''KKTC’de Kayıtdışılık Finansal Sürdürülebilirliği Tehdit Ediyor''
12/11/2024
Bir dönem İngiltere Merkez Bankasında da görev almış olan, Doğu Akdeniz Üniversitesi Finansal Düzenleme ve Risk Yönetimi Merkezi Başkanı ve Bankacılık ve Finans Bölümü Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mete Feridun, kayıtdışılık ve vergi adaleti sorunu ile ilgili görüşlerini paylaştı.
Feridun, yaptığı açıklamada KKTC ekonomisinin en büyük sorunlarından birinin kayıt dışılık olduğunu belirterek, bunun vergi adaletini ve sosyal eşitliği tehdit ettiğini vurguladı. Kayıt dışı ekonominin kamu gelirlerini azalttığını, devletin kamu hizmetlerine kaynak ayırma kabiliyetini sınırladığını ve toplumsal güveni zedelediğini ifade eden Feridun, bu sorunun uzun süredir çözüm beklediğini söyledi. Dünya Bankası, Avrupa Birliği ve TEPAV tarafından yapılan çeşitli değerlendirmelerin de kayıt dışılığın bütçe gelirlerinde ve sürdürülebilir ekonomik yapı kurma çabalarında engel teşkil ettiğini ortaya koyduğunu hatırlattı. Feridun, vergi adaleti ve mali disiplin için kapsamlı reformların şart olduğunu belirterek, siyasilerin bu konuda kararlı bir adım atmaması durumunda ekonomik ve sosyal sorunların giderek derinleşeceğini kaydetti.
“Kayıtdışılık hem ekonomik hem de sosyal adaleti tehdit eden ciddi bir sorun”
KKTC’de ekonomi yönetiminin karşı karşıya olduğu kronik sorunların başında kayıtdışılık gelmektedir. Kayıt dışı ekonomi, devletin kamu hizmetlerine ayrılacak kaynakları artırma imkanını kısıtlamakta ve vergi adaletinin sağlanmasını engellemektedir. Bu durum, hem ekonomik hem de sosyal adaleti tehdit eden ciddi bir sorun olarak öne çıkmakta ve devletin kamu hizmetlerine kaynak ayırma kabiliyetini sınırlamaktadır. Bu konu uzun yıllardır çözüm bulunamayan bir sorun olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Örneğin, Ekim 2006'da Dünya Bankası tarafından KKTC ekonomisi üzerine yayınlanan ilk raporda, KKTC'deki kayıtdışı ekonominin dünya standartlarının çok üzerinde olduğu tespit edilmiştir.
Söz konusu rapor, KKTC'de bütçe açıklarının sürdürülebilir olmadığını vurgulamış ve kayıtdışılığın yalnızca devletin bütçe gelirleri konusunda sıkıntılar yaratmakla kalmadığını, aynı zamanda da uzun vadede sürdürülebilir bir ekonomik yapı oluşturma çabalarını da baltaladığını ortaya koymuştur.
Benzer şekilde, Avrupa Birliği Komisyonu adına 2007 yılında hazırlanan “Bütçe ve Harcama Yönetimi Raporu” da KKTC’de kayıtdışılığın çok yüksek olduğu ve vergi denetiminin yetersiz kaldığı tespitini ortaya koymaktadır. Her ne kadar da rapor kamu harcamalarına odaklansa da, KKTC’deki gelir ve vergi politikasını da değerlendirmektedir. Bu değerlendirmeler arasında özellikle “vergi kaçağı” sorunu ön plana çıkarılmakta ve mevcut otomasyon sistemlerinin tek başına bu sorunu çözmede yeterli olamayacağı saptamasında bulunmaktadır.
Nitekim, 2012 yılında TEPAV tarafından hazırlanmış olan "KKTC Mali Yönetim Sistemi'nin Fonksiyonel ve Kurumsal Analizi" isimli raporda KKTC’deki mali kontrol ve özellikle iç denetim sistemi eksiklikleri ön plana çıkarılmaktadır. 2016’da açıklanan “2016-2018 Yapısal Dönüşüm Programı” da benzer saptamalar ortaya koymaktadır. Program çerçevesinde yapılan tespitlere göre KKTC’de Maliye Bakanlığı dışında hiçbir bakanlık bünyesinde teftiş kurulu ya da iç denetim birimi bulunmaması büyük bir eksiklik olarak öne çıkmaktadır. Programda kamuda denetim standartları olmaması büyük bir eksiklik olarak ifade edilmekte ve dış denetimden sorumlu olan Sayıştay’ın bu görevini yerine getirmede büyük ölçüde yetersiz kaldığı saptamasına bulunulmaktadır.
“Kayıtdışılıkla yeterince mücadele edilmemesi KKTC ekonomisinde daha derin ve uzun vadeli sorunlara da zemin hazırlamıştır”
Aradan geçen sürede bu değerlendirmelerde öne çıkan sorunların çözümü konusunda kayda değer bir ilerleme sağlanamamış olması, KKTC ekonomisinde daha derin ve uzun vadeli sorunlara da zemin hazırlamıştır.Örneğin, kayıtdışı ekonominin sürekliliği, kamu gelirlerinin düşmesine ve dolayısıyla kamu hizmetlerinde yetersizliklerin ortaya çıkmasına neden olmuş, bu da ekonominin geneline yayılan bir verimsizlik yaratarak toplumun geniş kesimlerinin kamu hizmetlerinden tam anlamıyla faydalanamaması sonucunu doğurmuştur.
Bu süreçte vergi tabanının daralması, gelir dağılımındaki adaletsizliğini daha da büyük bir sorun haline getirerek ve vergi uyumunu da olumsuz etkilemiştir. KKTC’de hükümetler gerek siyasi nedenlerle kayıtdışılıkla samimi bir şekilde mücadele etmekten kaçınmakta, gerekse diğer sorunlar nedeniyle bu konuyu öncelik haline getirememektedir. Ancak, siyasilerin adil bir vergi sistemi oluşturma yönünde somut adımlar atmamaları nedeniyle kamu finansman ihtiyacı vergisini ödeyen kesimlere üzerinden karşılanmaya çalışmaktadır. Bunun hakkaniyetli bir kamu yönetimi anlayışı olmadığı ortadadır. Bu bakımdan, 2012 yılında Mustafa Besim, Zeren Mungan, Aziz Gürpınar ve Göksel Saydam tarafından hazırlanmış olan "KKTC'de Kayıt Dışı Ekonomi, Tanımı, Nedenleri, Yarattığı Sorunlar ve Çözüm Yolları" adlı raporda da ortaya konulmuş olduğu gibi, kayıtdışı ekonomiyi yalnızca ekonomik bir sorun olarak değil, aynı zamanda da toplumsal güveni zedeleyen sosyal bir sorun olarak değerlendirmek gerekmektedir.
“Kayıtdışılık vergi mükelleflerinin devlete olan güvenini sarsarak vergi uyumunu olumsuz etkilemektedir”
Ekonomi yönetimi açısından göz önünde bulundurulması gereken en temel noktalardan biri, yüksek vergi yükümlülüklerinin özellikle küçük işletmeler ve düşük gelirli bireyler için ağır bir mali yük oluşturmakta olduğu ve onları kayıt dışına ittiği gerçeğidir. Bu sorun, toplumun geniş kesimlerinin kamu hizmetlerinden eşit ve adil bir şekilde yararlanmasını da engellemekte ve gelir dağılımında adaletsizlik yaratmaktadır. Bu durum sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmayan bir tablo ortaya çıkarmakla kalmamakta, aynı zamanda da vergi mükelleflerinin devlete olan güvenini sarsarak vergi uyumunu olumsuz etkilemektedir. KKTC kamu maliyesinin gelir bacağında kayıtdışılıkla ilgile sorunlar devam ederken, gider bacağında da bir takım kronik sorunlar devam etmektedir. Bu konuda yapılan değerlendirmeler uzun bir geçmişe dayanmaktadır.
