Mete Feridun'dan Üniversite sektörü için önemli uyarı

ads ads ads ads
25/05/2020

ads
Mete Feridun'dan Üniversite sektörü için önemli uyarı

Prof. Dr. Mete Feridun COVID-19 krizinin üniversite sektörümüz açısından gerekli olan reformların gerçekleştirilmesi için büyük bir fırsat olduğunu söyleyerek, gerekli iradenin ortaya konarak belki de “son şans” olarak nitelenebilecek bu fırsatın mutlaka değerlendirilerek üniversitelerimizin kalitesinin yükseltilmesi gerektiğini söyledi.

Feridun’un yazısı şöyle:.

COVID-19 krizinin üniversite sektörümüzün geleceğini ciddi şekilde tehdit etmekte olduğu hepimizin malumudur. Mevcut yükseköğretim modelimizin uzun vadede sürdürülebilir olmadığı artık net bir şekilde görülmektedir.

Bu krize olumlu tarafından bakacak olursak, bu durumun aslında üniversite sektörümüz açısından bir takım reformların gerçekleştirilmesi için büyük bir fırsat olduğunu söylemek mümkündür. Gerekli iradenin ortaya konarak belki de son şans olan bu fırsatı mutlak surette değerlendirerek sektördeki kaliteyi her açıdan yükseltmemiz gerekmektedir.

Üniversitelerimizin geleceğini uzun vadede güvence altına alacak tek yol sektördeki kaliteyi yükseltmekten geçmektedir.

Birleşik Krallık Yüksek Eğitim Akademisi üyesi (Fellow of Higher Education Academy - “FHEA”) ve yüksek eğitim konusunda lisansüstü “PG Cert” (Postgraduate Certificate in Higher Education) sertifikasyon sahibi bir akademisyen olarak, ve daha önce Oxford, Cambridge, LSE ve King’s College London gibi üniversitelerde misafir akademisyen olarak görev almış biri olarak, bu konudaki kişisel önerilerimi aşağıda kısaca özetlerken, yazımın sonunda paylaşmış olduğum, bütün dünyada itibar sahibi olan Prof. Dr. Celal Şengör ve Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya ait bazı önemli değerlendirmelerin de dikkate alınmasını şiddetle tavsiye ederim.

Ülkemizdeki üniversiteler adına en gerekli gördüğüm ve mümkün olan en kısa sürede gerçekleştirilmeye başlanmasını önerdiğim reformlar özet olarak şunlardır:

1- Mezun edilen öğrenci sayısını, ülkedeki toplam yabancı öğrenci sayısını ve ülkedeki üniversite sayısını bir başarı ve prestij kriteri olarak değil, kalite açısından şüphe ile yaklaşılması ve sorgulanması gereken bir durum olarak görmeliyiz. Üniversiteleri mümkün olan en yüksek sayıda öğrenciyi kolaylıkla kabul ederek lisanstan doktoraya kadar çeşitli dereceler vererek seri bir şekilde mezun üreten kurumlar olarak görmemeliyiz. Eğitim sektörünün başarısını diğer sektörlerde olduğu gibi bir takım rakamsal göstergeler kullanarak değerlendiremeyeceğimizi anlamalıyız.  

2- Seçici olmaksızın ülkeye dünyanın geri kalmış ülkelerinden öğrenci getirmeye bir son vermeliyiz. Ülkemizden daha geri durumda olan ülkelerden gelen öğrencilerin sayısını kısıtlı tutmalı, bu öğrencilerin üniversitelerimizdeki eğitim kalitesine katkısının ne olacağını kapsamlı bir şekilde değerlendirmeliyiz. Gelen yabancı öğrencilerin sadece üniversitelerimize değil, aynı zamanda toplumumuza da sosyal ve kültürel açıdan nasıl bir katkı sağlayabileceklerini belirli kriterler çerçevesinde çok sıkı bir şekilde incelemeli, ülkemize katkı sağlamayacak olan öğrencileri üniversitelerimize kabul etmemeliyiz.

