Sülün Osman toplumu

Allah aşkına ne oldu da bu kadar çok Sülün Osman türedi? 

ads ads ads ads
19/03/2018

ads

Yusuf Kanlı Yusuf Kanlı


Ne kadar enteresan bir toplum oldu Türkiye. Bir zamanlar 1950’ler 1960’larda meşhur bir dolandırıcı vardı, Sülün Osman isminde. Ne büyük başarılara imza atmıştı İstanbul’un o “taşı toprağı altın” görüldüğü ve adeta “altına hücum” mantalitesinde binlerin İstanbul’a aktığı o yıllarda, neleri neleri satmamıştı ki Anadolu’dan gelen saf köylüme. Köprüler, hanlar, hamamlar, yollar… Boğazı da satmış mıydı acaba, bilemiyorum.

Hikâye gibi değil mi? Ama bu toplumun acı bir gerçeği bu. Şimdi düşünün 20 yaşlarındaki bir genç, hafif şişman, tombul yanaklı… Diyor ki, “Bu gözlük insanları çıplak gösterir”. Şimdi insanlar neden başkalarını çıplak görsün ki? Bu tabi ayrı bir toplumsal sosyolojik araştırma konusu. Ama nihayetinde açıkça bir cinsel sapkınlık olan bu duruma ki belki de psikiyatristler başka bir şey de diyebilir, yüzlerce insan müşteri oluveriyor. Peynir ekmek gibi satılıyor gözlükler, tombul genç cebine tatlı ve kolay bir kazanç sağlıyor. Yani bu durumu sadece psikiyatristler mi düşünmeli? Muhakkak sosyolojiyle uğraşan bilim insanları ve belki de ülkeyi yöneten politik iktidar erki de düşünmeli “niye bu durum diye”.

Ama daha kötüsü böyle mide bulandırıcı ve esasında korkunç, insan duygularını sömürmeye dayalı dolandırıcılık cezasızlıkla geçiştirilirse, muhakkak ki daha kötüsü de olacaktır. Esasında olanda bu. Aynı tonton çocuk bir “Çiftlik Bank” kurmuş, “yatırımcılardan” milyonlarca dolar toplamış ve sonra bir sabah Uruguay’a kaçıvermiş. Şimdi bu tonton çocuğu teşvik edenler, çeşitli fonlardan “çiftlik” kurmasını sağlayanlar ve hatta rahatça insanları sömürmesine imkân verenler de suçlu değil mi işlenen suçtan. Şöyle diyebiliriz ki, gerek “Çiftlik Bankası” gerekse de o olmayan koyunlara, ineklere insanları inandıran muhteşem hayal dünyası ve yolsuzlukta çağ açan kafa yapısına şapka çıkartmak gerekir. Sonuçta çocuğun başarısı değil sadece, bu ortamı sağlayan bizler değil miyiz? Ve ya en azından bazı konuları ufak tefek görüp cezasız bırakmak, bizim oğlan, bizim çocuk, bizim taraftarımız mahallenin evladı gibi “koruyucu kılıflara büründürmemiz” değil mi bunun sebebi? 

Tabi Türkiye hemen bu “yaramaz çocuğun” Uruguay’dan Türkiye’ye iadesi için dosya hazırlamaya geçti. Bugün yarın yapılır. Peki, bu iş nasıl olacak? Ortada bir adli iş birliği anlaşması var mı? Türkiye ile Uruguay arasında suçluların iadesini öngören bir çerçeve anlaşma var mı? Yetkililerin cevaplaması gereken sorular bunlar.

Hepsi bu kadar mı? Maalesef hayır.  Şimdi açıkgözün birisi çıkıp da “Şu Çiftlik Bankasına kaptırdığınız paraları, her biriniz bana 500 lira verirseniz kurtarırım.” deyince 1600 kişi koşmuş, paraları yatırmış. Şimdi bu adam mı çok akıllı, diğerlerinde akli bir sıkıntı mı var, siz karar verin. Bu kadar para vermeye gönüllü insan varken dolandırıcılık suç mu? Belki de suç ortak.

Türkler esasında çok enteresan ve kandırılmaya çok alışkın bir toplum. Şimdi bunları söylüyorum da ben farklı mıyım? Bir gazeteci arkadaş gelmiş, “Size kıyıda denize sıfır yazlık evler yapacağım” demiş, “Şöyle güzel, böyle güzel bahçeleriniz olacak” demiş ve bir gazeteci güruhu üç yıl boyunca para vermişiz. Adam arsayı almamış. O inşa edeceği evlerin planını bile çıkartmamış fakat bize her ay “güya” üzerine evleri yapacağı deniz gören arsanın fotoğrafını, sanki inşa ediliyormuş gibi bina görüntülerini sunarak para yatırmaya devam etmemizi sağladı. Sonra nihayetinde bir gün, neredeyse kişi başı toplam 70’er bin lira yatırdıktan sonra acı bir şekilde öğrendik ki, bir meslektaşımız tarafından dolandırılmıştır. Yani toplumu her katmanında olduğu gibi gazeteciler arasında da saflar ve dolandırıcılar var. Konu şimdi adalette, paramızı kurtarmaya çalışıyoruz umarım başarırız.

Albert Einstein sıklıkla, “Dinden yoksun bilim topaldır, bilimsiz din de kördür.” sözüyle anılır. Güzel bir ifade. Tabi Türk halkı çok bilimsel olduğu ve her şeyi gözleri kapalı ve her şeyi sorgulamaksızın kabul ettiği için, topal bir dinsel anlayışa sahip midir? Bilemem, siz karar verin. Ama belki de ben yanılıyorum, biz Türkler her şeyi kaderci bir şekilde inancın, bilimin, dini anlayışın terazisinde ölçerek karar veriyoruz. Yani “bilinçli tercih” yoluyla seçim sandıklarından çıkarttığımız demokrasiye adanmış büyük kapasite durumu net bir şekilde ortaya sergiliyor. Einstein’ın dediği gibi, dinden yoksun bilim veya bilimi dışlayan din problemli olabilir. Peki, gerçek, kurgu velhasıl her şey, her bilgi aynı kaynaktan beslenir ise ne olacak? 

Allah aşkına ne oldu da bu kadar çok Sülün Osman türedi? 

19/03/2018 13:53
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: yusuf kanlı
MANŞETLER

HK Yusuf Kanlı

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.