Yusuf Kanlı Yazdı: KKTC’de seçim rüzgarı sert esiyor
26/04/2025













Kıbrıs Türkü seçimlere hazırlanıyor. Hazırlanıyor derken, sandık başına doğru ağır adımlarla ilerlemeyi değil, ada semalarından esen sert ve çoğu zaman yönü belirsiz siyasi rüzgârlarla savrulmayı kastediyorum elbette.
Eskiden bu rüzgârlar daha mahcup eserdi.Ankara’dan gelen sıcak veya soğuk esintiler, Kıbrıs Türkünün iradesine doğrudan karışmaktan, en azından görüntüde, özenle kaçınırdı.
Ne var ki zaman değişti. Önce 24 Nisan 2004 referandumuyla, Annan Planı döneminde, kapılar aralandı.
O gün bugündür seçimlerimizde rüzgârların sadece yönü değil, şiddeti de değişti.
Rahmetli Denktaş’ın inançla ve dirayetle yürüttüğü çizgiden sapmalar işte o dönemde başladı. Referandumda “Evet” çıkarılması için Ankara’dan verilen yoğun destek, ardından 2005 seçiminde referandum döneminde Ankara’yla işbirliği içindeki ekibe verilen stratejik destek, adadaki seçim süreçlerinin artık iç dinamiklerle değil, dış hesaplarla şekillendirileceğinin habercisiydi.
2010’da Dr. Derviş Eroğlu’nun Ankara rüzgarına karşı dik durarak seçilmesi bir ara umut doğurmuştu.
Ancak 2011’de patlayan “besleme” krizi ve takip eden polemiklerle başlayan kırılma, 2015’de Türkiye ile mesafeli bir çizgi tutturmasıyla Mustafa Akıncı’nın seçilmesiyle iyice derinleşti.
Adeta millî davaya bir soğuk duş etkisi yaptı bu gelişmeler. Takip eden ve pandemi nedeniyle süresi de uzatılan dönemde Akıncı ile Ankara arasında fırtınalarla geçti. Ankara’da büyük bir travma yarattı.
Akıncı travması
Ankara kesinlikle Akıncı’nın ikinci bir dönem seçilmesine karşıydı. Bu sebeple 2020’de rüzgârın şiddeti artık fırtınaya dönmüştü. Ersin Tatar’ın seçiminde Ankara’nın tüm ağırlığını koyması, artık eski mahcubiyetin yerini açık müdahaleye bıraktığını tescil etti.
Uzun zamandır KKTC seçimlerinde Ankara’nın artık müdahil olmayacağı söylenmekteydi. Ancak, bugün geldiğimiz noktada seçim atmosferi yine sağduyuyla değil, öfke ve sloganlarla şekilleniyor.
Orta öğretimde başlatılan başörtüsü tartışmaları, bir tarikatın ve birkaç oportünist siyasetçinin marifetiyle çığ gibi büyütüldü. Elbette Kıbrıs Türkü açısından başörtüsü hiçbir zaman Türkiye’deki gibi sorun olmamış, hatta başörtüsü krizi döneminde birçok genç kızımız KKTC’de eğitim görmeye başlamışlardı. Ancak, 18 yaş altı KKTC’de anayasal açıdan “Çocuk” olarak tanımlanması gibi nedenlerle yaklaşılınca basit bir konu krize dönüşüverdi.
Öyle ki, Ankara’daki bir bürokratın, KKTC Başbakanı hakkında kullandığı uygunsuz ifadeler, meseleyi iyice içinden çıkılmaz hale getirdi.
Sadece diplomatik nezaket değil, ortak tarih ve kader bilinci de ciddi hasar aldı. Gazetelere düşen “Hadlerini bildirmeye Kıbrıs’a gidiyorum” iddiaları ise, zaten kırılgan olan ilişkilerde onarılması güç yaralar açtı.
Şurası açıktır ki: Kıbrıs Türk halkının dini duygularını sorgulamak da, bu halkın millî şuurunu hafife almak da yakışıksız ve kabul edilemez bir durum olacaktır.
Ne var ki, KKTC’deki hassas dengeyi kendi küçük hesaplarına kurban etmeye çalışanların, Türkiye kamuoyunda Kıbrıs Türkü aleyhine algı oluşturmak için fırsat kolladıkları da acı bir gerçektir. Dışarıdan bakan için Kıbrıs Türkü, nankörlükle, vefasızlıkla yaftalanmaya hazır bir hedef olarak sunuluyor.
Bu oyuna gelinmemeli
Aylar sonra yine sandık konulacak Kıbrıs Türk halkının önüne. Yine tansiyon çıkmaya başladı. Başörtüsü krizi, ardından “Boşbakan” edepsizliği, şimdi “had bildirme” iddiası.
