“İnanmaya çalıştığımız yalanlar ödeyeceğimiz bedellerdir”
11/09/2022











Ali Baturay
Hakikatin, çağımızda geçmiş çağlara göre çok daha kıymetli olduğu iddia edilmektedir.
Deniyor ki; hakikat kıymetlidir, çünkü çağımızda yalanlarla gerçekler birbirine karıştı, sosyal medyanın/ dijital mecranın da bunda rolü büyüktür.
“Etrafımız yalanlarla dolu olduğu için de yalanlarla gerçekleri ayırmakta büyük zorluk yaşıyor insanlar” deniyor…
Gerçeklik payı vardır bu söylenenlerin, yalanlar hayatımızın en büyük sorunu ama bana göre yalnızca 21’inci Yüzyılın değil, geçmiş çağların da ciddi sorunuydu.
Büyük yalanlar, hep insanları mağdur etmiştir, savaşlara, büyük yıkımlara yol açmıştır…
Dünya tarihi, yalanların yol açtığı felaketlerle doludur…
Evet, çağımızda sosyal medya/ dijital mecralar yalana çok büyük bir alan açtı, gerçekten de yalanla gerçeği ayırmak daha zor ancak imkânsız değil.
İstersek, çaba sarf edersek, emek harcarsak yalanları fark edebiliriz.
İnanmakta bu kadar gönüllü olursanız, tabii ki yalanlara kanarsınız.
Hele de benzer yalanları size tekrar tekrar söylerlerse ve yine inanmaya devam ederseniz, gerçekten kliniklik bir vakasınızdır.
Benzer şeyler defa defa yalan çıkacak ve siz halen inanmaya devam edeceksiniz.
Gözünüzün içine baka baka yalan söyleyecekler ve siz de inanmış gibi yapacaksınız.
Bir süre önce yazmıştım, Amerika’da yapılan bir araştırma sonucuna göre, insanlar aslında siyasilerin, devlet yöneticilerinin vaatleri ve söylediklerinin yalan olduğunun farkındaymış ama yalanın gerçeğe dönüşme ihtimaline inanıyorlarmış.
Yalanın gerçeğe dönüşme ihtimaline inanmak, yani bir umut…
Ülkemizde de durum tam budur, yalanın içinde boğuluyoruz ama birçok kişi yalanların gerçeğe dönüşme ihtimaline inanmak istiyor.
Herkesin bildiği gerçekleri kendilerince tersyüz edip, insanların yüzüne baka baka yalan söylüyorlar ama bu yalanlar alkışlanıyor.
Çıldırmamak elde değil… Yaşamadığı mağduriyet kalmıyor, aşağılanmanın, değersizleştirmenin en âlâsını yaşayanlar, ahkâm kesiyor bize, yalan üstüne yalan sıralıyor…
Hak etmeden bir yerlere konanlar, bunu nasıl hak ettiğini anlatmaya çalışıyor bize lâf salatasıyla.
“Yalanlar hayatımızın bir parçasıdır, bu kadar abartma” dedi bir arkadaşım.
Evet, küçük- büyük, pembe- kara birçok yalana maruz kalıyoruz hayatımız boyunca, sırasında biz de bazı küçük yalanlar söylemek zorunda kalıyoruz, durumu idare etmek için ve “Bunun birine zararı yok” diye kendi kendimizi teselli ediyoruz.
Hatta söylediğimiz küçük yalanlarla hayat bile kurtarabiliyoruz bazen ama unutmamak gerekir ki yalan yalandır ve yalanı hayat felsefesi haline getirmek doğru değildir.
Hele kendi kendimize söylediğimiz, kendimizi inandırdığımız yalanlar var ki bunlardan çabucak kurtulmak gerekir.
Ancak ülke yöneticilerinin yalanları, tüm toplumu büyük oranda mağdur ediyor.
Toplum da ne kadar çok bu yalanlara inanırsa, mağduriyeti o kadar büyük olacaktır, oluyor da…
Ünlü ve tecrübeli yönetim danışmanı Haluk Ziya Türkmen’in “Milyon Dolarlık Sözler” isimli kitabında “İnanmaya çalıştığımız yalanlar ödeyeceğimiz bedellerdir” diye bölüm var.
Türkmen, o bölümde iş dünyasında yalanlara inanmak isteyen kişilerin yaşadığı başarısızlıklardan ve hayal kırıklıklardan söz ediyor.
Hatta Haluk Ziya Türkmen, iş dünyası dışından da bir örnek veriyor. Arkadaşları olan, boşanan bir çiftin, her biri başka bir hayat yaşarken, çocuklarını ortada bırakıp, ‘oğlumuz biz ayrıldığımız için daha mutlu oldu’ dediklerini, evlatlarının her ikisinin de yanında kalmayarak, sıkça arkadaşlarında kalıp özgür bir yaşamı seçtiğini söylemesine tepki göstermiş Türkmen… Nitekim bu çift, ilgiden yoksun bıraktıkları evlatlarının birçok sorun yaşaması, başını derde sokması sonucu, “böyle daha mutlu” diye inanmak istedikleri yalanın mahkûmu olmuşlar…
Yani yalanın farkındaysak ve buna illaki inanmaya çalışıyorsak mutlaka bunun bir bedeli vardır. Bu bedel de çoğu kez çok ağır olur…
Yalanlara boğulanlara, bu yalanlarla makam, mevki elde edenlere, üstelik bunu bir zafer gibi gösterenlere, hele de buna “demokrasi” diyenlere bakıyorum da midem kaldırmıyor bunu gerçekten…
Son olarak da Özgür Bacaksız’ın “Bazı Yollar Yalnız Yürünür” kitabından alıntı yaptığım, filozof Aurelius Augustinus’un “Göz bir vicdan organıdır” başlıklı kısacık sözlerini paylaşayım sizinle de siz oradan alın mesajı:
“Kaçırdın acılı hadiselerden gözlerini, olup bitene razı oldun. Haksızlık karşısında sustun, önemli olana bakmadın. Ağlayışları, iç çekmeleri, çığlıkları duymadın.
Kendi müziğine daldın. Önemsemedin kendin dışında hiçbir şeyi.
Gözlerin… O güzel gözlerin saflığını yitirdi. Görüp de müdahale etmedin, edemedin, çürüdü gözlerin.
Çürüyen vicdanındı. Bilemedin…”
Sanki ülkemiz gündemi için söylenmiş gibi değil mi?
Bencillik hâkim olunca, vicdan organı göz körleşince, dolayısıyla vicdan çürüyünce, zaten hakkın, hukukun, demokrasinin ve gerçeğin hiçbir önemi kalmıyor…
- Ağır cezalara rağmen kurallara uymamanın yolunu buluyor birçok kişi…
- Bu durum çok vahimdir, yolsuzluklara bakış bakımından endişe vericidir…
- Bu ülkede artık her şey yanlış gidiyor, fiyaskoların ardı arkası kesilmiyor…
- Bu tutuklama yasal olabilir ama vicdani değildir…
- Hemşireler için “İngilizce öğretemedik, İngilizceyi ortadan kaldıralım” mantığı…
- Maaş ödemek için borçlanan bir devlet, halkına nasıl güven versin?
- Bakanlık, denetimi çalışandan Beklemesin, kendi yapsın…
- Herkes suspus; ne bakan bir şey söylüyor ne Başbakan ne de marketçiler…
- Sinirli, tahammülsüz, saygısız, nezaketsiz insanlar çoğaldı…
- Turist gibi ülkeye geliyorlar, burada silahlanıp tetikçiye dönüşüyorlar…
- TÜM YAZILARI için tıklayınız