3- Öğrenci sayısı konusunda toplam yabancı öğrenci sayısını yükseltmeye değil, kaliteli öğrenci çekmeye önem vermeliyiz. Kısa vadede gelişmiş ülkelerden öğrenci çekemesek de en azından saygın üniversitelerle kısa süreli öğrenci değişim programları gerçekleştirmeli, yabancı öğrenci profilimizi gerek toplumumuza, gerekse üniversitelerimize yakışacak düzeye çekmeliyiz.

4- Bütün eğitimlerini KKTC’de tamamlamış olan, mezun oldukları KKTC üniversiteleri dışında hiçbir yurt dışı üniversite ortamında bulunma imkanına sahip olmamış olan akademisyenlerimizi ülke dışındaki saygın üniversitelerde kısa bir süre dahi olsa akademik çalışmalar ve eğitim faaliyetleri yürütmeleri için teşvik etmeliyiz. Kendi imkanlarıyla böyle bir fırsat yaratamayan akademisyenlerimizi burs programları ile desteklemeli ve bu olanaktan faydalanmaları için teşvik etmeliyiz.

5- Ülkemizdeki üniversitelerde doktora eğitimi gören öğrencileri maddi olarak destekleyerek zorunlu olarak belli bir süre yurt dışındaki saygın üniversitelerde tam burslu olarak akademik araştırma yapmalarını sağlamalıyız. Bu uygulama, doktora programlarından mezun olmadan önce mutlak surette gerçekleştirilmiş olması gereken bir kriter olmalıdır.

6- Doktora tez danışmanları arasında yerli öğretim üyelerinin yanı sıra, mutlaka yurt dışındaki saygın üniversitelerden tez danışmanlarının da bulunmasını sağlamalı, ülkemiz dışındaki akademisyenlerin uzmanlıklarından azami düzeyde istifade etmeliyiz. Bunun için yurt dışındaki saygın üniversitelerde görev yapan KKTC vatandaşı akademisyenleri tespit ederek ülkelerine katkı sağlamalarına uygun olanaklar yaratmalıyız.

7- Ülkemizin özel koşullarını gerçekçi bir şekilde dikkate alarak, örneğin uluslararası ilişkileri sınırlı olan bir ülkede uluslararası ilişkiler eğitimi, borsası veya kendi parası olmayan bir ülkede finans eğitimi verirken, en azından ilgili akademisyenlerin ve doktora öğrencilerinin bu tip alanlarda yurt dışındaki saygın üniversiteler veya ilgili kurumlarda kısa bir süre dahi olsa deneyim kazanmalarını sağlamalıyız.

8- Üniversiteler olarak ülkemize hiçbir faydası olmayan, ülkemizle yakından uzaktan ilgisi olmayan konulardaki akademik çalışmaları, yüksek lisans ve doktora tezlerini değil, sadece ülkemizin ve toplumumuz faydasına olacak çalışmaları maddi olarak desteklemeli ve sadece bu bilimsel yayınları yayın ödülleriyle teşvik etmeliyiz. Ülkemize ve toplumumuza herhangi bir şekilde faydası olmayacak çalışmaların üniversitelerimiz açısından zaman, iş gücü ve maddi açılardan israf olduğunu ve ülkemiz gibi kaynakları kısıtlı olan bir ülkenin imkanlarının boşa harcanması anlamına geldiğini anlamalıyız.

9- Akademisyenlerimizin performanslarını değerlendirirken yayımlamış oldukları SSCI, SCI ve AHCI makale sayılarını değil, sadece çok sınırlı sayıdaki dünyanın en saygın bilimsel dergilerdeki çalışmaları ve bu çalışmalara verilen atıf sayılarını dikkate almalı ve akademik yükseltme ve atama kriteri olarak sadece bu yayınları ve onlara yapılan atıf sayılarını (“h-index”) kabul etmeliyiz.