Bu çalışmalar üzerinden oldukça uzun bir süre geçmiş olsa da yapılan saptamalar günümüzde de önemini büyük ölçüde korumaktadır. Örnek vermek gerekirse, Dünya Bankası'nın 2006 yılında kaleme aldığı raporda, mali sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için borç yönetiminin şeffaflaştırılması ve bütçe harcamaları içinde cari giderlerin azaltılması tavsiye edilmektedir.
Avrupa Birliği Komisyonu adına 2007 yılında hazırlanan “Bütçe ve Harcama Yönetimi Raporu” da benzer değerlendirmelerde bulunmakta ve borç yönetiminin şeffaflaştırılması ve aktif bir borç yönetimi sistemine geçilmesi tavsiyelerinde bulunmaktadır. Ancak, rapor daha çok KKTC Maliye Bakanlığı'nın bütçe süreçlerinde aşırı merkeziyetçi bir kontrol uyguladığına dikkat çekmektedir. Öte yandan, 2012 yılında hazırlanmış olan "KKTC Mali Yönetim Sistemi'nin Fonksiyonel ve Kurumsal Analizi" isimli TEPAV raporu ise daha önceki raporları da dikkate alarak KKTC’de kamu maliyesi açısından sonuç odaklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiğinin altı çizmektedir. Dünya Bankası ve AB Komisyonu raporları, mali disiplinin sağlanması, bütçe süreçlerinin modernizasyonu ve borç yönetiminin şeffaflaştırılmasına yoğunlaşırken, TEPAV raporu, reformların uygulanabilmesi açısından önce zihniyetlerde bir değişiklik yapılması gerektiği görüşünü ön plana çıkarmaktadır.
Öte yandan, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği Komisyonu raporları, KKTC’deki kamu maliyesinin merkeziyetçi yapısının yaratmış olduğu sorunları ele alırken, TEPAV raporu ise daha çok bu merkeziyetçi yapının sebep olduğu sorunları ele almaktadır. Söz konusu raporlar genel olarak ülkenin sürdürülebilir mali yapıya kavuşabilmesi için kapsamlı reform önerileri sunmakta ve teknik düzenlemeler kadar siyasi ve bürokratik uzlaşı ile zihniyet değişikliği gibi zorunluluklara dikkat çekmektedir. Bu üç raporun da üzerinde mutabık kaldığı en belirgin nokta mali sürdürülebilirliğin sağlanması açısından reformlara duyulan ihtiyaçtır. Bu değerlendirmelerin üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen ortaya konulan tespitler önemini korumakta ve KKTC’de kamu maliyesine ilişkin kronik sorunların giderilmesi açısından ne kadar yavaş hareket edilmekte olduğunu da göstermektedir.
“KKTC’nin kamu maliyesi yönetiminde sürdürülebilirliği sağlayacak reformlar kaçınılmaz”
Bakıldığı zaman söz konusu raporlarda öne çıkan en temel ortak noktalar mali disiplinin sağlanması, harcama politikalarının yeniden yapılandırılması ve borç yönetiminin şeffaflaştırılmasına ilişkin tavsiyelerdir. Raporlarda özellikle vergi politikası ve kayıtdışılıkla mücadele alanlarında yapılacak düzenlemelerin kamu maliyesinde sürdürülebilirliğin sağlanması açısından hayati öneme sahip olduğu görüşü ortaya konulmaktadır. Dolayısıyla, uzun zaman önce gerçekleştirilen tüm bu değerlendirmeler ışığında, KKTC’nin kamu maliyesi yönetiminde sürdürülebilirliği sağlayacak reformların kaçınılmaz olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda gelir bacağında vergilendirme üzerinde yapılması gerekenlerin yanı sıra, harcamalar bacağında da daha disiplinli olunması gerekmektedir.
Bu konuda neler yapılabileceğine dair ipuçlarını uzakta aramaya gerek yoktur. 2022 yılında yayımlanan “Kıbrıs Türk Ekonomisinin Dayanıklılığını Test Etmek” isimli Dünya Bankası raporunda, KKTC’nin mali sürdürülebilirliğini sağlamak ve ekonomik istikrarını güçlendirmek amacıyla kurala dayalı bir mali çerçeve tasarlaması gerektiği vurgulamaktadır. Bakıldığı zaman mali kural yaklaşımı, kamu maliyesinde disiplini sağlamak için kamu borcu, bütçe açığı, kamu harcamaları artışı veya harcama bileşenleri gibi belirli mali büyüklükler üzerine uzun vadeli sayısal kısıtlamalar getirilmesi önermektedir. Dünya Bankası, KKTC ekonomisi için bu reformun kademeli bir şekilde gerçekleştirilmesini önermektedir. Bu öneriye göre, bütçe planlaması yalnızca cari mali yılla sınırlı kalmayacak şekilde tasarlanmalı ve gelecek dönemleri de kapsayacak şekilde sürdürülebilir bir mali politika yapısı oluşturulmalıdır.
Mevcut yapıda gerek Dünya Bankası’nın bu reform önerisinin gerekse diğer politika önerilerinin ne derece uygulanabilir olduğu tartışmaya açıktır. KKTC'nin mali yönetimindeki mevcut eksiklikler, bürokratik engeller ve siyasi faktörler, bu tür reformların hayata geçirilmesini zorlaştırmaktadır.
Kayıtdışılıkla mücadele, mali disiplinin sağlanması, borç yönetiminde şeffaflık ve kurala dayalı bütçe politikalarının benimsenmesi, yalnızca bugünkü mali sorunların çözümüne katkı sunmakla kalmayacak, aynı zamanda toplumun devlete duyduğu güvenin tesis edilmesini sağlayarak vergi uyumuna da katkıda bulunacaktır. Ancak bu süreçler yalnızca teknik düzenlemeler değil, aynı zamanda kamu yönetimi anlayışında köklü bir değişim gerektiren bir dönüşümü de zorunlu kılmaktadır. Vergilendirme konusu kapanmadan önce bence KKTC’de vergi bilincinin gelişmemesine yol açan sebepleri de kısaca değerlendirmeden geçmemek lazım. KKTC’de vatandaşların siyasilere olan güven eksikliği, kayıt dışı ekonominin büyümesini tetikleyen önemli bir faktördür. Kamu maliyesindeki gelir bacağına bakacak olursak, devletin şeffaflık ve hesap verebilirlik konularındaki eksiklikleri vergi mükelleflerinin devlete ve siyasilere olan güveninin düşük kalmasına yol açmaktadır.
