Hoşgörü kültürümüze ve yargı sistemimize sıkı sıkıya sarılmalıyız

ads ads ads ads
14/03/2021

ads

Ali Baturay Ali Baturay


Kıbrıs Türk halkı tez öfkelenir, çabuk yatışır, saman alevi gibidir kızması… Bazen bu erken soğuma, birçok konuda sürekliliği olumsuz etkiliyor. Fazla ısrar etmeme durumu bazen can sıkıcı oluyor. Bu durum, çoğu kez toplumsal duyarlılığı sekteye uğratıyor, itirazım ondandır…

   Kıbrıslı Türk böyledir işte; öyle bir öfkeyle kalkar ki yerinden, zannedersiniz ki ülkenin altını üstüne çevirecek ama bir bakıyorsunuz iki gün sonra sanki o değil… Bazen kızıyorum bu duruma ama çoğu kez de hoşgörüsüne hayran oluyorum. Hakkını ararken o kadar “hoşgörülü” olmasa iyi olur ama genel hoşgörü çok da kötü değil diye düşünüyorum, mesele dozunu ayarlayabilmekte yatıyor.

   Bu ülkenin siyasileri, bu ülkeyi yönetenler de bunu kavradı, “Bırakın bağırsınlar çağırsınlar, birkaç gün sonra unuturlar” diyor ve sin da gülle geçsin moduna giriyorlar. Çoğu kez de bu “bekle de susarlar” taktiği onlar adına işe yarıyor. Ülkesinin en tepesindeki kişiden tutun da aşağıya kadar tüm ülke yöneticilerine en ağır sözler, en ağır eleştiriler yapılır, siyasi parti başkanlarına da… Çoğu kez eleştirilerin dozu da kaçar, hakarete varır ama en fazla yine medya aracılığıyla cevap verirler, “söylenenleri yakışıksız bulduklarını” söylerler, teessüf ederler. Bazıları o sert eleştiriyi ya da hakareti edeni ararlar, konuşurlar, doğru bulmadıklarını söylerler…

    Bunları söylerken bu ülkede “hiç kötü şeyler olmaz” demiyorum… Oldu tabii ki… Ülke tarihinde tabii ki hoşgörüsüzlükler var… Ciddi basın davaları, bombalamalar, linç girişimleri hatta Kutlu Adalı cinayeti gibi çok korkunç şeyler de de oldu Kuzey Kıbrıs’ta… Yani bedeller de ödendi… Ancak onların da bazılarının dış kaynaklı olduğunu göz ardı etmemek lazım…

   Bazı kötü örnekler olmuştur, onlardan da ders çıkarılmalıdır, genel olarak bu ülkede bir hoşgörü kültürü hakimdir ve hukuk sisteminiz de düşünce özgürlüğünü korumaktadır… Belki uzun bir yazı olacak bu yazı ama demek istediğimi anlatmak için bol bol örnekler, alıntılar yaptım…

“Sindirilmiş bir toplum değiliz…”

   “…Konuşmaktan hoşlanan, fikirlerini söyleyen, kendisini savunmak isteyen bir toplumuz, sindirilmiş bir toplum değiliz…” Bu sözler Yüksek Mahkeme Başkanı Narin Ferdi Şefik’e ait…

    Ne de güzel söyledi Narin Hanım değil mi? Gerçekten de konuşmaktan hoşlanan, fikirlerini söylemekten çekinmeyen, fikirlerini savunan ve kendini savunmak isteyen bir toplumuz…

    16 Ocak’ta programıma konuk ettiğim Narin Ferdi Şefik’e hukuk sistemimizi de sormuştum, o da bana; “Hukuk sistemimiz Kıbrıs Türkünün kültürüne işlemiştir, bunun dışında bir sistemi bizim halkımızın kabul etmesi mümkün değil” demişti.

    Kendisinden “hukuk sistemimizde gıyabında (kendi yokken) yargılama olmamasıyla” ilgili sorduğum bir sorudan dolayı konu buralara gelmişti. UBP Genel Başkanı Hüseyin Özgürgün’ün yargılamasına nasıl başlanacağını sormuştum.

    Narin Ferdi Şefik, bu soruyu şöyle yanıtlamıştı:

    “Sanığın mutlaka mahkeme huzurunda olması gerekir. Sanığa yurt dışında tebliğ etseniz de bir farkı yoktur. Mahkemeye gelmedikten sonra, hazır olmadıktan sonra o dava görüşülmez. İtham edersiniz, ithama cevap vermesi gerekir, ithamı anladığından emin olacaksınız ve ondan cevap alırsınız. Kabul ettiği takdirde savcılık olayı özetler, sanık veya avukatı kendisini müdafaa eder, ya şahsen şahadet verir, ya tanık çağırır ya da yalnızca avukatı konuşur. Kabul etmediği takdirde savcılık, yani iddia makamı suçun bütün unsurlarını makul şüpheden ari bir şekilde ispat etmekle mükelleftir. O safhada duruşmaya başlanır…”

