ve gözetim faaliyetlerimiz çerçevesinde bankalarla gerçekleştirmiş olduğumuz toplantılarda gündeme getirdiğimiz en öncelikli konulardan biri de bankaların bu belirsizliklerle dolu süreçte kredilerini yeterince ihtiyatlı bir düzeyde fiyatlayıp fiyatlamadıklarıydı.

Çünkü, risk priminin doğru şekilde hesaplanması, bankacılığın en temel prensiplerinden biri olarak kabul edilmektedir ve bu prensip özellikle bilinmezliklerin arttığı dönemlerde daha da önem kazanmaktadır. Dolayısıyla, benim görüşüme göre, dünyada bilinmezliğin en yüksek olduğu ülkelerden biri olan KKTC’de bankaların kredi risklerini ihtiyatlı bir düzeyde fiyatlaması şarttır.

Sonuç olarak, yapılması gereken en doğru şey ülkemizdeki kredi ve mevduat faizleri arasındaki farkın büyük ölçüde ülkedeki yapısal eksikliklerden, ekonomik istikrarsızlıktan ve siyasi sorunlardan kaynaklandığını kabul ederek, bu sıkıntıları giderici uzun vadeli politikalar üretmek, bankaların siyasi müdahaleler olmaksızın adil rekabet koşullarında faaliyet göstermesini sağlamak ve gerisini piyasa dinemiklerine bırakmak olacaktır. Bana göre, sisteme olan güveni sağlamanın en temel şartı bunlardır.

 

03/05/2020 16:35
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: mete feriduni haberkibris, korona virüs, kıbrıs,
MANŞETLER

HK KIBRIS

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.