Pazar Sohbetimdir (Geçmişteki “O Bir Yıl!)

ads ads ads ads
05/11/2017

ads

Eşref Çetinel Eşref Çetinel


Hocaya sormuşlar: “ay eskiyince ne yaparlar?”  “Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar” demiş!

Ya insan eskiyince? Bir “kırpanı” olmaz ama “yıprandıkça” eskiyip değişen  sıradan bir elbise yahut eşya gibi düşer değerinden!  Sonra çoğu azı ile kalp sızısı girer hayatına! Belki prostat! Romatizma olur, gözleri kulakları zayıflar! Unutkanlık musallat olur, uyukusuzlukla geçer akşamların karanlıkları! En iyi dostu olur doktoru,  ilaçlarıyla birlikte…

HASILI kelam “i rezilliktir” yaşlılık, iyiliğinden çok derdi inler derdi dinler… Ama kopmaz hayattan, eskileri hikâye eder yeni nesile, torunlarına, eşe dosta.. Anlatırken de yan gözle bakar dinleyenlerine! “Ben neymişim anladınız mı” dercesine!

HADİ ANLATALIM ÖYLEYSE: Yıl 1963. Noel’in  kana dönüştüğü yıl! Türk insanının göçlerle savrulduğu, yollardan bellerden alınarak öldürüldüğü yıl…

İşte öylesi bir yılda ilk adımımı attım gazeteciliğe.. (Tabi biz hiç alaylısı olmadık, mürekkep kokuları solumadık, harfleri dizmedik,  boynumuza asılı fotoğraf makinesi taşımadık..  Buna karşın ama “haberci de olduk röportaj da yaptık, köşeciliği hiç aksatmadan..)                                                        

İLK  gazetecilik deneyimime “Mağusa Haberler Merkezi”nde  1963’de rahmetlik İsmet Kotak’la  başladımdı.. Hatta  “Karga” adlı bir siyasi mizah dergisini çıkarıp olay yaratmamız  da cabası olduydu..

Sonra Kotak’la Çelebioğlu’nun çıkardığı “Zafer” gazetesinde yazmaya başladımdı..  Ve ardından 1967’ler’de Bozkurt gazetesine geçişim…

       BUNLAR hayatımızın olağan sürecinde bir döneminin belki artık  önemli olmayan anektotları! Fakattt!  Bir köşe yazısının hangi yolları kat ederek Mağusa ilçesine bağlı eski adı Livatya şimdilerde Sazlıköy’den Lefkoşa’daki Bozkurt gazetesine ulaşması tam bir serüvendi!  Anlatayım:                              

Sazlıköy’de öğretmendim. Tek odada altı sınıf! Ders programları bu tip köy okulları için özel  olarak hazırlanırdı.. Öğretmen evi dedikleri kerpiçten bir evde kalıyorum ki ne elektrik var ne su! Akşamları da mertekli ve kamışlı toprak tavanından yatağıma kırkayaklar düşmekte!.

       “BOZKURT GAZETESİ!”  Bu gazeteye bir rastlantı sonucu henüz yeni başlamıştım “Düşünceler” logolu  köşemde yazmaya… Rahmetlik Cemal Togan’a ki tanıdığım en efendi hoşsohbet insanlardan biriydi, İsmet kotak aracılığıyla bir yazımı gönderdiydim, beğendi, “haftada üç gün yazar mısın” dedi Bozkurt’ta. 

3 Kıbrıs lirası da ayda. “Yazmaz mıyım” dedim. Bırakın haftada üç günü, bir hafta on gün olsa ben her gün yazarım yine… (Yazması kolay da yazı nasıl gidecekti  Lefkoşa’ya ve de Bozkurt’un matbaasına?           

İŞTE benim  köşe yazımın  “serüveni” öyle başladı. (Mağusa’da iken sabah Mağusa Koop. Bankasında müdür olan Kotak’a gider, biraz çene çaldıktan sonra  yazımı verirdim.  O da kendi köşe yazısı ile birlikte benim yazımı o yıllarda yeni kurulan İtimat Taksi Yazıhanesine  verirdi..  İtimat’ın Lefkoşa’daki yazıhanesi Bozkurt gazetesinin hemen yanındaydı dolayısıyla gönderilen yazılarım anında yerine ulaşırdı..

