Suçlama oyunları içinde kayboluyoruz, gerçeğe varamıyoruz
18/09/2022











Ali Baturay
“Suçlama oyunu”, daha çok Kıbrıs sorunu çerçevesinde yıllardır liderlerin açıklamalarıyla aşina olduğumuz bir ifadedir… Hatta siyasiler ve biz gazeteciler bunun daha havalısını, İngilizcesini, uluslararası kullanışını tercih ederiz, yani “Blame Game” demeyi de severiz.
Liderlerin kendilerini haklı görüp, sürekli karşıdakini suçlaması, bu suçlamaların karşılıklı sürüp gitmesi “suçlama oyunudur” ve bu can sıkıcı durum “sonuçsuzlukla” eşdeğerdir.
Kıbrıs sorununda suçlama oyunu yükselmeye başladı mı, anlarız ki çözüm istenmiyor, zorlaştırılıyor, sonuçsuzluk için çaba veriliyor. Çünkü suçlama oyunu, çözüme değil, çözümsüzlüğe hizmet eder, çünkü gerginlik yaratan bu sözlerin çözümle, uzlaşmayla hiçbir ilgisi yoktur.
“Blame Game”, kendisi olumsuzluk içerse de havalı bir sözcüktür, filmlere, kitaplara, akademik araştırmalara, haberlere, köşe yazılarına defalarca başlık olmuştur…
Hep dış siyasette değil, iç siyasette de suçlama oyunu vardır, bunun en barizi de muhalefettekiler iktidardakileri eleştirdiğinde, onların da dönüp, “siz de iktidardayken şunu yapmıştınız” şeklinde savunmaya geçmeleri mesela…
Bir bakarsınız ki bir süre sonra bu durum, sürekli karşılıklı suçlamaya dönüşür ve bu suçlama oyunu sonuç vermeyen bir lâf kalabalığından öteye gidemez.
Ancak ülkemizde “Blame Game”, bir aşama daha kat ederek, ülke yöneticilerinin birbirini hedef almasına da dönüşüyor. Son dönemlerde bunu sıkça görmeye başladık.
Geçmişte de oldu böyle şeyler, daha çok da koalisyon hükümetlerinde ortaklar birbirini suçlardı ama şimdi çerçeve genişledi; şimdi aynı partinin üyelerinin, başbakanın bakanları, bakanların başbakanı, bakanların bakanları ya da aynı partinin milletvekillerinin başbakanı veya bakanları suçlaması gibi…
Bu yapılan bir özeleştiri, sorunları çözmek için bir iç çaba olsa değil eleştirmek, “bravo” bile deriz onlara ama olan bu değil, yapılan tam da kuru bir suçlama oyunudur.
Yalnızca siyasette değil, iş yaşamından, sivil toplum örgütlerine kadar yaşamın her alanında iki türlü yönetici vardır. Birisi, olumsuz birtakım olaylarla karşı karşıya kaldığında sürekli bir başkasını ya da başkalarını suçlar, yaşanan olumsuzlukta, ona göre kendisi dışında hemen herkes suçludur.
Diğer yönetici tarzı ise bütün sorumluluğu üzerine alıp, sorunu içte çözen, kimseyi suçlamayan, daha kişilikli tarz…
Benim tercih ettiğim yönetici tarzı bütün sorumluluğu üzerine alandır, çünkü suçlama yapmak, birini suçlu göstermek dünyanın en kolay işidir. Bir başarısızlık varsa elbette bir şeyler yanlış yapılıyordur ama bunu yönetemeyenin oradaki yönetici olduğu da göz ardı edilmemelidir.
En üstteki yönetici başarısızlığı anlatırken alttaki personelini suçlar ama gözden kaçırdığı ya da kaçırmaya çalıştığı bir şey vardır, kendisi ne kadar yönetebilmiştir bu krizi? Doğru kişileri mi seçmiştir? Doğru kişileri seçmişse bile onları doğru mu yönlendirmiştir? Kararlara ne kadar dahil olmuştur, olmuşsa da doğru ve yanlış kararlarda payı ne kadardır?
Eğer kurumlar başlarında yönetici olmadan da çalışabilse ve başarıya ulaşabilse, o zaman hiçbir kurumun başına bir yönetici zinciri ve baş yönetici koymazlardı. Nasıl ki bir futbol takımının başarısızlığının faturası kulüp başkanı ve teknik direktöre kesiliyor, bir şirket için de aynı şey geçerlidir.
Psikologlar, suçlamanın, çok etkili ancak sağlıklı olduğu tartışmalı bir savunma düzeneği olduğunu söylemektedir. Bazen büyük bir inkara da dönüşen suçlama, kişinin, kendi eksikliklerini ya da başarısızlıklarını görmesinden kaçmasını sağlayarak, kendi benlik saygısını koruma çabasıymış.
Suçlama, aynı zamanda insanların saldırıya geçtiklerinde kullandıkları bir gereçmiş. Yıkıcı bir çatışma çözme yöntemi, insanların karşılarındaki kişileri kırmak ya da incitmek için kullandıkları bir tarzmış…
Mışlı mişli cümleler kullanıyorum, çünkü uzman görüşleri böyle ama uzmanlara büyük saygı duymakla birlikte, etraftaki canlı örneklere bakarak, bunun böyle olduğunu anlamak, görebilmek için psikolog veya psikiyatr olmaya gerek var mı acaba?
