Hüseyin Köroğlu yazdı:Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun...

ads ads ads ads
11/10/2018

ads
Hüseyin Köroğlu yazdı:Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun...

Ankara Devlet Konservatuvarı “Tiyatro” bölümünden 1986 yılında mezun olduktan tam 32 yıl sonra, yaklaşık iki ay Ankara’da yaşadım. Mezun olunca Devlet Tiyatroları’na, Adana’ya ya da Bursa’ya gidip göreve başlayabilirdim. Ama kendimi Lokmacı Barikatı’nda askerlik yaparken buldum. Bir gün gerekirse bu konu ile ilgili olarak detaylı açıklamalar yapabilirim. Askerlik görevimi yerine getirirken; sanat kurumları ile ilgili olarak yaptığım araştırmalarda, o sıralar İ.B.B. Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Sayın Gencay Gürün önderliğinde muhteşem sanatsal üretimlerle perde açmakta olduğuna tanık oldum. Böylece, İ.B.B. Şehir Tiyatrosu’na girmeye karar verdim. Askerlik görevimi bitirdikten sonra da 1989 yılında Şehir Tiyatrosu ailesine katıldım, bundan da her zaman gurur duydum. Bence Sayın Gencay Gürün döneminde Şehir Tiyatrosu altın dönemini yaşadı. O yılların bir parçası olmaktan da hep onur duydum. Sanat hayatıma Darülbedayi’de, “Güzellikler Evi”nde, şimdiki adı ile Şehir Tiyatrosu’nda başlamak benim için ikinci bir konservatuvar oldu. Ustalarımdan çok şey öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Birçok usta yönetmenle, oyuncu ile çalıştım. Deneyimlerimi, derdi olan oyunları sahneye taşırken; niyeti olan, öğrenmek ve gelişmek isteyen meslektaşlarıma sabırla aktarmaya gayret ediyorum. Bu gayretim son nefesime kadar sürecek...

Bizi biz yapan; ailelerimizden, köklerimizden miras kalan “vefa” duygusuna ömrüm boyunca hep kıymet verdim. Ankara’ya karşı içimde “vefa” duygusu hep benimle yaşadı. Dört yıl ekmeğini yedim Ankara’nın, adım adım dolaştım sokaklarında, çocukluğum Kıbrıs’ta, karakterimin oturması da Ankara’da oldu diyebilirim. Tam da bu noktada Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Sayın Mustafa Kurt, bu ülkenin değerli yazarlarından Sayın Turgay Nar’ın DİVANE AĞAÇ (Yunus Emre) adlı oyununu sahneye taşımam için Ankara Devlet Tiyatrosu kapılarını bana açtı. Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürü Sayın Volkan Benli ve tüm çalışanlar, başta müdür yardımcısı Sayın Kutay Sungar kardeşim olmak üzere, sağolsunlar büyük destek verdiler. Kendilerine huzurlarınızda çok teşekkür ederim, minnettarım. Tiyatrosu, yazarı, yönetmeni, oyuncusu, yaratıcı grubu, teknik ekibi ile tamamen bu topraklardan bir oyun DİVANE AĞAÇ (Yunus Emre). Çağdaş bir yorumla, dünyanın her yerinde perde açabilecek sanatsal bir estetikle sahneye taşıdık. Vefa duygusu ile çıktım yola, bu duygu hem ustalarıma, hem de meslektaşlarıma karşı büyük bir sorumluluk içinde hareket etmeme neden oldu...

Oyunu İrfan Şahinbaş Sahnesi’nde meslektaşlarımla, teknik ekiple ve yaratıcı grupla gece-gündüz demeden çalışarak sahneye taşıdık. Çok ama çok büyük emek verdik dostlar. Sahnedeki her bir an için sekiz saat prova yaptık. Meslektaşlarım son zamanlarda az bulunur muhteşem bir disiplinle, çalışkanlıkları ve özverileri ile oyuna çok büyük katkı koydular. Onları tanımaktan çok mutlu oldum ve onur duydum. Mesleğime olan inancımı daha da artırdılar. Hep beraber bir saat yirmi dört dakikalık bence harika bir oyunu, düşler perdesine, sahneye taşıdık. Sanat hayatımızın yüz akı, evimizin duvarlarını süsleyecek bir oyuna daha imza attık. Seyircilerimizi oyun başladıktan yaklaşık on dakika sonra Yunus Emre’mizin anası Kün Ana’nın düşünün içine alıyoruz ve yolculuklarımız başlıyor. Mutlaka izlemenizi isterim. Yunus Emre’mizi “Kayıp Kültür” olarak alıyoruz. Yani oyunda Yunus Emre yok. Kaybettik, öldüğünü sanıp Kün Ana’mızla beraber yana yakıla arıyoruz Yunus’u. Günümüzde Yunus Emre’yi kaç kişi biliyor sizce? Bir düşünün!

