Sığar mı Kıbrıs birkaç bavula?
07/01/2025











Ali Baturay
Çocuk sahibi olmak dünyanın en güzel olayıdır, anlatılmaz muhteşem bir duygudur…
Henüz evladınız anne karnındayken, onunla ilgili planlar yaparsınız, geleceğine dair hayaller kurarsınız.
Doğar doğmaz hemşire onu kollarınıza verdiğinde vücudunuzu tarifi zor, titreme değil ama ona benzer bir hal kaplar, tuhaf olursunuz…
Kuşkusuz o an hiç aklınıza gelmez, evladınızın eğitim almak için gönderdiğiniz uzak memleketlerden geri dönmek istemeyeceği…
“Bir avuç bebecik büyüyecek de gurbet ellerde kalacak” diye hayal etmezsiniz…
Çocuğum yokken, bazı yakınlarımın, arkadaşlarımın bu yöndeki hüzünlü hikayeleri masal gibi gelirdi bana…
Masal dedimse inanmadığımdan ya da göç olayını göremediğimden değil, demek istediğim, insanın başına gelince daha iyi anlayabiliyor.
Sanki bizim için böyle bir tehlike yokmuş gibi davranıyorduk ama geldi ve bizi de buldu.
Aslında evlatlarımız üniversite yaşına geldiğinde başkalarının hüzünlü yaşanmış öykülerini anımsadık ve endişe ettik, o nedenle onlara ya ülkemizdeki bir üniversitede ya da Türkiye’de eğitim alma teklifi yaptık ama ikna edemedik.
Onlar Avrupa üniversitelerinden birinde eğitim almakta ısrar etti.
Oralarda iyi eğitim alıp, kendi ayakları üzerinde durmayı pratik yaparak deneyimleyebileceklerini biliyorduk, bu imkanlara sahip olmaktan daha güzel ne olabilirdi ama o korku işte… O korku sizi belki ilkel ve normalde sizin de sevmediğiniz geleneksel düşüncelere itiyordu… “Geri dönmeyecekleri” korkusu içimizi kemiriyordu…
Aklımıza gelen başımıza da geldi, evladımız ülkeye dönememe kararı.
Evet “Nerede mutluysa orada kalsın” der diliniz ama kalbiniz başka bir şey söyler, insan evladını yanında ya da yakınında ister…
Köyde yaşayan bazı ailelerin, evlatlarını Lefkoşa’ya, Mağusa’ya göndermediğini biliyorum, kendinden uzak olmasın diye ona köyde konut inşa ettiklerine tanık oldum.
Öyle bir kültürün içinden çıktım, kendim de köyde değil de Lefkoşa’da yaşamaya karar verdiğimde, birçok kişi beni köyde kalmak için ikna etmeye çalışmıştı…
Şimdi ise halimize bakın, köy kent ne ki? Evlâtlarımız ve bu memleketin birçok evladı, çok uzak ülkelerde yaşamayı tercih ediyor…
Birçok arkadaşımla aynı derdi paylaşıyorum, bazıları “Kal da diyemiyorum, gel diye baskı yapamıyorum, çünkü ülkenin hali bunu dedirtmiyor bana” diyor.
Evladına “Kal bu ülkede” diyememek ne kötü. Ona iyilik mi yapıyorsun kötülük mü karar veremiyorsun, ikilemlere düşüyorsun.
“Kal, gitme” dediğinde evladının sana saydığı olumsuz gerekçeler karşısında bir şey diyemiyorsun, kafanı öne eğiyorsun…
“Göç” kimlerine kişisel bir mesele gibi görünse de yalnızca kişisel değil, toplumsal bir sorundur.
Bu ülke yıllarca zaten çok göç verdi, yurt dışında yaşayan Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’ta yaşayanlardan kat kat fazladır.
Halen göçün devam etmesi, hatta artması, üniversite eğitimi alan gençlerin ülkeye dönmemesi, buradakilerin göç etmenin yollarını araması ciddi bir problemdir.
Ülkedeki sorunlar, sistemsizlik, belirsizlik, kaos ortamı neden oluyor buna… Bu ülkede her şey kötüye gidiyor, kimse gelecek göremiyor, gelecek planı yapamıyor… Gelecek flu, sisli, hatta karanlık…
Ülke çok kalabalık oldu, sürekli nüfus artıyor ama ne acı ki kendi insanımız azalıyor.
Bu çirkin düzeni yaratanlar hayatından memnun, yarattıkları düzen kendi evlatlarını yiyor ama farkında bile değiller.
Havaalanları arasında mekik dokuyoruz, Larnaka Havaalanı, Baf Havaalanı, bazen de Ercan Havaalanı… Evlatlarımızı turist gibi karşılıyor seviniyor, uğurluyor üzülüyoruz… Göğsümüz kabarıyor, patlayacak gibi oluyor, sonra da hasretlik bir boşluk yaratıyor içimizde…
Evlatlarımızı uğurlarken tuhaf bir duyguyla, bavullarına Kıbrıs’a dair her şeyi koymak istiyoruz orada hasretlik çekmesin diye… Sığar mı koca Kıbrıs birkaç bavula ama biz sığdırmak istiyoruz.
“Sokaklarımızda ne kadar yabancı insan var böyle?” diye hayıflanır ve şikâyet ederken, “Acaba evlatlarımız gurbet ellerdeki sokaklarda dolaşırken onlar için de benzer şeyler mi söyleniyor?” diye düşünüyor ve ülkedeki yabancılardan şikâyet ettiğimiz için suçluluk duygusuna kapılıyoruz. Yine bir ikilem, yine bir çelişki duygusu; tuhaf ama gerçek bu…
Göç, işlerin iyi gitmediği bu ülkeyi daha da bitiriyor… Gerçekleri görebilen bazı büyüklerimiz, babalarımız, dedelerimiz, “Biz var oluş mücadelesini bu kötü günleri görmek için mi verdik?” diye soruyor… Gerçekten de haklı bir sitem ve isabetli bir soru…
Evet geçmişte verilen mücadeleye ihanet ediliyor, tüm değerlerimiz, bize ait olan her şey elimizden kayıp gidiyor, yok oluyor, yok oluyoruz. Devlet kurmak, devlet olmak tabii ki önemlidir ama hiçbir değerine, en önemlisi de halkına sahip çıkamayan devlet gerçek anlamda bir devlet midir acaba?
- Devletin yaşlı bakımevi olarak kullanılacak binalara ihtiyacı var, neyi bekliyorsunuz?
- Şikâyet etme, her şeyin farkındasın ama hiçbir şey yapmıyorsun…
- Ülkede ciddi bir otorite boşluğu ve denetim yetersizliği var…
- Bolu’daki yangından ülkemiz adına ders çıkarabilecek miyiz?
- Girne- Lefkoşa yönünde kapatılan anayolla ilgili şikayetler var
- Ülke yöneticilerinin göçü sevimli gösterme hakkı yoktur
- Tetikçiler… İnsan Kaçakçıları… Çocuk Anneler…
- Hükümet yasaları ihlal etmesin diye nöbet tutmak şart
- ''Sahte diploma'' skandalını unutalım mı?
- Hükumetin hayatı ucuzlatmak gibi bir gailesi hiç olmadı...
- TÜM YAZILARI için tıklayınız