   Hukuk sistemimizde deliller olmadan ve yalnızca polis raporuna bakarak mahkumiyet olup olmadığını sorduğumda da Yüksek Mahkeme Başkanı Şefik şunları söylemişti:

    “Rapor üzerine yargılama mümkün değil. Raporu hazırlayan gelecek ve o raporun içeriğine nasıl ulaştığını izah edecek ve de sanığın kendisinin veya avukatının sorgulanmasına, çapraz sorgulama (istintak) dediğimiz şeye maruz kalacaktır. Sistem uzar, bir dosyayı alıp okuyup karar vermek daha kısa bir süre tutar ama uzamasına rağmen sistemimizin böyle olması bence gereklidir. Ceza yargılaması çok hassas bir şeydir, çünkü o kişinin hürriyetini bağlayıcı bir ceza gelebilir. Her şeyi görmesi savunabilmesi gerekir. Gıyabında yargılama bizim sistemimizde yoktur.”

    Peki bir ülke kendi vatandaşını başka ülkeye karşı suç işlediği gerekçesiyle iade edebilir mi? Yani bir KKTC vatandaşı Türkiye’ye karşı suç işledi diye, oraya iade edebilir mi?

    Narin Ferdi Şefik, KKTC’nin yalnızca Türkiye ile suçluların iadesiyle ilgili anlaşması olduğunu anımsatmıştı. Ülkelerden birisinin kendi vatandaşı karşı ülkede suç işlerse, yani bir TC vatandaşı KKTC’de suç ilerse, Türkiye o suçlunun iadesini; ‘22/88 sayılı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hukukî, Ticarî ve Cezaî Konularda Adlî Yardımlaşma, Tanıma ve Tenfiz, Suçluların Geri Verilmesi ve Nakli Sözleşmesi (Onay) Yasası’nın kurallarına göre talep edebilir. Böyle bir iade, bu yasanın içinde düzenlenmiştir. Ancak, ülkelerin kendi vatandaşı, kendi ülkesindeyken, karşıdaki ülkeye karşı suç işlerse iade edilmez. Narin Hanım, 22/88 sayılı yasada “kendi vatandaşını vermez” diye bir maddenin alt bendi olduğunu söylemişti. Şefik, yalnızca bizde değil, tüm ülkelerin genellikle kendi vatandaşlarını başka ülkeye vermediğini kaydetmişti.

“Kişilerin düşündüklerini söyleyebilmesi anayasal koruma altındadır”

   26 Ocak’ta da Yüksek Yönetim Denetçisi (Ombudsman) Emine Dizdarlı’yı programımda konuk etmiştim ve benzer soruları ona da yöneltmiştim.  Emine Dizdarlı da hukuk sistemimizin özelliğinden dolayı ülkemizde düşünce suçu olmadığını, anayasamıza göre herkesin kendi görüşünü, kendi kanaatini din, dil ve ırk gözetmeksizin söylemekte serbest olduğunu vurgulamıştı.

    Kişilerin düşündüklerini söyleyebilmesinin, anayasal koruma altında olduğunu belirten Dizdarlı, “Aksi takdirde her düşündüğünü söyleyen insan hapishanede olurdu. Bu hem gazetecilere hem de düşüncesini söyleyen herkese bir korumadır. Hukuksal yapımızın bir parçasıdır” demişti.

   “KKTC’deki hukuk sisteminin özgürlükçü bir yapısı mı var yoksa yargıçlar düşünce suçundan ceza vermesin diye mi hareket ediyor?” şeklinde sorduğum soruya Dizdarlı, şu cevabı vermişti:

   “Bu tamamen hukuk sistemimizin özelliğinden dolayıdır. Bizim anayasamıza göre bir düşünce suçu yoktur. Herkes kendi görüşünü, kendi kanaatini din, dil ve ırk gözetmeksizin söylemekte serbesttir. Bu nedenle tamamen bir anayasal korumadır. Aksi takdirde her düşündüğünü söyleyen insan hapishanede olurdu. Bu hem gazetecilere hem de düşüncesini söyleyen herkese bir korumadır. Hukuksal yapımızın bir parçasıdır.”

    KKTC’de Anglosakson hukuk sistemi kullanıldığından dolayı gıyabında (kendi yokken) yargılanma olmadığını da anlatan Dizdarlı, “Ceza davalarında sanık mahkemede bulunmalıdır. Yargı sürecini izlemelidir” demişti.

   Suçluların iadesiyle ilgili konuşan ve Türkiye ile yapılan anlaşmaya dikkat çeken Dizdarlı, “Kendi ülkelerinde cezasını çekebilsin ve ailesiyle görüşebilsin diye TC vatandaşları Türkiye’ye iade edilebilir ancak KKTC’de bulunan KKTC vatandaşı olanlar başka bir ülkeye iade edilmez” diye konuşmuştu.