İyice sanallaştığımız bu zaman diliminde, özümüzden o kadar koparıldık ki, bu arayış benim için çok ama çok kıymetli. Özellikle gençlerimizi yaşadıkları toprakları ve dünyamızı tanımaya davet ediyoruz. Çok çarpıcı bir ayna tutuyoruz tiyatronun o büyülü sahnesinden. Yazarımız Turgay Nar’ın “Doğum kanı ile ölüm kanı birbirine karıştı.” cümlesi hayal gücümüzü tetkleyerek bize yaklaşık kırkbeş dakika daha, oyunun yazılı kısmı hariç sanatsal üretim yapmamızın önünü açtı. M.S. 1300’lü yıllarda, Orta Asya’da, Türkistan’da yaşamış ve ilk renkli demonları yapmış üstad ressam Mehmet Siyah Kalem ve dünya çapında ünlü Ebru ustası sanatçımız Sayın Garip Ay da yolculuğumuzda bizlere yoldaşlık ediyorlar. Anlaşılan o ki, 1974’de Kıbrıs’ta savaşı yaşamış bir çocuk olarak; yönetmen olarak sanatsal yolculuklarım savaşın ne kadar aşağılık, “BARIŞ”ın da ne kadar kıymetli olduğunu anlatmakla geçecek. Bu Dünyanın yalan olduğunu bilenlerdenim. Tam da bu noktada, Ankara Devlet Konservatuvarı “Tiyatro” bölümü mezunu bir sanatçı olarak; Ankara’ya ve Devlet Tiyatroları’na olan “VEFA” borcumu ödediğime inanıyorum. Huzurluyum...

DİVANE AĞAÇ (Yunus Emre) adlı oyunumuzu 2007’de Unesco’nun ilan ettiği “Dünya Mevlana Yılı”ndan dolayı İ.B.B. Şehir Tiyatrosu’nda meslektaşlarımla sahneye taşımıştık. Yıl 2007 idi, şimdi yıl 2018... Zaman, mekan, kurum, oyuncular, yaratıcı grup, Türkiye ve dünya başka bir noktada. İşte bu nedenlerden dolayı oyun da doğal olarak başka bir noktada. O da gelişti, değişti. Ebru sanatının, “Her şey bir nokta ile başlar.” düşüncesinden yola çıktık, Elif’i, yani “BİR”i takip ettik. İki oyun arasında siyah ve beyaz kadar farklar var dostlar. Bunun da olması gayet doğal. Var olan koşullararımıza göre, dediğim gibi çok ama çok çalışarak, büyük emek vererek, hiç bir mazeretin arkasına saklanmadan sahneye taşıdık oyunu. 2007’deki oyunumuzda Kün Ana’yı oynayan Tomris İncer ve Hacı Bektaş-ı Veli rolünü oynayan Erhan Abir ustalarımız artık bu dünyada değiller, sakladık onları. Gerçekteler, biz ise yalandayız. Hala ego savaşları devam ediyor; insanlar birbirini yemekle, dedikodu yapmakla uğraşıyor... Sözün özü, Bilgi Kitabı gibi olan bu dünya toprağında ölüme inanmayanlardanım. Bedenimizi terk ediyoruz doğru. O da bize emanet zaten... Mevlana’nın dediği gibi “Düğün günü.” tüm sevdiklerimizle kucaklaşacağımıza inanıyorum. 3 ekim 2018 akşamı, Ankara Devlet Tiyatrosu İrfan Şahinbaş Sahnesi’nde Tomris İncer ve Erhan Abir ustalarımızı ellerimiz patlayıncaya kadar, hüzünle ve özlemle ayakta alkışladık. Oyun sürdüğü sürece fuayede anılarına saygıyla mumları yanmaya devam edecek. Eminim, onlar da bizleri 3 ekim 2018 akşamı yalnız bırakmadılar. Bıraktıkları bayrakları oyunda Kün Ana’yı oynayan  meslektaşlarım Aysın Işımer, Hacı Bektaş-ı Veli rolünü oynayan Mehmet Gürkan ve tüm Divane Ağaç (Yunus Emre) ekibi gururla ve onurla taşınmaya devam edecekler. Her ikisini de saygıyla, özlemle ve rahmetle anıyoruz... Yaktıkları Işıklar yollarını hep aydınlatsın...