KIB-TEK’e akaryakıt teminiyle ilgili bir süredir yapılan açıklamalara bakar mısınız lütfen? Başbakan, kendisinin atadığı eski maliye bakanını suçluyor, suçlanan ve kendisini savunan eski bakan başbakana karşı suçlamalarla bulunuyor.
Bir süre önce görevden alınan KIB-TEK Yönetim Kurulu Başkanı, Başbakanı kendisine bazı konularda dayatma yapmakla suçluyor.
Başka bir bakan bakanlar kurulunda aldıkları karara KIB-TEK Yönetim Kurulu’nun uymadığını söylüyor.
Hem Başbakan hem de Ulaştırma Bakanı, KIB-TEK’te bir mafya olduğundan söz ediyor. Başbakan, “düzene çomak soktum” diyor ama Ulaştırma Bakanı, aynı kanıda değil, mafyanın halen aktif olduğuna inanıyor. Ulaştırma Bakanı, “KIB-TEK mafyasının siyasetten, ülke yöneticilerinden daha güçlü olduğunu” iddia ediyor.
Ulaştırma Bakanı, diyor ki; Bakanlar Kurulunda şartnameyi hazırlayan KIB-TEK yetkililerine adrese teslim anlamına gelen bazı şartların, şartnameden çıkarılması ve ihalenin CİF Teknecik olarak hazırlanması yönünde talepte bulunmuşlar.
Ulaştırma Bakanı, “Başbakan ve bizlerin bu talebi üzerine, basa basa söylediğimiz halde, KIB-TEK’teki yetkililer, birilerinin baskısı ile şartnameyi yine eskisi gibi adrese teslim hazırladılar. Adrese teslim şartlar içeren bu şartnameye göre de MİK bu ihaleyi böyle sonuçlandırmak zorunda kaldı” diyor…
Ulaştırma Bakanı, “Bakanlar Kurulunda ihale şartnamesine ‘şu maddeleri koymayın’ dediğimiz halde, şartnameyi yine adrese teslim hazırlayanlar kim? Bunlar bu cesareti kimden aldılar da Bakanlar Kurulunu, bakanı ve Başbakanı bile dinlemeden bu şartnameyi hazırladılar?” diye soruyor.
Gazetecilerin, sivil toplum örgütlerinin, vatandaşların soracağı soruyu Ulaştırma Bakanı soruyor. Aslında cevabını bildiğini ima ettiği soruları soruyor ama ortada sorunun cevabı da yok, çünkü bakan suçlamalarla ilgili daha açık konuşmuyor.
Ulaştırma Bakanı, Başbakana ve Eski Maliye Bakanına, “Sevgili Başbakanım, kıymetli eski bakanım. Boşuna birbirinize mesaj göndermeyin. Kabul edelim ki bu oyunu hazırlayan KIB-TEK mafyası, bizden çok daha güçlü. Siyasiler kavga ediyor, onlar gülüyor” diye çağrı yapıyor, mesaj veriyor.
Bakın birçok suçlama örneği verdim size ama sonuç yok. Ulaştırma Bakanı, “adrese teslim ihaleden” söz ediyor, daha düşük tekliflerin dünya gerçeklerine bakılmadan reddedildiğini söylüyor.
Tamam da bu suçlama oyununda bir sonuca varılıyor mu? KIB-TEK mafyası varsa kimdir bunlar? Başbakanı, Bakanlar Kurulunu dikkate almayacak kadar güçlendilerse ve hükümetin eli kolu bağlıysa, o hükümet ne diye vardır? Hemen istifa etmeleri gerekmez midir?
Bir dedikodu kazanı, herkes bir mafyadan söz ediyor, birilerinin her istediğinin olduğu söyleniyor, ülkeye pahalı akaryakıt alınmaya ve halka pahalı elektrik satılmaya devam ediliyor. Herkes birbirini suçluyor ama halk mağdur olmaya devam ediyor.
Adınız yönetici, yönetin o zaman, suçlama yapacağınıza ülkeyi de yönetin, KIB-TEK’i de yönetin, mafyayı da yok edin, gerçekten yok etmek istiyorsanız tabii…
Suçlama oyunu, lâf kalabalığı içinde birileri bir şeyler saklıyor, birileri malı götürüyor… Aslında suçlama oyunu bir örtüye dönüşüyor, dikkatimizi başka yöne çeken bir örtüye… Biz suçlamalar içinde neler olduğunu anlaya kadar, atı alan Üsküdar’ı geçiyor… Olan başka bir şey değildir.
- Ağır cezalara rağmen kurallara uymamanın yolunu buluyor birçok kişi…
- Bu durum çok vahimdir, yolsuzluklara bakış bakımından endişe vericidir…
- Bu ülkede artık her şey yanlış gidiyor, fiyaskoların ardı arkası kesilmiyor…
- Bu tutuklama yasal olabilir ama vicdani değildir…
- Hemşireler için “İngilizce öğretemedik, İngilizceyi ortadan kaldıralım” mantığı…
- Maaş ödemek için borçlanan bir devlet, halkına nasıl güven versin?
- Bakanlık, denetimi çalışandan Beklemesin, kendi yapsın…
- Herkes suspus; ne bakan bir şey söylüyor ne Başbakan ne de marketçiler…
- Sinirli, tahammülsüz, saygısız, nezaketsiz insanlar çoğaldı…
- Turist gibi ülkeye geliyorlar, burada silahlanıp tetikçiye dönüşüyorlar…
- TÜM YAZILARI için tıklayınız