“KKTC’de vergi sistemine duyulan güvenin düşük olması, bireyleri ve işletmeleri kayıt dışı çalışmaya itiyor”
KKTC’de vergi sistemine duyulan güvenin düşük olması, bireyleri ve işletmeleri kayıt dışı çalışmaya iten en önemli etkenlerden biridir. 2023 yılı bütçesine göre, KKTC’nin toplam gelirlerinin yaklaşık %63’ünü oluşturan vergi gelirlerinin verimli kullanılacağına dair yaygın bir inancın olmaması, vatandaşların vergi bilincinin gelişmemesine neden olmaktadır. Nitekim, 2014 yılında gerçekleştirilen “Beklenti Anketi-2014” isimli ankete katılan 486 kişiden sadece bir kişi hariç herkes siyasi partilere güven duymadığını belirtmiştir. Bundan 10 yıl sonra Mart 2024 tarihinde “Göç Kimlik ve Hak Çalışmaları Merkezi tarafından Mart 2024 tarihinde 500 kişi ile yaptığı anketin sonuçlarına göre de toplumun en az güven duyduğu kurumlar hükümet, Meclis ve siyasi partiler olmuştur.
KKTC’de siyasilere ve devlete olan güvensizlik, kaçınılmaz olarak vatandaşların vergi ödeme motivasyonlarının düşük kalmasına yol açmaktadır. Vergi yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınan bireyler ve işletmeler ister istemez kayıt dışı ekonomik faaliyetlere yönelmektedir. Nitekim, "Kuzey Kıbrıs'ta Yolsuzluk Algısı: 2023 Raporu", KKTC'de rüşvet ve yolsuzluğun çok yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Rapor kapsamında açıklanan anket sonuçlarına göre iş insanlarının %93’ü KKTC’de yolsuzluk olduğuna inanmaktadır. Rapor, KKTC’de yolsuzluğun ekonomik faaliyetlerin doğal bir parçası haline geldiğini göstermektedir. Bu denli yüksek yolsuzluk algısı, muhakkak vatandaşların devlete olan güvenini sarsmakta, vergi uyumunu bozmakta ve kayıt dışı ekonominin büyümesine zemin hazırlamaktadır.
KKTC gibi küçük ekonomilerde siyasilerin ekonomik faaliyetlere olan etkisi nispeten daha büyük ve gözle görünür olduğundan, kayıt dışı ekonomi ve yolsuzluk algısı arasındaki ilişki büyük ekonomilere göre daha güçlüdür. Bu tip ekonomilerde, vatandaşların devlet harcamalarına dair olumsuz algısı kayıtdışılığın artmasına yol açabilmektedir. Hiç kuşkusuz, bu güvensizliğin ortaya çıkmasında rol oynayan faktörlerin başında devletin vergi gelirlerini doğru şekilde kullanmaması ve belirli kesimlere vergi muafiyeti sağlaması gelmektedir. Nitekim, KKTC’de uygulanan teşvik politikalarını inceleyen "Kuzey Kıbrıs Ekonomisi Rekabet Edebilirlik Raporu 2019-2020", bu politikaların vergi muafiyetine dayanmakta olmasının vergisini ödeyen mükelleflerin vergi uyumunu olumsuz etkilediği ve gerek “vergi kaçırma” gerekse “vergiden kaçınma” davranışlarına yol açmakta olduğu saptamasında bulunmaktadır.
Rapora göre, özellikle vergi muafiyet veya indirimlerinin “aşırı özendirici” nitelikte olması mükelleflerin gelirlerini düşük göstermelerine veya vergi indirimli bir teşvik programından yararlanmaya çalışmalarına yol açmaktadır. Dolayısıyla, devletin siyasilere olan güven eksikliği devletin topladığı vergileri etkin bir şekilde kullandığına dair inancı zayıflatırken, kamu harcamalarının denetimden uzak olduğu algısı ise bireylerin vergi ödemekten kaçınmalarına yol açmaktadır. Devletin kaynak yaratma kapasitesini sınırlayan ve kayıtdışılığı tetikleyen bu kısır döngü, devletin vergi gelirlerini kısıtlayarak kamu hizmetlerinin finansmanını zorlaştırmaktadır.
“KKTC’deki vergi sistemine ilişkin algının olumsuz olması bir sorun”
KKTC’deki vergi sistemine ilişkin olumsuz algının yıllar içerisinde düzeltilememiş olması, hem kamu maliyesi açısından hem de ekonomi yönetimi açısından ciddi sorunlara yol açmaktadır. Vergi sistemine olan güvensizlik, vergiye uyum düzeyini düşürmekte ve devletin vergi gelirlerinde büyük kayıplara neden olmaktadır. Ancak, bu olumsuz algının da ötesinde birbiriyle yakından bağlantısı olan üç yapısal nitelikte sorun ön plana çıkmaktadır.
Bunlardan ilki, KKTC’deki vergi oranlarının genellikle yüksek oluşudur. Bu tartışmaya açık bir konu olsa da, gerek işletmeler, gerek çalışanlar, gerekse de tüketicilerin üzerinde mutabık kaldığı bir durumdur. Bütün paydaşların üzerinde mutabık kalması bile tek başına bu sorun üzerinde düşünülmesi için yeterli bir sebeptir. Toplumda KKTC’deki vergi oranlarının çok yüksek olduğuna dair genel bir algının hakim olması uzun yıllardan beri gündemde olan ve sadece vergi uyumunu değil aynı zamanda da toplumsal huzuru olumsuz etkileyen bir sorundur. Örnek vermek gerekirse, 2006 yılında Dünya Bankası tarafından KKTC ekonomisi için yayınlanan ilk raporda KKTC’de gelir vergisi oranının KKTC gibi bir ekonomi için çok yüksek olduğu saptamasında bulunulmuştur. Öte yandan, 2012 yılında hazırlanan "KKTC'de Kayıt Dışı Ekonomi, Tanımı, Nedenleri, Yarattığı Sorunlar ve Çözüm Yolları" adlı rapora göre, KKTC’de kayıt dışı ekonominin geniş çapta yaygın olması ve vergi toplama sistemindeki aksaklıklar devletin gelirlerini sınırlarken, özellikle eksik gelir beyanı da mali dengelerin bozulmasına neden olmaktadır.
Bakıldığı zaman, bu raporların yayımlanmasının ardından geçen uzun sürede durum pek de değişmemiştir. Nitekim, 2022 yılında yayımlanan “Kuzey Kıbrıs Rekabet Edebilirlik Raporu” kapsamında gerçekleştirilen ”Ekonomi Değerlendirme Anketi”, KKTC’deki işletmelerin yaklaşık %50’sinin yüksek vergi oranlarını geleceğe ilişkin büyük bir risk olarak öngördüklerini ve hükümetten en öncelikli beklentilerinin vergi oranlarının düşürülmesi olduğu sonucunu ortaya koymuştur.
KKTC’deki vergi sistemi incelendiği zaman, ne vergi yükünün adil dağılımının, ne de gelir eşitsizliğinin sağlanabildiği görülmektedir. Nitekim, vergi yükünün büyük oranda dolaylı vergiler ve ücretlilerden alınan doğrudan vergiler üzerinden sağlandığı görülmektedir.
Rakamsal olarak bakılacak olursa, KKTC'de toplanan dolaylı vergiler GSMH’nin %13’ü civarındayken, dolaysız vergiler ise GSMH’nin yaklaşık %9’u gibi oldukça düşük bir seviyededir. Üstelik, yüksek kayıtdışılık nedeniyle GSMH hesaplaması ekonominin büyüklüğünü eksik yansıtmakta olduğu dikkate alınacak olursa bu oranların aslında daha da düşük olduğunu tahmin etmek güç değildir. Gelinen noktada, özellikle kayıtdışılık nedeniyle vergi sistemi, kamu çalışanlarından toplanan vergilerin yine kamu çalışanlarına maaş olarak geri ödenmesi şeklindeki çarpık ve devlet açısından kolaya kaçan bir mekanizmaya dayanmaktadır. Kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı prensibini ihlal eden bu anlayış, kamu bütçesi içerisinde bir kısır döngü yaratmaktadır.