10- Bilimsel çalışmaları teşvik ederken bilimsel araştırma yapmayan akademisyenlerimizin ise kendilerini eğitim etkinliği konusunda geliştirmelerini teşvik etmeli ve onlara uygun akademik yükseltme kriterleri geliştirmeliyiz. Mevcut akademik yükseltme kriterlerinin söz konusu akademisyenlerimizi kaçınılmaz olarak düşük kaliteli bilimsel yayın yapmaya zorladığını ve sonuç olarak ülkemizdeki ortalama bilim kalitesini düşürdüğünü anlamalıyız.

11- Yayın teşvik ödüllerinin üniversitelerimizde artık ikinci bir gelir kaynağı olarak görülmesine son vermeli, sadece ve sadece amacı gerçek anlamda bilime katlı yapmak olan ve çok sınırlı sayıdaki dünyadaki en saygın akademik dergilerde yayımlanan makaleleri maddi anlamda ödüllendirmeliyiz. Bu tip dergilerde yayımlanabilecek düzeydeki bilimsel çalışmaları teşvik ederken, akademisyenlerimizin yayın sayısının değil bilimsel araştırmanın kalitesinin önemli olduğunu anlamalarını sağlamalıyız.

12- SCI, SSCI ve AHCI’nın dünyada en az 10 yılı aşkın bir süredir artık bir bilimsel kalite göstergesi olmadığını, bu anlayışın ülkemizde birçok üniversitede yayın teşvik ödülü almak, doktora derecesi elde etmek ve/veya akademik yükseltme için kullanılan bir mekanizmaya dönüşmüş olduğunu anlamalıyız. Akademik çalışmaların herhangi bir maddi beklenti karşılığında gerçekleştirilmesini tamamen ortadan kaldıracak her türlü tedbiri almalıyız.

13- Doktora jürilerinde KKTC’deki üniversitelerdeki akademisyenlerimizin yanı sıra belli bir sayıda yurt dışındaki en üst düzeydeki kurumlardan akademisyenleri görevlendirmeli, onların görüşlerini dikkate alarak doktora tezlerini küresel standartlara yükseltmeliyiz. Doktora tezlerinde SCI, SSCI ve AHCI yayın yapma kriterinin bilimsel kalite anlamında kesinlikle hiçbir anlam ifade etmediğini anlamalı, jüri üyelerini yanlış yönlendirebilecek ve doktora öğrencilerinde gerçek dışı beklentiler yaratabilecek bu kriterin kullanımına derhal son vermeliyiz.

14- Yurt dışındaki saygın üniversitelerdeki KKTC vatandaşı akademisyenlerin yanı sıra, doktora öğrencilerini ve yurt dışında çeşitli sektörlerde önemli mevkilerde görev yapan vatandaşlarımızı tespit ederek onların bilgi, tecrübe ve uzmanlıklarından eğitim programları, seminerler ve konferanslar aracılığıyla aktif bir şekilde faydalanmalı ve onlar sayesinde dünyadaki en güncel gelişmeleri yakından takip etmeye çalışmalıyız.

15- Her üniversitenin, tercihen bölüm başkanlarının, ancak bu olmasa dahi en azından asgari bir zorunluluk olarak fakülte dekanlarının uluslararası akademik çevrelerde ismi duyulmuş, küresel düzeyde saygınlığı olan, belirli kriterleri yerine getirmiş olan akademisyenlerden oluşmasını sağlamalıyız. Söz konusu akademisyenlerin, gerekirse ülkemizde birden fazla üniversitede aynı anda ders vermelerini mümkün hale getirerek onların bilgi ve tecrübelerinden olabildiğince istifade etmeye çalışmalıyız. Eğitim kadrosu kalitesini yükseltmenin en düşük maliyetli ve kestirme yolunun bu olduğunu anlamalıyız.

16- Her bölümde asgari bir oranda, dünyanın en saygın üniversitelerinde görev almış olan akademisyenlerin bulunmasının bir zorunluluk olmasını sağlamalıyız. Bu akademisyenlerin belli akademik kriterlere sahip olmasını bir ön koşul olarak belirlemeli ve üniversitelerimizde ilgili fakültelerin uluslararası profilini yükseltecek düzeyde küresel itibara sahip yabancı akademisyenlerin görev almasını teşvik etmeliyiz.