“Fikir özgürlüğüne tahammülsüzlük son bulmalı”

    Narin Hanım’ın ve Emine Hanım’ın hukuk sistemimiz ve yasalarımızla ilgili söylediklerini biliyordum aslında ben. Bunu toplumun büyük bir kesimi de biliyor. Birazcık araştırma yapan herkes öğrenebilir. Zaten bu konularda hem zaman zaman Sayın Şefik ve Sayın Dizdarlı hem de diğer hukukçuların hatırlatmaları vardır. Ancak tüm bunları Yüksek Mahkeme Başkanı Narin Ferdi Şefik’in ve Yüksek Yönetim Denetçisi Emine Dizdarlı’nın yeniden anlatmasını istemiştim… İstemiştim ki onlardan bir kez daha duysun herkes.

     Neden mi? Çünkü son zamanlarda fikir özgürlüğüne karşı tahammülsüzlük artmıştır. Hem ülkeyi yönetenler kendileriyle ilgili eleştirilere tahammülsüz davranma belirtileri göstermekte hem de bazı kesimler kendi vatandaşlarımızı Türkiye’ye karşı kışkırtmakta, jurnallemektedir.

    Herkes başkasının söylediklerine katılmak zorunda değildir. Herkes aynı şeyi düşünebilir mi? Öyle tek tip düşünen ne bir ülke vardır ne de dünya. Söylenenlere katılmayabiliriz, söylenenler canımızı da acıtabilir ama bunun çaresi konuşanları tehdit etmek ya da susturmak değildir. Fikirleri başka fikirlerle çürütmeye çalışmalıyız, devlet gücünü kullanarak susturmakla değil.

    Elbette her konuşulan, her yazılan için mahkeme yolu açıktır, isteyen dava edebilir ama bu ülkenin cezaevinde “düşünce suçundan mahkum” yoktur. Cezaevimizde düşünce suçlusu mahkum olmadığına göre, hukuk sistemimiz fikir özgürlüğünün yanındadır, konuşanları, fikirlerini söyleyenleri korumaktadır. Konuşmayı çok seven, doğru ya da yanlış fikirlerini savunmaktan hoşlananların lehine bir hukuk sistemimiz var. Suçu ispatlanmayan kimse mahkum olup yıllarca yatmaz bizim ülkemizde, mahkemeye gelmeden, kendini savunma hakkı verilmeden gıyabında kimse yargılanmaz bu ülkede. Polis ya da savcılık bir rapor hazırladı diye, yalnızca o raporla mahkum olmaz kimse. İyi ki de öyleymiş değil mi? İyi ki de öyleymiş… Bugün bazı kimseler bundan şikayetçi olabilir ama bilsinler ki bir gün bu sistem onlara da lazım olabilir.

    Bazı kesimler, Türkiye’ye karşı suç işlediği iddia edilen bazı meslektaşlarımızın Türkiye’ye iade edilip, orada yargılanmasını da istemektedir. Çok tehlikeli bir istektir bu. Böyle bir şey olamaz, olmamalıdır. Böyle bir kapıyı açmanın sonu yoktur… İyi ki de yapılan yasada bu da engellenmiştir. Hiçbir ülke kendi vatandaşını başka bir ülkeye vermezken, en değersiz bizim vatandaşımız mıdır ki bazı kesimler verilmesini istemektedir?

    Bir ülkenin sağcısı, solcusu, aykırısı, aşırı milliyetçisi vardır mutlaka. Fikirleri hiç uyuşmayabilir ama bunlar düşmanlığa ya da linçe varan kavgalara dönüşmemelidir.

     Mesela son zamanlarda eleştirilere, tepkilere karşı bir tahammülsüzlük ve akabinde işin içine polisin sokulması var ki bizim alışık olmadığımız şeylerdir. Bu ülkede afiş sökme, afiş parçalama, afiş boyama, afiş üzerine yazı yazma ne ilktir ne son olacaktır. “Olsun” demiyorum ama oluyor işte… Her seçim döneminde böyle olaylara rastlanıyor, kimlerin afişleri saldırıya uğramadı ki? Birileri sökmekten, boyamaktan, birileri de bunları yenilemekten bıkmıyor…

      Afiş üzerine yazı yazmayı “gizli ittifak” meselesine kadar vardırmak, şüphe üzerine kişileri gözaltına aldırtmak doğru değildir. Bazı kesimlerin şikayetlerini emir kabul edip balıklama dalmak, bu gibi olayları dünyanın en önemli meselesi haline getirmek kimseye fayda getirmez.

     Kıbrıs Türkünün hoşgörü kültürü bozulmamalı, hukuk sistemimizden de hiçbir zaman taviz vermemeliyiz. Bunu bozmak isteyenler, değişmesini arzu edenler var ama buna kesinlikle izin vermemeliyiz… Sonra bu günleri çok ararız…Narin Hanım’ın dediği gibi “sindirilmiş bir toplum değiliz” ve ben de “bundan sonra da olmamalıyız” diyorum...

14/03/2021 20:24
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: Hoşgörü kültürümüze ve yargı sistemimize sıkı sıkıya sarılmalıyız
MANŞETLER

HK Ali Baturay

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.