Bu çıkmaz içerisinde birçok işletme, serbest meslek sahibi veya çalışan, devletin vergi denetiminin zayıf olması sayesinde bu yükü paylaşma sorumluluğundan kendisini soyutlamayı başarırken, ister istemez halihazırda vergi verenlerin omuzlarına adaletsiz oranda bir vergi yükü binmektedir. Nitekim, beyan edilmeyen veya düşük beyan edilen gelirlerin GSMH’ya oranı yaklaşık %50-60 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Vergi kayıplarının bu noktadan asgari bir düzeye indirilebilmesi için yapılması gerekenlerin başında vergi oranlarının, ülkenin ekonomik ve coğrafik koşullarıyla benzerlik taşıyan ülkelerle karşılaştırılarak yeniden gözden geçirilmesi gelmektedir. Örneğin, Güney Kıbrıs’taki kişi başı gelir KKTC’dekinin üç katı olmasına rağmen, KKTC’deki vergi mükellefleri üzerindeki mali yük daha ağırdır.
İkinci sorun ise, vergilendirme sürecinde dolaylı vergilere çok fazla ağırlık verilmesidir. Bu tüm toplumu yakından ilgilendiren vergi adaletini olumsuz etkileyen bir durumdur. Toplumun daha geniş bir kesiminin devleti vergi gelirlerine katkıda bulunması sağlanamadığından, hem vergi yükünün dengeli bir şekilde dağıtılması konusunda, hem de vergi uyumu açısından istenilen başarı sağlanamamıştır.
Vergi kaçakçılığı ve kayıt dışı ekonomiyle mücadeledeki yetersizlikler, vergi tabanının daralmasına ve vergi yükünün vergi uyumuna sahip mükellefler üzerinde yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Bu durum, vergi adaletini zedeleyerek gelir dağılımındaki eşitsizliği artırmaktadır.
Vergi yükünün toplumun tüm kesimlerine dengeli bir şekilde dağıtılmadığı bu anlayış sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Dolayısıyla bu süreç, sadece vergi oranlarının düşürülmesi ile sınırlı kalmamalı, aynı zamanda daha geniş bir kesimden vergi toplanması sağlamalı, yani vergi tabana yayılmalıdır.
Bunun gerçekleştirilebilmesi için vergi gelirlerinin şeffaf ve etkin bir şekilde yönetilerek vergi ödeyen kesimlerde vergilerin kendilerine kamu hizmeti olarak geri döndüğünün gösterilmesi gerekmektedir.
KKTC’de bunun başarılamamış olması, işletmelerin ve bireysel çalışan meslek gruplarının gerek olması gerekenden düşük gelir beyanı gerçekleştirmelerine gerekse de tamamen kayıt dışılığa yönelmelerine sebep olmaktadır. Böylelikle, kayıtdışı ekonomiden elde edilecek gelirler kayda alınıp vergilendirilemediği için vergi tabanının genişletilmesi de sağlanamamaktadır.
Vergi sisteminde adaletin sağlanamamasının temel nedenlerinden biri, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki yüksek payıdır. Özellikle KDV gibi dolaylı vergiler, düşük gelirli bireylerin harcamalarının daha büyük bir kısmını kapsadığı için, bu kesim üzerinde orantısız bir vergi yükü oluşturmaktadır. Dolaylı vergiler toplumun her kesimine aynı oranda yük bindirirken, dolaysız vergiler ise sadece ücretli kesimin üzerinden toplanmaktadır. Vergi adaleti açısından bakıldığında, toplumun tüm kesimlerinin aynı oranda etkilendiği KDV ve fonlardan oluşan dolaylı vergiler düşük gelirli bireyleri yüksek gelirli bireylere kıyasla daha fazla etkilemektedir. Bu tür vergiler mükelleflerin gelir seviyesinden bağımsız olarak tüketim üzerinden alındığından dar gelirli bireyleri daha olumsuz etkilemektedir.
Bu bakımdan, verginin tabana yayılması gerekmektedir. Bu, klasik anlamda toplumun geniş kesimlerinden adil ve dengeli bir şekilde vergi toplanması anlamına gelmektedir. Ancak, daha geniş anlamıyla ele alınacak olursa, aynı zamanda da vergi sistemine dahil olmayan ya da vergi beyanı eksik yapılan faaliyetlerin ve gelirlerin vergilendirme kapsamına alınmasını da ifade etmektedir. Bu bakımdan, vergi toplama süreçlerinin etkinliğinin artırılması büyük önem taşımaktadır. Bu konuda başarı sağlayabilmek açısından yalnızca vergi denetimlerinin sıklaştırılması değil, aynı zamanda da kapsamlı bir reform sürecin de gereklidir. KKTC’deki vergi tahsilatındaki yetersizlikler, gelir dağılımında adaletsizliğe yol açarken, kayıtlı mükellefler üzerinde orantısız bir vergi yükü oluşturmakta ve mükellefleri kayıt dışı ekonomiye yönelmeye teşvik etmektedir.
Üçüncü sorun ise, vergi uygulamalarında “çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi toplanması” prensibine uygun hareket edilmemesidir. KKTC’de gerek vergi vermeyi özendirmek, gerekse de vergi konusunda şeffaflığı artırmak açısından bir adım olarak her yıl “vergi rekortmenleri”, toplumda çok kazanandan az, az kazanandan ise çok vergi toplandığı yönünde bir algı yaratmaktadır. Bu vatandaşların vergi uyumunu oldukça olumsuz etkileyen bir durumdur. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak, bireyler ve işletmeler vergi ödememeyi, alternatif yollarla vergi yükünü azaltmayı ya da gelirlerini kayıt dışına çıkarmayı daha cazip görebilmektedir. Bu tür bir vergi algısının yerleşmesi, devletin vergi gelirlerini doğrudan etkilerken, toplumda adaletsiz olarak algılanan bu yapı nedeniyle devlet ile vatandaş arasındaki bağları zayıflatmakta ve problemin çözümünü güçleştirmektedir.
2015 yılında yayımlanan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Kayıtdışı Ekonomi: Boyutlarının Ölçümü, Çözüm Önerileri ve Eylem Planı” isimli raporda çözüm önerilerinin hayata geçirilmesini sağlayacak bir eylem planı ortaya konmuştur. Ancak, yıllar içinde bu sorunun çözümüne yönelik atılan adımlar oldukça sınırlı kalmış ve beyan edilen kazançların gerçekçi hale getirilmesi için gerekli olan yasal düzenlemeler hayata geçirilmemiştir. Bunun başlıca sebeplerinden biri kayıt dışılıkla mücadele konusunun ne siyasiler tarafından samimiyetle sahiplenilmesi ne de halk tarafından içselleştirilmiş olmasıdır. Söz konusu raporda da ön plana çıkarıldığı gibi, halk arasında ikinci iş ve düşük gelir beyanı gibi faaliyetler yaygınken, işletmeler arasında ise kaçak istihdam ve faturasız satış gibi faaliyetler oldukça yaygındır. Dolayısıyla KKTC’de bir vergi kültürünün oluşmamış olduğu bu bir vergi reformuna ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Öte yandan, söz konusu reformun gerçekleştirilmesi KKTC’nin kendine özel siyasi yapısı nedeniyle varsayıldığı kadar kolay değildir. Siyasetin içine entegre olmuş iş dünyası ve güçlü çıkar gruplarının, vergi reformları ve kayıt dışılıkla mücadelede engelleyici bir rol oynadığı gerçeği, bu mücadelenin önündeki en büyük zorluklardan biridir. Nitekim, siyasi istikrarsızlık ve sürekli değişen hükümetler de bu tür reformların tam anlamıyla hayata geçirilmesi önünde ciddi bir engeldir. KKTC'de hükümetlerin ortalama ömrünün yaklaşık 400 gün gibi kısa bir süre olması, bu tip uzun vadeli reformların uygulanmasını güçleştirmektedir. Dolayısıyla, vergi adaleti sağlanmadan ve siyasi iradenin güçlü bir kararlılıkla harekete geçmediği bir ortamda, kayıt dışı ekonomiyle mücadele konusunda başarılı olunması mümkün değildir. Bu zorlukların aşılması için siyasi erkin mali disiplini benimsemesi ve çıkar gruplarının baskısına direnç göstermesi gerekmektedir. Siyasi karar alıcıların kısa vadeli popülist politikalardan kaçınarak uzun vadeli ekonomik reformları önceliklendirmeleri şarttır.