Kamuoyu yoklamalarında adayların halktan nasıl teveccüh aldıkları ölçülüyor. Bırakın adayları ve onları destekleyen partiler,, Ankara’dan da birileri kamuoyu araştırması yaptırıyorlar Kıbrıs’ta. Haberiniz ola, Rum tarafı da anket yaptırıyor.
Türkiye cumhurbaşkanıyla polemiğe girilmesi kime yarayacaktır? Bu soru sorulmadan ve cevabını almadan son dönemde yaşanılanların sebebini bulmak mümkün değildir.
Bu gerginliği yaratanlar, hayat verenler bilmiyorlar mı ki bu halk, Anadolu’nun kalbinden kopmuş, çilesini de, şerefini de taşıyarak bugünlere gelmiştir.
Kıbrıs’ta Rum siyasetinin hedeflerini bilenler için bu manzara hiç de yabancı değil: Yıllardır tek istedikleri, Türk milletinin Kıbrıs’taki uzantısı olan bu halkı, Anavatan’dan koparmak, yabancılaştırmak ve nihayetinde yalnızlaştırmak. Üstelik bu uğurda mikro milliyetçilik virüsünü bile pazarlamaya hazırlar. Türk kimliğiyle yoğrulmuş bir halkı, küçük aidiyetler, suni kimlikler yaratarak bölmeyi hedefliyorlar.
Şer odakları gayet iyi biliyorlar ki, Türkiyesiz bir KKTC, direnişsiz bir Kıbrıs demektir.
Bugün “başörtüsü” meselesi gibi son derece hassas konular üzerinden yaratılan yapay fırtınaların, asıl hedefi işte budur: Adada kardeşi kardeşe düşürmek, ortak geleceği ipotek altına almak.
Oysa adil bir bakış açısıyla bakıldığında, Kıbrıs Türk halkının bugünkü varlığı muhteşem bir Türk Mukavemet Taşkilatı mücadelesi ve elbette her dönem yardım ve desteğini Kıbrıs Türkünden esirgemeyen Türkiye sayesinde mümkün olmuştur.
Onurlu mücadele
1974 öncesi, yok oluşun eşiğine gelmiş bir halktan, bugün kendi devletine sahip bir halka gelindiyse, bunda sadece Kıbrıs Türk halkının mücadelesi yanısıra Türkiye’nin ulusca ödediği bedellerin, döktüğü kanın payı büyüktür.
Şimdi kalkıp da, bu halkı Rumlaştırmakla, Türk kimliğinden kopmakla suçlamak, en hafif tabiriyle vicdansızlıktır.
Evet, hatalar yapılmıştır. Bazıları haddini aşmış, bazıları yanlış kelimeler seçmiştir. Ama çözüm, bağırıp çağırmakta, suçlamakta değil; soğukkanlılıkla, sağduyuyla milli birliğe yeniden sarılmaktadır.
Unutmamalıyız ki, Kıbrıs davası, sadece bir toprak meselesi değildir. Bu dava, Türk milletinin Doğu Akdeniz’deki varoluş mücadelesinin adıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün haritada parmağını Kıbrıs’a bastığı gün söylediği söz hâlâ geçerlidir: “Bu adaya mutlaka dikkat edin.”
Gerçekten Atatürkçü olduğunu iddia eden herkesin, Atatürk’ün Kıbrıs’a dair yaptığı o tarihî uyarıya bugün dünden daha sıkı sarılması gerekir. Çünkü Kıbrıs Türkü, yalnızca Rum’un silahlı saldırılarına değil, dünyanın ikiyüzlü politikalarına karşı da yarım asrı aşkın süredir dimdik bir varoluş mücadelesi veriyor.
Bugün yapılması gereken bellidir: Bu halkın moralini bozmak değil, aksine moralini pekiştirmektir. Kıbrıs Türk halkının yanında durmak, sadece bir kardeşlik meselesi değil, aynı zamanda tarih ve vicdan önünde ağır bir sorumluluktur.
Sağduyu galip gelecektir
Sağduyunun bir gün galip geleceğine inananlardanım.
Ancak sağduyu, rüzgârın yönüne göre eğilip bükülmekle değil, doğru bildiği yolda yılmadan yürümekle anlam kazanır. Unutulmamalıdır ki; rüzgâr ne kadar sert eserse essin, doğru yerde sebat edenler, er ya da geç haklı çıkar.
Bu noktada Kıbrıs Türkü’nün ebedi lideri Rauf Denktaş’ın sözleri hâlâ kulaklarımda çınlamaktadır: “Türkiye’siz cennete bile gitmem.”