Ankara’da tıpkı öğrencilik yıllarımda olduğu gibi hep yürüdüm. 1982-1986 yılları arasında sokaklarda bıraktığım ayak izlerimle vedalaştım... Anacığım, babacığım, Semih abim, Halil’imiz ve daha birçok büyüğümüz, arkadaşımız, dostumuz, akrabamız hayatta idi ben öğrenci iken... 32 yıl, dile kolay...  Yaşadığım mahalleye de gittim, Ankara Devlet Konservatuvarı’na da... 32 yıl önce dolaştığım sokaklarda, sınavlara girdiğim Konservatuvar “Tiyatro” bölümündeki sahnede fotoğraflar çektim... Acı gerçek şu ki, ne yazık yakın tarihte Konservatuvar yıkılıyor. Artık duvarlara gizlenmiş anılar kalmayacak, o yüzden onlarla da vedalaştım... Karşılıklı el salladık birbirimize... Mümkün olduğunca bizleri hala yüreklerinde yaşatan dostlarımla, arkadaşlarımla buluştum... Biz provada iken, önce Toron Karacaoğlu ustayı, sonra da Ferdi Merter ustayı sakladık. Toron Karacaoğlu ustayı provalardan dolayı  gidip son yolculuğuna uğurlayamadım. Benim yerimde o da olsa biliyorum provayı tercih ederdi. Ferdi Merter ustayı Ankara’daki Küçük Tiyatro’dan gerçeğe uğurladık… Her ikisini de saygıyla anıyorum… Zaman acımasız, artık göründüğü gibi olmayan insanların sayısı her geçen gün artıyor... Anlayacağınız Ankara’dan uzak kaldığım tam 32 yılı da  gözden geçirme fırsatım oldu... Bir ömür... Yine çok şey öğrendim… Hepsi bende...

Gittiğim gün Ata’mıza, Anıtkabir’e, önderimizin huzuruna çıkmıştım. Döneceğim gün de gittim. Mustafa kemal Atatürk’ümüzle dertleştim... Başöğretmenimizin, silah arkadaşlarının, şehitlerimizin, gazilerimizin bu topraklarda nefes almamız için hayatlarını nasıl gözlerini bile kırpmadan “FEDA” ettiklerini yine, yeniden adeta tanıklık ettim. Yüreğim yine, yeniden sızladı. 1915’te işgal edilen ve 1923’te Cumhuriyetimizin ilan edilişine kadarki zaman dilimi içinde neler yaşadıklarını, yedi düvele karşı nasıl bir var oluş mücadelesi verdiklerini iliklerime kadar tekrar ibretle yaşadım... Sonra döndüm bugüne baktım... Baktım... Baktım... Anıtkabir’de Ankara’ya baktım, Türkiye’mize, dünyamıza baktım.... Baktım... Baktım... Onlara layık olmak için çok ama çok çalışmalıyız... Biz TİYATRO AŞHK (www.tiyatroashk.com)  olarak, her şeye rağmen “Esaretten Özgürlüğe” adlı oyunumuzu oynamaya devam edeceğiz... Sabırla mumlar yakmaya, aydınlatmaya devam...

DİVANE AĞAÇ (Yunus Emre) oynunu sahneye taşımamda bana pozitif enerji gönderen herkese, yazarımız Turgay Nar’a, tüm meslektaşlarıma, yaratıcı gruba, teknik ekibe, aileme, Ankara Devlet Tiyatrosu çalışanlarına, oyun afişimizi  günlerce uyumadan özel olarak yapan Sayın Coşkun Sami’ye ve beni hem İ.B.B. Şehir Tiyatrosu’nda, hem Tiyatro AŞHK’ta, hem de Ankara’da hiç yalnız bırakmayan oyunumuzun dekor tasarımcısı yoldaşım Ayhan Doğan kardeşime çok teşekkür ederim. Oyun artık hepinizin, hepimizin...