“KKTC’de beyan edilmeyen veya olması gerekenden daha düşük beyan edilen gelirlerin ülkenin milli gelirinin yaklaşık %50’si ile %60’ı arasında”
Herşeyden önce şunu hatırda tutmak gerekmektedir. İş insanları resmi olarak kendi şirketlerinden kendilerine ödenen “maaşlarını” doğal olarak istedikleri düzeyde beyan edebilmektedir.
Muhtemelen incelenecek olsa ülkedeki birçok varlıklı iş insanının “maaşlarını” aynen çalışanlarına yaptıkları gibi asgari ücret olarak beyan etmekte oldukları görülecektir. Bu zaten “vergi rekortmenleri listeleri” olarak bilinen trajikomik uygulamadan da rahatlıkla görülebilmektedir. Bunun da ötesinde, 2015 yılında gerçekleştirilen “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kayıtdışı Ekonomi - Boyutlarının Ölçümü, Çözüm Önerileri ve Eylem Planı" isimli raporun sonuçları da KKTC’de beyan edilmeyen veya olması gerekenden daha düşük beyan edilen gelirlerin ülkenin milli gelirinin yaklaşık %50’si ile %60’ı arasında olduğu sonucunu ortaya koymaktadır.
Yani, adaletsizlik aslında gelirlerin eksik beyan edildiği noktada başlamaktadır. Devlet açık bir şekilde bütün toplumun bildiği bu duruma göz yummaktadır. Bu çarpıklık ülkedeki asgari ücretli çalışan rakamlarından da belirgin olarak ortadadır. Şöyle ki, dünya genelindeki istatistiklerle karşılaştırıldığı zaman KKTC’de asgari ücretle çalışanların oranı oldukça yüksek seviyelerde seyretmektedir. Küresel ölçekte, asgari ücretle çalışanların toplam çalışan nüfusa oranı genellikle %10-15 bandını aşmazken, KKTC'de kamu çalışanlarını dışarıda bıraktığımızda çalışan nüfusun neredeyse %65-70'i asgari ücretle çalışmaktadır. Bu durum, üçüncü ülke vatandaşları arasında %85-90'lara kadar yükselmektedir. Bu oranlar, KKTC’deki iş gücü politikalarının ve ücret rejiminin çarpıklıklarını açık bir şekilde göstermektedir. Ülkede özel sektörde gelirler bu şekilde beyan edildiğinden, devlet kaçınılmaz olarak hem onlara hem de kamu çalışanlarına uygulayabileceği en yüksek vergileri uygulamaya gayret etmektedir.
Vergilendirme konusundaki çarpıklığın temel sebeplerinden biri budur. Peki, gelir vergisi bacağına baktığımız zaman hiç değilse, “çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınması prensibi” uygulanıyor mu? Cevabı hem evet hem de hayır. Evet, çünkü vergi matrah dilimleri ve oranlara baktığımız zaman, en düşük matrah dilimine dahil olan gelirlere uygulanan vergi ile en yüksek dilime uygulanan vergi arasında çok büyük bir fark olduğu görülmektedir. Vergilendirme tablosuna baktığımız zaman, gerçekten de gelir dilimleri arttıkça vergi seviyesi çok daha yüksek bir oranda artmaktadır. Hayır, çünkü matrah dilimleri ekonominin gerçekleriyle örtüşmediğinden dilimlendirme aslında “göstermelik olarak” uygulanmaktadır. Ülkede asgari ücretle dahi çalışanların yıllık geliri en yüksek matrah dilimi olan %37’ye girmektedir.
Yani, onun öncesinde gelen matrah dilimlerine uygulanan oranların (%10, %20, %25 ve %30) yıl boyunca düzenli ücret üzerinden ödenenler açısından pek bir avantaj sağladığı yoktur. Elbette ki geliri en yüksek matrah diliminin çok üstünde olanlara çok daha yüksek bir vergilendirme uygulanması söz konusudur ancak bu göstermelik vergilendirme sisteminin düşük gelirlilere daha adil bir vergilendirme uygulanmasını amaçlamadığı da ortadadır. Oysa ki, özel sektör çalışanlarının yaklaşık %65-70'inin asgari ücretle çalışmakta olduğunu bilen bir devletin aslında göstermelik matrah dilimleri yerine bu kesime gerçek manasıyla adil bir vergilendirme sunacak bir sistem geliştirmesi beklenirdi. Örneğin, Güney Kıbrıs’a baktığımız zaman vergi matrah dilimleri asgar ücret de hesaba katıldığı zaman çok daha gerçekçi, adaletli ve fonksiyoneldir.
Peki, ücretli kesime bu kadar insafsız yaklaşan, üstelik varlıklı kesimlerden toplaması gereken vergiyi toplamayı başaramayan devlet, işletmelere gelince nasıl bir tutum izlemektedir? KKTC’deki kurumlar vergisi %10’dur. Kurumlar Vergisi çıkarıldıktan sonra kalan yıllık kazanca %15 Gelir Vergisi uygulanır. Yani toplamda %23.5’luk bir vergi yükü söz konusudur. Bu oranın adil mi yoksa yüksek mi olduğu tartışmaya açıktır. Bence KKTC’den çok daha düşük gelirli ülkelerde bu oranın %35 civarında olduğu düşünülecek olursa ülkemizde şirketlere büyük bir “kolaylık” sağlandığını söylemek mümkündür. Peki, işletmeler bu kolaylık karşısında devlete olan yükümlülüklerini yerine getiriyor mu? Ne yazık ki bunu söylemek güçtür, 2023 yılında KKTC’de toplam 7,500 şirketin 2,800 civarında şirketin zarar bildirdiği ve 700 civarında şirketin ne kâr ne de zarar beyan ettiği göz önüne alındığında, devlete hiç vergi ödemeyen şirket sayısının yaklaşık 3,500’e ulaştığı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu rakamlar KKTC’de kayıtlı şirketlerin neredeyse %50’sinin zarar ettiği gerekçesiyle devlete olan vergi yükümlülüğünü yerine getirmediğini göstermektedir. Dolayısıyla, KKTC’de devletin sağlamış olduğu vergi kolaylığına rağmen, devlete vergi ödeyen şirketlerin bunu doğru şekilde beyan edip etmediği bir yana, zaten beyan edenlerin yarısı da hiç vergi vermemektedir.
