Kolektif Hafızada Bir Dönüşüm: Kıbrıslı Türklerde Tarihyazımı, Siyasal Aktörlük ve Seküler Direniş

YAYIN TARİHİ:
ads ads ads
15/04/2025

Kolektif Hafızada Bir Dönüşüm: Kıbrıslı Türklerde Tarihyazımı, Siyasal Aktörlük ve Seküler Direniş

8 Nisan 2025 tarihinde Lefkoşa’da gerçekleşen kitlesel yürüyüş, Kuzey Kıbrıs’ta yalnızca güncel siyasal gerilimlerin değil, aynı zamanda tarihsel hafızanın ve kolektif kimliğin yeniden inşasına işaret eden önemli bir kırılma anı olarak değerlendirilmelidir. Söz konusu eylem, farklı ideolojik, sınıfsal ve siyasal aidiyetlerden bireylerin ortak bir zeminde buluştuğu nadir anlardan biri olarak, Kıbrıslı Türk toplumunda süregelen tarihyazımı pratiklerinin sorgulandığı ve dönüştüğü bir momenti temsil etmektedir.

Eyleme sağ siyasal gelenekten gelen isimlerin katılımı —özellikle Rauf Denktaş’ın oğlu ve eski bakanlardan Serdar Denktaş’ın yürüyüşte yer alması— yalnızca sembolik bir jest değil, aynı zamanda mevcut siyasal konjonktürdeki hegemonik düzenin meşruiyet krizine işaret etmektedir. Daha da dikkat çekici olan, mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın eşi Sibel Tatar’ın eyleme dair kamuoyuna yaptığı olumlu açıklamadır: “İşim olmasaydı ben de eyleme katılırdım.” Bu beyan, siyasal iktidarın merkezine yakın bir figürden gelmesi bakımından eylemin sadece muhalif çevrelerle sınırlı kalmadığını; toplumsal düzeyde daha geniş bir seküler duyarlılığın ifadesi olduğunu göstermektedir.

Bu dönüşüm, yalnızca güncel siyasal olaylarla açıklanamaz; aynı zamanda uzun süredir Kıbrıslı Türk toplumunun kolektif hafızasını şekillendiren iki ana tarih yazımı geleneğinin sınırlılıklarıyla da ilişkilidir.

Birinci hat, milliyetçi-resmi tarih anlatısıdır. Bu anlatı, 1974 sonrası Türkiye müdahalesini bir "kurtuluş" olarak tanımlar ve Kıbrıslı Türkleri bu müdahale sayesinde "varlığını sürdürebilen" edilgen bir cemaat olarak konumlandırır. Bu çerçevede Kıbrıslı Türklerin tarihsel özneselliği büyük ölçüde silinir; anlatı, Türkiye’nin ‘yetişen’ figürü etrafında örülür ve varoluş mücadelesi dışsal bir kurtarıcılıkla meşrulaştırılır.

Milliyetçi anlatı yalnızca Anavatan söylemiyle değil, aynı zamanda koşulsuz sadakat ve şükran temelli bir hafıza siyasetiyle işlevselleşmiştir. Türkiye’de iktidarda hangi siyasi yapı bulunursa bulunsun, milliyetçi tarih çizgisi bu müdahaleyi sorgulamaktan imtina eder; Türkiye’yi eleştirmek, nankörlük ya da ihanete eşdeğer bir pozisyon olarak çerçevelenir. Bu durum, eleştirel bir tarihsel yüzleşmeyi değil, süreklilik arz eden bir minnettarlık dilini ön plana çıkarır.

İkinci hat ise, sol-sosyalist tarih yazımıdır. Bu yaklaşım, 1974 sonrası adanın bölünmesini emperyalist müdahalelerin bir sonucu olarak kavramsallaştırır; Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik müdahalelerini ise ABD ve NATO eksenli bir işbirliğinin parçası olarak yorumlar. Bu anlatı, Türkiye’yi NATO'nun uydusu olarak konumlandırırken, adadaki bölünmeyi de emperyalist çıkarların bir uzantısı olarak okur.

Ancak bu söylem, yapısal güç ilişkilerini önceliklendirirken, Kıbrıslı Türklerin kendi siyasal ve toplumsal mücadele deneyimlerini büyük ölçüde ikincilleştirir. Özellikle sömürge döneminde gelişen toplumsal direnişleri, entelektüel üretim ya da Sömürge yönetimi ve Yunan milliyetçiliğine karşı verilen özgün mücadeleler bu anlatı içerisinde ya görünmez kılınır ya da tali bir çerçeveye yerleştirilir. Böylece, sol hafıza siyaseti de tıpkı milliyetçi anlatı gibi, Kıbrıslı Türkleri tarihin edilgen nesneleri olarak konumlandırma eğilimindedir — ancak bu kez, ulus-devletçi değil, yapısalcı-antiemperyalist bir perspektiften.

 

Her iki anlatı biçimi de farklı ideolojik zeminlerden beslenmelerine rağmen, ortak bir sınırlılığı paylaşmaktadır: Kıbrıslı Türklerin tarihsel ve siyasal aktörlük kapasitesini göz ardı etmeleri. Ancak 8 Nisan eyleminde gözlemlenen söylemsel ve toplumsal ortaklaşma, bu tarih yazımı pratiklerine yönelik bir kopuşu da beraberinde getirmektedir.

 

Bu yeni dönemde ortaya çıkan kolektif karşı duruşun merkezinde, seküler yaşam biçiminin savunusu yer almaktadır. AKP iktidarının Kuzey Kıbrıs’a yönelik uyguladığı politikalar —özellikle merkeziyetçilik, dini muhafazakârlık ve kültürel mühendislik pratikleri— klasik sağ-sol ayrımlarını aşan bir itiraz hattı üretmiştir. Bu itiraz hattı, hem milliyetçi hem de sol anlatıların ötesinde, Kıbrıslı Türklerin kendilerini tarihsel bir özne olarak yeniden tanımlama ihtiyacını görünür kılmaktadır.

 

Bu dönüşümün en dikkat çekici boyutlarından biri ise siyasal merkezin içinden yükselen çatlak seslerdir. Hükümetin büyük ortağı olan Ulusal Birlik Partisi (UBP) içerisinden bazı milletvekillerinin, eyleme fiilen katılmasalar dahi hükümetin mevcut politikalarıyla açık biçimde ters düştüklerini beyan etmeleri, yalnızca toplumsal tabanda değil, siyasal elit içerisinde de bir huzursuzluğun giderek belirginleştiğini ortaya koymaktadır. Bu türden açıklamalar, hegemonik siyasal blokun bütünlüğünde oluşan çatlamaların ve farklı kliklerin yeniden pozisyon aldığı bir döneme işaret etmektedir.

 

Dolayısıyla 8 Nisan yürüyüşü, yalnızca bir protesto değil; kolektif hafızanın yeniden yazıldığı ve Kıbrıslı Türklerin siyasal özne olarak kendi varlıklarını sekülerlik, özerklik ve kültürel meşruiyet temelinde yeniden inşa etmeye yöneldikleri bir momenttir. Bu moment, gelecekteki tarihyazımı için de yeni bir epistemolojik çerçeve sunmaktadır: dışsal müdahalelerin ötesinde, yerel direnişlerin, çelişkilerin ve ittifakların merkezde yer aldığı bir tarih okuması.

YAYIN TARİHİ:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad ad
TAGS: mete hatay
MANŞETLER

HK KIBRIS

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.