Kendi kendimize yeter olmayı gerçekten istedik mi?

ads ads ads ads
03/10/2020

ads

Ali Baturay Ali Baturay


   Kabul etmek gerekir ki bu ülkede hem gelmiş geçmiş tüm yöneticiler hem de halkın çok büyük bir kesimi, “kendi kendine yeter olayı” tam olarak istemedi…

   Kabul etmek gerekir ki halk olarak zora düştüğümüzde hep imdadımıza yetişecek birisi olacağını düşündük.

   Kabul etmek gerekir ki bazıları bu düzeni sözde istemiyor gözükse de aslında bir şekilde sistemin bir ucundan tutuverdi.

   Kabul etmek gerekir ki gerçekten bu düzeni istemeyenleri de deli yerine koydular, ya “deli” dediler onlara ya da daha kabul edilebilir ifadesiyle “marjinal” dediler.

   “Deli” denilenlerin söylediği çoğu şeyler aslında bu ülkede olması gerekendi ama “Sizin söylediğiniz düzene uymaz, boşuna konuşuyorsunuz” dediler onlara.

   Gerçekleri duymak istemiyoruz çünkü, gerçekler işimize gelmiyor, gerçekleri söyleyenleri “vatan haini” ilan ediyoruz, “düzen bozucu” diyoruz onlara, sanki bu düzen doğru dürüst bir düzenmiş gibi…

   Zorda kaldığımızda, başımız sıkıştığında, kendimizi çaresiz hissettiğimizde o “deli” dediklerimizin söylediklerini söylüyoruz da sonra kimse duymasın diye korkuyoruz, hatta kendimize itiraf etmekten bile çekiniyoruz…

   Bu ülkede bir yalanın içinde yüzüyoruz, kocaman bir yalan, sonu iyiye varmayacağı aşikar bir oyun sanki…

    Bir ülkede olması gereken her türlü organ, oluşum var ama aynı zamanda yok sanki…  

    Bir şeyin hem var hem yok olması mümkün mü?

    Mümkündür, kurduğumuz cumhuriyetten başlıyor bu “var- yok” ve içindeki birçok organda bu hissediliyor…

    “Var- yok” bir oyuna döndü adeta, sonra da “bağımlılığı” getirdi…

    Biriken sorunları ciddiye almıyoruz, hep biriktiriyor, ileriye atıyoruz…

    Yıllar ilerledikçe Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yaş aldıkça, tecrübe kazanıp kendine yeter olmayı öğreneceğimize, tam tersine Türkiye’ye her geçen gün daha bağımlı hale geliyoruz.

     Ülkeler, başka ülkelerle ilişki içine girer ama bizimkisi iki ülke ilişkisi değil, tek kelimeyle bağımlılıktır, yıllar içinde karşı tarafı da rahatsız etmeye başlayan, o ülkenin halkı tarafından yadırganmaya ve yargılanmaya başlayan bir bağımlılık.

    O ülkeyi yönetenler perde önünde bu bağımlılıktan dolayı rahatsızlığını dile getirmese de çok memnun olmadıklarını anlamak pek zor değil.

    Biliyorum, Türkiye’nin buraya yardım etmesini gerektirecek başta nüfus aktarımı ve denizlerdeki haklarımızı oraya aktarmak olmak üzere yığınla gerekçe sayabilirsiniz ama işte bunların ardına sığınarak, “kendi kendine yeter olma” çabalarımızdan vazgeçmemeliyiz.

    “Mecburdurlar verecekler/ mecburdurlar yapacaklar” anlayışıyla, sürekli birileri tarafından kollanan ve 50 yaşına gelse de çocuk kalan, kendi yaşamını çizemeyen birisinden farkımız kalmaz.

    Çok konuşuyoruz, “onurlu olduğumuzu” söylüyoruz, Türkiye tarafından; ya yöneticilerinden ya halkından ya da medyasından gelen bazı “acı sözler” bizi üzüyor ama bunları duymamak için çaba sarf etmiyoruz.

    Yıllar içinde birçok şeyimizi düzeltebilirdik, yıllardır Türkiye’den gelen paraları daha iyi değerlendirebilirdik ama öyle olmadı, tüketime dayalı bir bağımlı yapıya tav olduk.

    Seçimler yaparak, yöneticiler seçerek devlet olunacağını sandık…

    Yıllarca “Devlet çalışanlarını artırmak ve devlet çalışanlarının maaşlarını ödemek üstünden” saçma sapan bir sistem kurduk.

    Sistem saçma, devlet daire ve kurumlarının verimsizliğine müdahale edememek ve bunda ısrar etmek daha saçma…

   Yalnızca bu mu? Ne Sürekli geriye giden tarım için bir şeyler yapabildik ne de hayvancılık için, yıllar içinde gelişeceklerine hep irtifa kaybettiler…

   Üretim yapmak hep zor oldu bu ülkede, ürettiğini satmak daha zor, bunlara kafa yormadık, bunları düzeltmeye uğraşmadık, üreteni de ticaret yapanı da bürokrasiye boğduk, çağdışı yöntemlerle bıktırdık…

   Defalarca bu köşede sıraladığım yığınla kronik sorunu çözemedik, ne trafikten, ne çevreden, ne sağlıktan, ne eğitimden, ne asayişten, ne ekonomiden, ne iş yaşamından memnun olabildik, “ah- vah” diye diye, yakına yakına geldik bugünlere.

    Bu ülkede yasalar yapılıyor, çok güzel yasalar ama uygulamıyoruz, bu ülkede “denetim” diye bir şey yok adeta, “denetimsizlik” ülkeyi bitiriyor, ülkeyi yönetenler bile yasalara, kurallara uymuyor.

    İstismarlar, ihmaller, becerisizlikler, yolsuzluklar her tarafımızı sarmış, mide gerekiyor bunlara katlanmaya ama yaşayacak kadar, azıcık hava barındıran bulanık kavanozda yaşamaya alışmış balıklar gibi yaşayıp gidiyoruz…

   Yukarıdan bir elin kavanozumuza yem atmasını bekleyerek ve abaca o el bir gün yem atmayı keser ya da unutursa ne olur diye endişe ettik ama o kavanozdan kurtulmayı hiç denemeyerek.

   Kıbrıs’ta bir çözüme ulaşmak o kavanozdan çıkmamızı sağlayacak ama bu şekilde o günü beklememeliyiz, hazırlanmalıyız, kendi kendimize yeter olmayı gerçekten istemeliyiz ve öğrenmeliyiz.

   Çok uzakta görünüyor ama ola ki bu ülkede bir çözüm yaptık diyelim; biz kavanozdaki yaşama alıştığımız için çözümle birlikte engin denizlerde yüzmeyi beceremeyecek kadar körelmiş olacağız…

   Çözümün kendisi zaten büyük emek ve özveri ister ama sonrası da ister; özveride bulunmadan birileri size hazır koymaz önünüze hiçbir şeyi…  

    Neyse burada keselim; nasılsa kavanoza bir baş seçeceğiz yakında, hade hayırlısı…

 

03/10/2020 18:42
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: ali baturay, haber, kıbrıs, kktc, yorum, yazı, kıbrıs haberleri
MANŞETLER

HK Ali Baturay

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.