Bu noktada suçlanması gereken şirketler mi yoksa devlet midir? Bu sorunun cevabı aşağıdaki örneklerde gizlidir: 2023 yılında zarar beyan ettiği gerekçesiyle vergi ödemeyen büyük bir şirketin yöneticisi basına yansıyan demecinde “işletmemiz zararda değildir” diyerek, bu durumun KKTC vergi mevzuatının “sağlamış olduğu haklar uyarınca” hazırlanan bilançolarının “yasal bir sonucu" olduğunu ifade etmektedir. Öte yandan, 2024 yılında Şans Oyunları Hizmetleri (Değişiklik) Yasası tartışmaları sürecinde yapılan açıklamalardan, hükümetin “kumarhanelerde dönen paranın takibini yapamadığı” için bu işletmelerin ödemesi gereken gerçek vergi yükümlülüklerini tam olarak hesaplayamadığı ve bu nedenle vergi oranlarını düşürerek kumarhanelerin vergilerini doğru şekilde ödemelerini sağlamayı ümit etmesi gündeme gelmiştir. Bu konuda yapılan tartışmalar sırasında devletin yaklaşık 30-35 kumarhanede gerçekleşen finansal işlemleri denetleyebilecek bir “teknik altyapısının bulunmadığı” ve bazı kumarhanelerin gelirlerini düşük gösterdiği ortaya çıkmıştır.
“KKTC’de vergi toplama süreçlerinde ciddi yapısal zayıflıklar var”
Bu iki örnek, KKTC maliye politikasının özellikle vergi toplama süreçlerinde karşılaştığı ciddi yapısal zayıflıklara işaret etmektedir. İşletmeleri suçlamak yersizdir. Onlara kalacak olsa hiç vergi vermemeyi tercih edeceklerdir, ki zaten yarısı da aynen bunu yapmaktadır. Mesela, 2022 yılında hazırlanan “Kuzey Kıbrıs Rekabet Edebilirlik Raporu” kapsamında gerçekleştirilen “Ekonomi Değerlendirme Anketi”, KKTC’deki işletmelerin yaklaşık %50’sinin hükümetten en öncelikli beklenti olarak vergi oranlarının düşürülmesi olduğunu göstermektedir. Düşündürücü olan bunların yeni ortaya çıkmış olan gerçekler olmadığıdır. Nitekim, 2012 yılında gerçekleştirilmiş olan "KKTC'de Kayıt Dışı Ekonomi, Tanımı, Nedenleri, Yarattığı Sorunlar ve Çözüm Yolları" adlı çalışmada, KKTC’deki vergi sisteminde vergilendirmenin adaletsiz bir şekilde yapıldığı ve bu durumun bireyleri kayıtdışılığa yönlendirdiği sonucuna varılmaktadır. Diğer taraftan, yine 2012 yılında TEPAV tarafından hazırlanmış olan “KKTC Denetim Sistemi’nin Fonksiyonel ve Kurumsal Analizi” isimli raporda da KKTC’de “önemli ölçüde” gelirin kayıt dışında olduğu saptaması yapılmaktadır.
Raporda ayrıca Maliye, Teftiş ve İnceleme Kurulu’nun (MTİK) vergi inceleme yetkisini “hemen hemen hiç kullanmadığı”, Gelir ve Vergi Dairesi’nin vergi inceleme görevlilerinin ise “gerek sayıca gerekse nitelik yönünden” incelendiği zaman “son derece yetersiz oldukları” tespitinde bulunulmaktadır. KKTC’deki vergi tahsilatındaki bu gibi yetersizlikler, gelir dağılımında adaletsizliğe yol açarken, mükellefler üzerinde orantısız bir vergi yükü oluşturmakta, haksız rekabete yol açmakta ve aynı zamanda da kayıt dışılığı teşvik etmektedir. Ancak, sorun tahsilat noktasında değil beyan noktasında başlamaktadır. Bunun denetimini gerçekleştirmek devletin görevidir. Bu adaletsiz ve çarpık vergi sisteminde ne yazık ki kazancını doğru beyan eden, gerek gelir vergisini, gerek kurumlar vergisini olması gerektiği şekilde veren mükellefler ne yazık ki suiistimal edilmektedir.
KKTC'de hükümetler vergiyle ilgili aldıkları kararları açıklarken sıklıkla “vergi bilinci” kavramını ön plana çıkarmaya çalışırken, bu kavramı genellikle sadece vergi mükelleflerinin vergilerini ödemesine ilişkin bir farkındalık ve “ahlaki bir yükümlülük” olarak lanse etmektedir. Oysa bu kavram aynı zamanda vergi mükelleflerinin ödedikleri vergilerin nerelere harcandığını denetlemeleri ve vergi yükümlülüklerini yerine getirmeyen kesimlerden neden vergi tahsil edilmediğinin sorgulanması anlamına da gelmektedir.
Bu noktadan hareketle, toplumda vergi bilinci oluşturulmaya çalışılırken, toplumun varlıklı kesimlerinin gelirleriyle doğru oranda bir vergilendirmeye tabi tutulmamasının ve 3-4 yılda bir çıkarılan vergi aflarının bu hedefe ulaşmayı zorlaştıracağı hesaba katılmalıdır.
Bunlar gerek akademik literatürdeki birçok çalışmada, gerekse de KKTC’deki vergi sistemini inceleyen raporlarda ön plana çıkan değerlendirmelerdir. Örnek vermek gerekirse, Ekim 2006 tarihinde Dünya Bankası tarafından KKTC ekonomisi için yayınlanan ilk raporda, vergi borçlarına sık sık af getirilmesinin sakıncaları vurgulanmış ve bu durumun borçların hiç ödenmemesi gibi bir “ahlaki tehlike” yaratabileceği uyarısında bulunulmuştur. Benzer şekilde, 2012 yılında Mustafa Besim, Göksel Saydam, Aziz Gürpınar ve Zeren Mungan tarafından hazırlanan "KKTC'de Kayıt Dışı Ekonomi, Tanımı, Nedenleri, Yarattığı Sorunlar ve Çözüm Yolları" adlı çalışmada da vergi aflarının sık sık uygulanmasının da bu sorunu daha da derinleştirdiği vurgulanmıştır. Her iki raporda da, KKTC’de çıkarılan vergi aflarının, vergi yükümlülerinin vergi ödememe alışkanlığını pekiştirdiği ve vergi sistemine olan güveni azalttığı vurgulanmıştır.
“Aflar mükelleflerin vergi uyumunu bozuyor”
Bakıldığı zaman, gerçekten de, yasalara uyan ve vergisini gerektiği şekilde veren kesimler, her yeni af çıktığında vergi mükellefiyetlerini yerine getirme motivasyonlarını kaybetmektedirler. Benzer şekilde, toplumda varlıklı kesimlerden gelirleriyle doğru orantıda vergi alınmaması, vergisini gerektiği şekilde verenler üzerinde bir adaletsizlik duygusu yaratmakta ve kayıtdışılığa zemin hazırlamaktadır.
Nitekim, her sene yayımlanan “vergi rekortmenleri” listelerinin kurumlar ve gelir vergilerinin tahsilatı açısından gösterdiği çarpıklıklar toplumda tepkiyle karşılanmaktadır. Örneğin 2022 yılına ait listede bankacılık sektörünün ağırlığı, kumarhane sektöründe belli bir grubun haricinde neredeyse hiçbir işletmenin kayda değer düzeyde vergi ödememesi, banka genel müdürleri listede üst sıralarda yer alırken patronların çok daha gerilerde kalabilmesi gibi çarpıklıklar, vergi sisteminin adil şekilde çalışmadığını göstermektedir. Dolayısıyla, söz konusu listeler aslında devletin çaresizliğinin de bir itirafı niteliğinde olup, KKTC vergi sisteminin yapısal çarpıklıklarını gözler önüne sermektedir.