17- Her yüksek lisans ve doktora derecesi sahibi kişinin mutlaka üniversite düzeyinde eğitim verebilecek yetenek ve eğitime sahip olmayabileceğini anlamalı ve bütün akademisyenlerin üniversitelerde görev almadan önce bir ön koşul olarak pedagojik eğitimden geçmelerini sağlamalıyız. Bununla da yetinmeyip, akademisyenlerimizin çağdaş eğitim metotları konusunda kendilerini güncel tutmalarını sağlamak için her sene düzenli olarak katılımı zorunlu olan seminerler düzenlemeliyiz.

18- Üniversitelerde verilen bütün derslerdeki sınavlara ve yürütülen projelere ilişkin belli sayıda seçilmiş örneklerin her yıl sonunda o üniversite dışından uzman akademisyenler tarafından, objektif bir şekilde gözden geçirilmesini sağlamalıyız. Ayrıca, sınav ve proje notlamalarının ve derecelendirmelerinin her üniversitede mukayese edilebilir düzeyde olduğunun, adil ve tutarlı bir şekilde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin her sene sonunda  farklı üniversitelerdeki akademisyenler tarafından objektif bir şekilde denetlenmesini (“moderation”) sağlamalıyız.

Bunlar kişisel olarak benim ilk aklıma gelen en temel öneriler olup, mutlaka diğer akademisyen arkadaşların da farklı önerileri olacaktır. Bu fikirlerin bir araya getirilerek uygulamaya sokulması üniversitelerimizin kalitesini yükseltmek açısından büyük önem taşımaktadır.

Son olarak her akademisyenin, dünyaca bilinen iki saygın bilim adamı olan Prof. Dr. Celal Şengör ve Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın 18 Haziran 2018 tarihinde Habertürk kanalında katılmış oldukları Teke Tek özel programını ("Dünyada eğitim ne düzeyde?") izlemelerini ve KKTC üniversite sektörünü bu iki değerli akademisyenin görüşlerini dikkate alarak değerlendirmelerini şiddetle tavsiye ederim.

Söz konusun programa buradan ulaşılabilir:

https://www.mete-feridun.com/teketek08042018.html

Yaklaşık 3 saatlik bir program olduğundan izlemeyecek olanlar için önemli noktaları aşağıda özetliyorum.

Prof. Dr. Celal Şengör ve Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın bu yorumları Türkiye’deki üniversiteleri kapsadığından, bu yorumları okurken ülkemizdeki üniversitelerin Türkiye’deki ODTÜ, Boğaziçi, Koç, Sabancı, Bilkent gibi belli başlı üniversitelere göre ne durumda olduğunun da objektif bir şekilde göz önünde bulundurulmasını ve bizim için de geçerli olan bazı mesajların dikkate alınmasını öneririm.

Söz konusu programda Prof. Dr. Celal Şengör şöyle demektedir:

“Bizim maksadımız üniversiteye mümkün olduğu kadar çok öğrenci sokmak değil, hak edeni sokmak, kaliteli olanı sokmaktır”. Prof. Dr. Celal Şengör, öğrenciler konusunda seçici olunması gerektiğini “bizim derdimiz üniversiteye öğrenci doldurmak değil” diyerek ifade etmektedir.

Prof. Dr. Celal Şengör ayrıca üniversitelere çok sayıda öğrenci kabul edilerek eğitim verildiğini iddia etmenin öğrencilere ve halka “yalan söylemek” anlamına geldiğini vurgulamıştır.

Prof. Dr. İlber Ortaylı ise Türkiye’de tarihsel süreç içerisinde peşi sıra çok sayıda üniversitenin kurulmasının eğitimde kalitenin düşmesine yol açmış olduğunu söyleyerek Türkiye’deki üniversitelerin en büyük sorununun “kaliteyi tutturamamak” olduğunu vurgulamaktadır.

Prof. Dr.Ortaylı bu sistemde yetişen öğrencileri “naylon eğitim gören kitleler” şeklinde niteleyerek bu mezunlardan ülkeye bir fayda gelmeyeceğine dikkat çekmektedir.