(Şunu da anlatayım. Bugünün kuşağı bilmez.. O yıllarda mesela ben “İmperial” sonraları “Alpina” marka daktilomda makalemi yazar (makale derdik) sonra da yanlış kelimeleri yahut düşük cümleleri tibeksle siler, mürekkepli kalemle üzerlerine doğrusunu yazardık. Bazen o kadar yanlış yazardık ki sonradan “tashih” yani  düzeltmeyi yaparken iki sayfalık “yazı” siyah beyaz renklere dönüşürdü baştan aşağıya!)

Sazlıköy’e Öğretmen olarak tayin edildiğimde iş başa düştüydü ama! Ya vaz geçecektim yazmaktan yahut bir yolunu bulacaktım. Ve buldum:

       Akşamüzeri paydosta okuldan çıktım mıydı hemen elli metre ötedeki rahmetlik Ahmet   Atamsoy’un babası Yusuf dayının  kahvehanesine giderdim. Okuldan bir “rahle” yani öğrenci masası  getirmiş kahvehanenin   bir köşesine yerleştirmiştim. Üzerine daktilom, bazı kitaplarım, Mağusa’dan köy otobüsü ile  akşamüzeri gelen gazetelerim vardı. O gazeteleri şöyle bir karıştırır, daktiloya taktığım kağıda iki üç parmağımla vura vura öyle ses dalgaları kopartırdım ki hemen yakındaki mezarlıkta yatan  ölüleri diriltircesine!                                                              

“Yazımı”  yazmaya başladım mı top atsalar duymaz, hiçbir daktio sesinden öte sesi işitmezdim.    Ne var ki   akşam üzerleri açılan kahveye yavaş yavaş gelmeye başlayan köylüler, beni rahatsız etmesinler, dikkatimi dağıtmasınlar diye sessizce yerlerine oturur hiç konuşmadan hatta “keyfe bakın” dememe  konuşmak için yazımın bitmesini beklerlerdi..

Ve en geç bir saatte yazımı bitirir en çok iki, bazen bir buçuk sayfalık, genellikle konuları  Rum tarafına ve Makarios’a çatmak üzerine  yazdığım  yorumlarımı tamamlardım…

       Serüven bitmezdi ama:  Yazıyı düzeltir, Mehmet Emin dayı dediğim köyümüzün rahmetlik şoförüne  verirdim zarfın içinde. Ve yine başlardı yazımın yolculuğu. Ertesi sabah benim yazıyla birlikte ötobüs (otomobil derdik) Mağusa’ya giderdi. Şoför zarfı İsmet Kotak’a götürür verir, Kotak da kendi yazısıyla birlikte İtimat Taksi yazıhanesi verirdi. Tabi  İtimat da  Lefkoşa’ya götürür ve bizim yazı oradaki yazıhaneden hemen bir iki dükkân ötedeki Bozkurt’ ulaşırdı…

       (Unutmadan yazayım, bizim gazeteden aldığımız 3 Kıbrıs lirasını da  5 yaptılardı. O dönemlerde fukara bütçeme doğrusu iyi katkısı oluyordu.)

BU Yazı serüveni ile  seyrüseferi,  bir ders yılı sürdüydü..                                                     

Tabi biliyorum. Hoca’nın eskimiş ay’ı gibi kırpılıp yıldızlar yapılacak önemde bir hatıra değildir elbet! Buna karşın o geçmişteki tek kareyi ne zaman  hatırlasam büyük bir mutluluk duyuyorum. Oysa o yıllar Kıbrıs Türk halkının “karanlık yıllarıydı.” Benim ise geleceğe taze ve yeni heyecanlarla koştuğum yıldı ama… O heyecan da zannedersem  Başarmak, yararlı olmak, galiba biraz da takdir ve iltifat görmekle kaimdi. Çünkü o yıllarda bir Bozkurt vardı bir de Halkın sesi. Köşe yazarı da bir ben vardım, nefis yazılarıyla Çelebioğlu ile Tolgay, rahmetli olmuşlardan Bilbay Eminoğlu, Alper falan. Halkın Sesi’nde de Akay Cemal.. Dahaları vardı da hatırlayamıyorum galiba çok   sohbetlerine doyamadığım, rahmetlik Özer Hatay.                                                                                

Tabi sadece 1967  yılının  daracık zaman  kesitinden söz ediyorum. Unuttuğum, çok şeyler olabilir daha. Çünkü biz eskidikçe şarabın iyisi olamıyoruz işte! Aksine ekşiyoruz!      Ne derlerdi eski insanlarımız   misafirlikten ayrılırlarken? Hadi Allaha emanet olun…

05/11/2017 12:20
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: eşref çetinel
MANŞETLER

HK Eşref Çetinel

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.