Örneğin, kurumlar vergisinde bankacılık sektörünün neredeyse tek başına öne çıkması, ekonominin geri kalan sektörlerinin vergiye yeterince katkı sağlamadığını ve vergi yükünün birkaç sektör üzerinde yoğunlaştığını göstermektedir. Gelir vergisi rekortmenleri arasında KKTC’deki bazı büyük sermaye sahiplerinin listede bulunmaması, vergi yükünün ekonomide eşit dağıtılmadığını ve gelir sahiplerinin vergiden kaçınma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Bu çarpıklıklar, KKTC vergi sisteminde gelir adaletsizliği, kayıt dışılık ve etkin bir vergi denetim sisteminin eksikliği gibi yapısal sorunları gözler önüne sermektedir.
Böylesine adaletsiz bir ortamda, vergi afları, bütçe açıklarını gidermeye yönelik kısa vadeli sonuçlar sunsa da, uzun vadede ister istemez ahlaki zafiyet yaratarak mükelleflerin vergi ödeme davranışlarını olumsuz etkilemektedir. Vergi yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde herhangi bir yaptırımla karşılaşmayacakları gören vergi mükellefleri, kaçınılmaz olarak gelecekteki kararlarını bunu dikkate alarak belirlemektedir. Bu bakımdan, vergi yükümlülüklerinden kaçınanlar açısından neredeyse bir ödüllendirme anlamına gelen bu aflar, bu yükümlülüklerini yerine getirenlerin vergi uyumunu da olumsuz yönde etkilemektedir.
Nitekim, KKTC’de iş dünyasını temsil eden başlıca kuruluşlardan olan KTTO, 2017 yılında çıkarılan af kararnamesine ilişkin yapmış olduğu bir basın açıklamasında, bu afların ekonomide “anomaliler” yarattığını öne sürerek, bu uygulamaların vergi mükelleflerinin yükünün “ödenemeyecek boyutlara” varması şeklinde de yorumlanabileceğini ifade ederek, ülkede vergi reformuna olan ihtiyacı gündeme getirmiştir. Baktığımız zaman, KKTC’deki vergi uygulamaları farklı açılardan değerlendirilebilmektedir. Örneğin, “af kararnameleri”, zaman içerisinde birikmiş olan vergi borçlarının “tahsilinin kolaylaştırılması” gerekçesiyle çıkarılmaktadır. Bu gerekçe, aslında af çıkarılmak zorunda kalınmasının devletin vergi sistemindeki çarpıklıkların bir kanıtı olduğundan, aslında “özrü kabahatinden büyük” değerlendirmesine yol açmaktadır.
“Yapısal reformların gerçekleştirilmemesi vergi sisteminde bir kısır döngüye yol açıyor”
KKTC’de vergi aflarına yol açan süreçte önemli rol oynayan en önemli sebeplerden bir tanesi yıllardır ara ara gündeme gelen vergi reformunun gerçekleştirilerek vergi oranlarının daha makul seviyelere çekilmemiş olmasıdır. Kuşkusuz, bunda siyasi irade eksikliği kadar kamu maliyesindeki sıkıntılar da büyük rol oynamaktadır. Hükümetler, kısa vadede vergi gelirlerinin düşmesine yol açabilecek bu düzenleme konusunda ister istemez çekimser davranmaktadır. Oysa ki, vergi oranlarının düşürülmemesi tahsilat konusunda başarısızlığa yol açarken, bu başarısızlık ise vergi uyumunu olumsuz etkilemektedir. Bu bakımdan, yapısal reformların gerçekleştirilmemesi vergi sisteminde bir kısır döngüye yol açmaktadır. Hükümetler bu kısır döngüden çıkış yolunu vergi affı getirerek bulmaya çalışsa da, bu palyatif ve kısa vadeli bir çözüm sadece uzun vadede vergi uyumunu olumsuz etkilemekle kalmayıp aslında kısa vadede de bir gelir kaybına yol açmaktadır. Çünkü, af kapsamında tahsil edilen vergi miktarı enflasyon nedeniyle tahakkuk ettiği tarihteki değerinin altına düşebilmektedir.
Örnek vermek gerekirse, 2023 yılında getirilen af kapsamında gecikme zamları ve gecikme faizleri bağışlanmış ve uzun vadeli taksitlendirme ile ödeme kolaylığı sağlanmıştır. 2023 yılında enflasyon %84 civarında gerçekleştiğinden, bu taksitlendirme süresinde aslında devletin kasasına reel olarak giren miktar oldukça sınırlı kalmıştır. Kamu maliyesi açısından bir kayba yol açan bu uygulama, vergi affından yararlanan kesimler açısından bir avantaj yaratırken, aynı zamanda da mükelleflerin gelecekteki vergi yükümlülüklerini zamanında yerine getirme eğilimlerini mutlaka olumsuz yönde etkilemiştir. Bu bakımdan, vergi afları pratikte kamu gelirlerinde kalıcı bir artış sağlamadığı gibi, bir takım olumsuz sonuçlara da yol açabilmektedir. Bu gibi günü kurtarmaya yönelik uygulamalar kısa vadede kamu maliyesine bir gelir yaratırken, uzun vadede vergi uyumsuzluğuna yol açarak devletin mali yapısını daha da kırılgan hale getirmektedir. Bu sadece KKTC özelinde geçerli olan bir saptama değildir. Akademik literatürdeki birçok çalışma gerek teorik gerekse rakamsal olarak bu değerlendirmeye destek sağlamaktadır.
Teorik açıdan bakıldığı zaman, bu uygulamalarla hükümetler vergi disiplini sağlama ve kısa vadeli gelir artışı arasında bir denge kurmaya çalışıyor olsa da, yapısal sorunlara çözüm üretmek yerine af uygulamalarının gündeme gelmesi, vergi uyumunu olumsuz yönde etkileyen bir unsur olarak gündeme gelmektedir. Bu durum, yasalara uyma bilincini aşındırırken, fırsatçıların bu durumu suiistimal etmelerine de zemin hazırlamakta ve aslında yasaları ihlal etmeyi cazip hale getirmektedir. Ancak bir diğer görüşe göre, KKTC’de özellikle devlete mal ve hizmet sunan kesimler, alacaklarını zamanında tahsil edemediklerinden dolayı nakit akışlarında ciddi problemler yaşamakta ve devletten alacaklarını teminat göstererek bankalardan borçlanmaktır. Bu bakımdan, devletten alacaklı olan kesimlerin kendi iradeleri dışında gelişen bu durum vergi yükümlülüklerini karşılayamamalarına yol açmaktadır. Bu nedeniyle kendilerine vergi kolaylığı sağlanması aslında devletin bu kesimlerle bir bakıma “ödeşmesi” anlamına da gelmektedir. Bu görüşte muhakkak gerçeklik payı olsa da vergi borcunu ödemeyen şirketler arasında bu ayrımı yapıp adaleti sağlamak oldukça güçtür.