Prof. Dr. Celal Şengör, Türkiye’de ne öğrencilerin ne de ailelerin kaliteli bir eğitimin önemini kavramamış olduğunu öne sürerek ailelerin de “eğitimsiz” olduğunu ve çocuklarını üniversiteye gönderirken tek beklentilerinin çocuklarının sadece “bir diploma sahibi olması” olduğundan şikayet etmektedir.

Prof. Dr. Celal Şengör, Türkiye’de öğrencilerin girmek için yarıştıkları üniversitelerin aslında “üniversite olmadıkları” ve aslında Türkiye’de evrensel anlamda “bir tane dahi” üniversite kalmamış olduğunu ve hiç olmazsa bir tane olsun “gerçek bir üniversite” kurulması gerektiğini vurgulamıştır. Prof. Dr. Celal Şengör bireysel olarak çok önemli bilim adamları olabildiğini ama bunun kurumların bilim üretme açısından kalitelerinin yüksek olduğu anlamına gelmediğini söylemiştir

Prof. Dr. Celal Şengör, Türkiye’de üniversite eğitiminin kalitesinin düşmesinin bütün şehirlere üniversite kurulmaya başlanmasıyla hızlandığını söyleyerek bu konuda burada yazmak istemediğim şekilde çok ağır ifadeler kullanmıştır. Prof. Dr. İlber Ortaylı da her şehire bir üniversite kurulmasını aynı şekilde çok ağır ifadeler kullanarak eleştirmiş ve bunun aynı zamanda bir “yalancılık” olduğunu vurgulamıştır.

Prof. Dr. Celal Şengör, üniversitelerdeki öğretim üyesi kadrolarını ise bir “felaket” olarak niteleyerek, Profesör kadrolardaki profesörlerin “bilgi değil, kadro profesörü” olduğuna katıldığını açıklamıştır. Prof. Dr. Celal Şengör, “bilim öğretecek” olan akademisyenlerin gerekli “bilim kültürünü” almamış olduğunu vurgulamıştır.

Prof. Dr. Celal Şengör bu konuda yapılabilecek reformlara ilişkin olarak geçmişten bir örnek vererek, gelmiş geçmiş en önemli Türk akademisyenlerden biri olan Ordinaryüs Prof. Dr. Mehmed Fuad Köprülü’nün 1940’lı yıllarda üniversitelerdeki kürsülerin başına “uluslararası itibara sahip öğretim üyelerinin getirilmesi gerektiğini, söz konusu akademisyenlerin yurt içinde bulunmaması halinde mutlak surette yurt dışından getirilmesi gerektiğini tavsiye etmiş olduğunu hatırlatmıştır.

Prof. Dr. Celal Şengör, Profesörlüğe atanma kriteri olarak adayın uluslararası saygınlığı olan belli başlı dergilerde “en az 100 tane uluslararası atıf almış olmasını” asgari bir koşul olması gerektiğini ve Türkiye’de çok sayıda rektörün uluslararası atıf almak bir yana, bir tane dahi yayınları olmadığını vurgulayarak durumun vahametini “Türkiye’de üniversiteye gitmek dört sene vakit kaybıdır” diyerek ortaya koymuştur.

Görüleceği gibi, akademik itibarları ve otoriteleri sadece Türkiye’de değil aynı zamanda da bütün dünyada kabul görmüş bu iki tarafsız bilim adamı, kısa süre önce Türkiye’deki üniversiteler hakkında bu önemli saptamalarda bulunmuştur. Dolayısıyla, bizim de bu yorumlardan KKTC üniversite sektörü açısından payımıza düşen mesajları almamız ve gerekli reformları gerçekleştirmemiz gerekmektedir.

COVID-19 krizi üniversite sektörümüzü daha kaliteli bir düzeye yükseltmek ve üniversitelerimizin geleceğini güvence altına almak adına son şansımız olabilir. Bu fırsatı iyi değerlendirmeliyiz.

25/05/2020 19:06
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: Prof. Dr. Mete Feridun, COVID-19 krizi, üniversite sektörü
MANŞETLER

HK KIBRIS

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.