Yaşama hakkı temeldir
20/02/2023
Yusuf Kanlı
Bu günlerde ister aile içerisinde, ister dost sohbetlerinde elde olmayan nedenlerle depremi ve acı kayıplarımızı, yok olan Hatay’ımızı, Adıyaman’ımızı ve diğer sekiz şehrimizi bir kenara bırakıp diğer konuları pek konuşamıyoruz.
Kolay değil. Kaybettiğimiz vatandaşlarımızla ilgili resmi rakam çoktan 40,000’i geride bıraktı, iddialar enkaz kaldırıldığında maalesef bu rakamın en azından birkaç kata ulaşacağı.
Asrın depremi, çağların en büyük felaketlerinden birisi ya da başka bir tanımla sanki kayıplarımızın sebebinin yer kabuğu hareketiymiş, bizlerin de hiç, ama hiç kabahatimiz yokmuş gibi bir hava estirmeye çalışabiliriz.
Ah bir eldivenleri çıkarsanız
Değerli bir arkadaşım sosyal medya sayfasında paylaştı. Orijinali kime ait, bilemiyorum. Hikaye Napolyon’un Rusya seferiyle ilgili.
Napolyon'un ordusu Rusya’yı işgal etmek için ağırlaşan şartlara rağmen ilerlemektedirler. Rus askerleri Sibirya'ya doğru geri çekilirken uçsuz bucaksız bozkırları düşmana değil aslında acımasız kışa terk etmekte idiler. Bir yandan da buğday tarlalarını yakmakta ve köylerdeki yiyecek stoklarını da beraberlerinde götürmekteydiler.
Fransız ordusu açlığa ve dondurucu soğuğa yani ölüme yürüyordu. Asker, yıllarca süren savaşlardan yorgun, aç, iliklerine işleyen soğuktan hastaydı. Zafer sarhoşluğu içindeki Napolyon yüksek bir yere çıkarak askerlere seslenmek istedi. Amacı moral vermekti.
- Dayanın zafer yakın, siz daha soğuk günlerde de savaştınız...
Asker başı önünde sessiz Napolyon'u dinlemekteydi.
Napolyon bir an sustuğunda bir onbaşı şöyle bağırıverdi.
- General, eldivensiz konuşalım.
Napolyon ellerine baktı...
Ellerinde içi kaşmir yün ile örülmüş kürk eldivenler vardı. Askerlerine baktı hepsi patlamış postallarla, dondurucu soğukta, hiç birini yeterince korumayan yırtık pırtık elbiseler içinde mosmordular. Tarih der ki Napolyon akıllı adamdı. Utanmış ve susmuştu.
Bizde de belki arada bir eldivenler çıkarılmalı, halkın ne durumda olduğuna bir bakılmalı, ne dersiniz?
Hükümet yetkilileri özel uçaklarla, helikopterlerle, sıcacık arabalarında, refahlarından hiç ödün vermeden etrafta görünüp talimatlar yağdırarak sanki arama ve kurtarma faaliyetlerinde niye günlerce atalet yaşandığından, enkaz altında dondurucu soğukta vatandaşımızın niye donarak hayatlarını kaybettiğinden ya da “kurtarabildiğimiz kadarıyla kurtarmaya çalışıyoruz” diye izah edilen çalışmalardan sanki sorumlu değillermiş gibi de yapabilirler. Hatta “muhalif belediyelere çadır” bile kurdurmaya izin verebilir bizim devletliler. Empati yapmadan, sadece retorik tekrarı için yapılacak ziyaretler ne anlama gelecektir, ego tatmini ya da “ben gidemedim” utancını gidermeden başka neye hizmet edecektir?
Bu saatte belki de çok şey söylenmemeli, ne yapılacağına bakılmalı. Ama giden can, canan, bebelerimiz olunca, sadece bireysel değil, ulusal acımız ise söz konusu, nasıl susar insan?
Gözler yaşlı
Akdeniz ülkesi diplomatı bir dostumla sohbet ediyoruz. Ülkelerine dönen yabancı arama kurtarma ekiplerinin raporladıkları Türkiye’de yaşadıkları sistematik yeteneksizliği, organize kaosu, koordinasyonsuzluğun ve tek adam yönetiminin ağır faturasını anlatıyor, gözleri yaşlı. Dinliyorum, gözlerim yaşlı.