Oyunu başta annelerim Mukaddes ve İnci olamak üzere; Alara’mın annesi, can yoldaşım, sevgilim Şenay’ıma, tüm annelerimize ve içinde anne sevgisini taşıyan herkese ithaf ediyorum...

İşte böyle dostlar. Bana “Nasıl gidiyor?” diye sorduklarında artık “Deliye her gün bayram.” diyorum.

“BİLMEYEN NE BİLSİN BİZİ, BİLENLERE SELAM OLSUN.” Yunus Emre

Umutta kalın...

ANKARA DEVLET TİYATROSU, DİVANE AĞAÇ (Yunus Emre)

OYUNUN KONUSU: Anadolu’da kanlı Moğol istilası sürmektedir. Kün Ana, Yunus’u doğurduktan sonra; “Albastı”ya girer. Gördüğü sanrılar, hayaller, rüyalar içinde başka bir zaman dilimine geçer ve Yunus Emre’nin kaybolan mezarını aramaya başlar. Önce Yunus Emre’nin asası olan Divâne Ağaç’la karşılaşır. Yunus onun köklerinin altında yatmaktadır. Divâne Ağaç, Attar’ın kuşlarıyla olan hikâyesini anlatır. Kün Ana, Divane Ağaç’ın yardımı ile ağacın altına, köklerine iner. Orada Hacı Bektaş-ı Veli, dervişler ve yıllardır köklerde yaşayan Issızlığın Yılanı’yla karşılaşır. Onların anlattığı Hallac-ı Mansur, Ceylan ve Mecnun, Fırat ile Dicle’nin hikâyeleri ile Yunus’un izini sürer… Issızlığın Yılanı’nı emzirirken yılan tarafından ısırılınca rüyadan kurtulup gerçek zamana dönmek için yolculuğu başlar. Kün Ana‘yı gerçek zamanda hiç tahmin edemeyeceği bir sürpriz beklemektedir.


DEKOR TASARIMI: AYHAN DOĞAN
KOSTÜM TASARIMI: FUNDA KARASAÇ
IŞIK TASARIMI: ZEYNEL IŞIK
MÜZİK: NEDİM YILDIZ
KOREOGRAFİ: BURÇAK IŞIMER
EBRU SANATI UYGULAYICISI: GARİP AY
YÖNETMEN YARDIMCISI: CENGİZ UZUN
MAKYAJ TASARIMI VE UYGULAMASI: YEŞİM ARSOY BALTACIOĞLU
ASİSTAN: GÖKHAN KUTUM
SAHNE AMİRİ: DİLEK ÇOLAK BİDAK
KONDÜVİT: SERKAN SAKIZLI, H. ALP DUMAN,
SAFA YETİŞEN
IŞIK KUMANDA: KENAN ERGİN
SUFLÖZ: ESİN EBERLİKÖSE
DEKOR SORUMLUSU: MAHMUT ŞANLI
AKSESUAR SORUMLUSU: FATİH DİNER
KADIN TERZİ: MİHRİ TAŞDELEN
ERKEK TERZİ: CELAL DURSUN
PERUKACI: AYTEKİN KANTAROĞLU

OYUNCULAR:
AYSIN IŞIMER, MEHMET GÜRKAN, CENGİZ UZUN, ÖZDEN GÖKÖZ, HIDIR ÖZKAN GÜLTEKİN, YAĞMUR UZUN DEMİRCİ, SİBEL GÜNDAY, AYKUT ZÜNGÜR, BERKAN GÖRGÜN, BAŞAK GÜLENÇ GÖKALP, ONUR KOCABAŞ, İLYAS ZEKİ KARACA, NUR CEYLAN ÖZEN, ÖVGÜ ÖZGÜRCE, VOLKAN AKÜN, TUĞÇE SONCU…

SİNEVİZYON SORUMLUSU: ERDEM TAŞDELEN
YUNUS EMRE SES: HÜSEYİN KÖROĞLU

     Hüseyin Köroğlu

11 Ekim 2018 Perşembe

   İstanbul- Türkiye

11/10/2018 18:51
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: Merhaba dostlar...     Hüseyin Köroğlu, haber, kıbrıs,
MANŞETLER

HK KIBRIS

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.