Öte yandan, gelir vergisine bakacak olursak, toplumun varlıklı kesimlerinden hakkaniyetli bir nispette vergi tahsil edilememesi, kamu maliyesinde büyük bir açık yaratmakta ve bu yük vergisini gerektiği şekilde veren vergi mükelleflerinin sırtına yüklenmektedir. Bunun yanı sıra, devlet kamu hizmetlerini finanse edebilmek için hem daha fazla borçlanmak hem de dolaylı vergi yükünü artırmak zorunda kalmakta, bu da toplumdaki gelir adaletsizliğini derinleştirmektedir. Bakıldığı zaman, KKTC’de toplumun varlıklı kesimlerinden gelirleriyle doğru oranda vergi tahsil edilememesinin en temel sebeplerinden bir tanesi iş insanlarının siyasetteki artan rolüdür. İş dünyasının siyasi arenada kimi zaman aktif bir şekilde, kimi zaman ise perde gerisinde güçlü ve belirleyici bir konumda olması, özellikle kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin görmezden gelinmesine ve vergi yükünün topluma adil bir şekilde dağıtılmamasına zemin hazırlayabilmektedir.
KKTC’de siyasi çevrelerde hakim olan ekonomik güce dayalı karar alma mekanizması, siyasi partilerde belirleyici bir faktör haline gelmekte ve bu da iktidara gelen partilerin, kamu yararını değil iş dünyasının menfaatlerini gözeten politikaları önceliklendirmelerine neden olabilmektedir. Bu bakımdan, iş dünyasının siyasette bu denli güçlü olması, ister istemez vergi adaletinin sağlanmasını zorlaştırmaktadır.
Toplumda yaygın olan bir inanışa göre, yüksek gelire sahip bireyler ve büyük şirketler, siyasi bağlantıları sayesinde vergi yüklerini hafifletebilirken, düşük gelirli kesimler bu yükü orantısız bir şekilde üstlenmek zorunda kalmaktadır. Bu inanışın tamen temelsiz olduğunu söylemek mümkün eğildir. Basına zaman zaman yansıyan haberlerden bizzat siyasetçilerin dahi mal varlıklarını gizledikleri ve gelir beyanlarını eksik gerçekleştirdikleri anlaşılmaktadır.
Buna ilave olarak, KKTC’de iş insanlarının siyasetle iç içe olması, vergi denetiminin etkin bir şekilde sağlanamamasına ve iş dünyasındaki bazı grupların çıkarlarını koruyan uygulamaların ön plana çıkmasına neden olabilmektedir. Bu da toplumun belirli kesimlerinde “servet vergisi” uygulanmasına yönelik bir talep oluşmasına yol açmaktadır. Böyle bir vergilendirme pratikte birçok sorunu da beraberinde getireceğinden bunun gerçekçi bir talep olup olmadığı tartışmaya açık olsa da, düşündürücü olan böyle bir talebin bu kadar küçük ölçekli bir ekonomide gündeme gelebilmesidir. Bu talebin gündeme gelebilmesi bile başlı başına bir değerlendirme konusu olup aslında ülkedeki gelir dağılımı adaletsizliğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Vergi konusunda gündeme gelen aksaklıkların KKTC’deki siyasi yapının toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine ve ekonomik adaletin erozyona uğramasına yol açmasının doğal bir sonucu”
Dolayısıyla, vergi konusunda gündeme gelen aksaklıkların KKTC’deki siyasi yapının toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine ve ekonomik adaletin erozyona uğramasına yol açmasının doğal bir sonucu olduğunu da söylemek mümkündür. Nitekim, KKTC’de genel bir af uygulaması söz konusu olmadığı zaman dahi hükümetlerin vergi tahsilatı konusunda belirli kesimlere kolaylık sağlarken, bunun dışında kalan mükelleflere karşı uzlaşmacı bir yaklaşım sergilemediği şeklinde yorumlar gündeme gelmektedir. Bakıldığı zaman, doğru veya yanlış, “vergi muafiyeti” gibi uygulamaların genellikle belli başlı iş insanları ve şirketlerinin çıkarlarına hizmet ettiği şeklindeki tepkiler Meclis’te de sıklıkla gündeme gelmekte, bu da kamuoyunda ülkedeki vergi sisteminin adil olmadığı yönündeki algıyı güçlendirmektedir.
Haklı veya haksız, devletin keyfi olarak belirli kesimlere bu yönde bir imtiyaz sağlayabileceği şeklindeki bu varsayımlar, kamu otoritesinin ve ciddiyetinin sorgulanmasına yol açmakta ve yanlış değerlendirmelere de yol açabilmektedir. Geçmişten bir örnek vermek gerekirse, 2013 yılında ülkenin önde gelen şirketlerinden birine “vergi affı” sağlanmış olduğu şeklinde tepkiler bir süre gündemi meşgul etmiştir. Oysa ki yapılan açıklamalardan işin aslının KKTC ile Türkiye arasında yürürlükte olan 49/1988 sayılı “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması” çerçevesinde şirketin aynı zamanda hem KKTC hem de Türkiye'de vergilendirmeye tabi tutulmaması için gerçekleştirilen yasal bir uygulama olduğu anlaşılmıştır. Ancak vergi sisteminin adaletsizliği nedeniyle bu tip varsayımların gündeme gelmesinin toplumun hatası olmadığı da ortadadır.
Nitekim, her ne kadar da Hükümetler tarafından zaman zaman kişiye veya kuruma özel vergi muafiyeti sağlanmasının bu konuda yasa yapılmaksızın gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı şeklinde açıklamalar yapılsa da, bu konuda bazı kesimlere imtiyaz sağlandığına ilişkin oldukça ciddi iddialar basında sıkça yer almaktadır. Özellikle büyük şirketlerin zarar beyan ederek vergi vermekten kaçınması veya çeşitli gerekçelerle vergi yükümlülüklerinin “bağışlanması” veya geç ödemelerine göz yumulması, KKTC’de sıkça gündeme gelen ve toplumda çeşitli tepkilere yol açan yaygın bir inanıştır. Devletin büyük sermayeyi desteklediği yönündeki bu tip söylentiler, toplumsal adaletsizliklerin derinleşmesine çanak tutmaktadır.
Bu bakımdan, devletin yıllar içerisinde vergilendirme politikaları konusunda iradeli, adil ve otoriter bir tutum izlememiş olmasının bir sonucu olarak kamuoyunda sağlıklı bir algı oluşmamış, gerçekler ve varsayımlar birbirine karışmıştır. Bu sorunun çözümü, vergi mükelleflerinin daha kolay uyum sağlayabilecekleri, sürdürülebilir ve adil bir vergi sistemin oluşturulması yönünde somut adımlar atılmasıdır. Bu adımlar atılırken, sıkı vergi denetimlerinin ihmal edilmemesi, caydırıcı cezai yaptırımların uygulanması ve mükellefler arasında gelecekte nasıl olsa af çıkacağı yönünde bir beklenti yaratabilecek uygulamalara son verilmesi gerekmektedir.
Yıllar içerisinde bu konuda ne yapılması gerektiğine ilişkin rehberlik edecek nitelikte gerek raporlar, gerek köşe yazıları, gerekse de akademik değerlendirmeler uzun yıllardan beridir Mustafa Besim, Göksel Saydam, Aziz Gürpınar, Zeren Mungan, Derviş Kemal Deniz ve Erkan Okandan gibi kamu maliyesi ve vergilendirme konusunda uzman olan birçok kişi tarafından fazlasıyla ortaya konmaktadır. Dolayısıyla ihtiyaçlar ve yapılması gerekenler fazlasıyla bilinmektedir. Önemli olan siyasilerin bu görüşlere gereken önemi vermesi ve gerekli iradeyi ortaya koymasıdır.