Akın Bodur arkadaşımdan söz ediyoruz. Günlerce yardım diye bağırdıktan sonra, yaşayabilmek için küçücük bir bıçakla sol bileğini kesip ve sadece ailesinin yardımıyla enkazdan çıkarılabilmesini yine Akın’ın anlatımıyla aktarıyorum dostuma… Hıçkırarak ağlamaya başlıyoruz ikimiz de…
İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı
Değerli dostum Dr. Mustafa Arabacıoğlu Kıbrıs’ta yaşamasının da verdiği cesaret ile sorunların bam teline dokunuyor. Eski sağlık bakanı ve KKTC meclisinde uzun yıllar yasamanın bir parçası olan ama bir süredir aktif siyaseti bırakan Arabacıoğlu da tüm Kıbrıs Türk halkı gibi Gazimağusa Türk Maarif Koleji voleybol takımının tüm üyelerinin, öğretmenlerinin Adıyaman İsias otelde enkaz altında ölmelerinin şokunu, acısını yaşıyor. Lafı eğip bükmeden teşhisini koyuyor Arabacıoğlu: “Öğrencilerimizin depremde kaldıkları otelin yıkılması sonucunda hayatlarını kaybetmelerine sorumlu ararsak, 2018 yılında Türkiye’de seçimlere ramak kala TBMM’de torba yasa kapsamında imar affına onay veren milletvekilleri ve o günkü hükümettir. Ben olsam konuya bu açıdan bakarım. 24yıllık milletvekilliği görevini yaparken KKTC meclisinde torba yasa diye bir yasamız olmadı. Seçilmişlerin mutlaka aldıkları ve onayladıkları karar sonucunda ulusal bir felaket yaşanır ise, o karara onay verenlerin tümünün sorgulanması gerekir.”
Suç müteselsildir
Aynı görüşteyim. Sebebi her ne olursa veya deprem hangi şiddette vurursa vursun eğer inşa ettikleri bina yıkılmış ve altında insanlarımız hayatlarını kaybetmişse elbette müteahhitler sorumludurlar. Peki sadece onlar mı? O binaların planını, projesini çizen, onaylayan, iskan raporu veren tüm bürokrasi basamaklarında görev yapanlar ile ikide bir imar aflarıyla usule aykırı inşaat yapılmasını olağanlaştıran siyaset hiç mi sorumlu değildir?
Hani, Arabacıoğlu’nun dediği gibi “vatandaşların imar sorununu çözen” ve bununla da övünen ve oy isteyen iktidarın her seviyedeki yetkilisi, milletvekili, hükümeti hiç mi sorumlu değildir?
Siyasetin ve devleti yönetenlerin ve hatta devlet olmanın temel görevi vatandaşın canını, malını ve geleceğini, müreffeh yaşamını sağlamak değil midir? Teröre karşı en sert tedbirlerin alınmasını, vatandaşımızın yaşama hakkının muhafazasını ve bu konuda ödün verilmemesini talep etmiyor muyuz?
Yaşam hakkı kutsaldır
Ne birisinin asker fobisi nedeniyle ya da her konuda tek kişinin karar vermesi takıntısıyla arama, kurtarma ve güvenlik sağlamada, afete karşı hızla ve etkin atılamaması, atalet yaşanması kabul edilebilecek konular değildir. EMASYA iptal edilmeseydi bugün çok daha ciddi şekilde bu felakette halkımıza hizmet edilmeyecek miydi?
Elbette AFAD’ın sahada hizmet vermeye çalışan personeline ve diğer resmi, gayrı resmi, yabancı arama ve kurtarma faaliyetlerine ve STK çalışmalarına tüm ülke minnettarız. Ama, sormak gerekmez mi AFAD’ın kadrosu ne, üst yönetiminde liyakat oranı ne, ne kadarı afet eğitimli? Ya da, bırakın bir eski başbakanın ailesinin her kademesine çöreklendiği iddialarını, gerçekten Türk Kızılay’ı neredeydi bu afette?
Devletin ve hükümetin temel görevi halkı yaşatmak ve ona hizmet etmektir. Kapiş?
- Gazetecilik ve Toplumsal Sorumluluk
- Yusuf Kanlı yazdı: Nasrallah süikastı: Şimdi ne olacak?
- Medyanın Dönüşümü ve Gazeteciliğin Geleceği
- Hollanda Pandora’nın Kutusunu Açar mı?
- Gerçek Hep Payidar Olacaktır
- Atatürk’ü Unutturmak Mümkün Mü?
- Kıbrıs’ta Yeni Süreç; Umut ve Endişe
- TBMM’de Kan Akarsa…
- Avukatlara Reklam Yasağı ve Gazetecilik
- Sanal savrulma
- TÜM YAZILARI için tıklayınız