Sevgililer günü ve şaraba karpuz muamelesi!
25/02/2016
Sevgililer Günü de geride kaldı... Kafamda sevgililer gününe dair çok özel de bir şeyler yoktu açıkçası, Cadılar Bayramı, Paskalya, gibi zaten böyle ecnebi özentisi kutlamalardan oldum olasıya haz etmemişimdir... Küçükken babamın yılbaşı gecesi evde kırmızı robe de chambre’ını giyip kafasında da kırmızı bir kukuletayla Güney’den getirdiği Cadbury veya benzer çikolataları aldığımızdaki sevinci hatırlıyorum da... Mutlu olmak o yaşlarda ne kadar kolaymış diyorum, şimdilerde mutlu olmak da başkalarını mutlu etmek de bir o kadar zorlaştı... İyi ki Sevgililer Günü akşamı dışarıya çıkmışım diye düşündüm sonra... Gözlem yapmak için idealdir bu tip geceler, yazılacak yazılara iyi hammadde çıkar... Gece boyunca soğuk buz kovasında bekleyen şarap şişeleri mi istersiniz, karpuz tutar gibi tutulan şarap bardakları mı? Hepsi vardı... Bir de bardağı o şekilde tutup selfie yapmıyorlar mı?... Bilmeyenler de öğrensin şarap bardağını neresinden tutacağını bilmediğini...
Gülüp geçiyorum. İşin hem ekonomik hem sosyolojik boyutu var... Çiçek alacaksın, şarap açacaksın bunlar hep kapitalizmin yağdırdığı emirler... Şarabı da metalaştırdık... “Pahalı şarap iyidir” kafası... Hep aynı bilinen markalar piyasada dönüyor, aynı üzümlerin şarapları masalarda... Takım tutar gibi şarap markası tutuyorlar... Yeniliğe açık insan neredeyse yok gibi... Ekonomik boyutu ise farklı, o, gecenin sonunda ortaya çıkıyor. :) ŞARABA KARPUZ MUAMELESİ...
Tabii ki kimsenin romantizm anlayışına, yeme-içme zevklerine diyeceğimiz bir şey yok da şimdi kırmızı şarabın da içilmesi gereken bir sıcaklık var 16 olur 18 olur 20 -21 dereceye kadar içilen şaraplar var... Alıp buz kovasına oturtmak zaten “katliam”; arada bir o kovadan çıkar biraz hava alsın kendine gelsin... Yok! Akdenizli ada insanını üzerinde tişörtle aldın Sibirya’ya götürdün uçaktan aşağıya bıraktın gibi bir şey...
Şarabın da bir karakteri var, şişede kasar kendini, açılıp 15-20 dakika hatta yarım saat beklemezse kendine gelemez, aromalarını ortaya çıkaramaz, güzelliklerini sunamaz... Bu kadar soğuk ortamda bırakıyorsun kalbine bıçağı saplamakla kalmamışsın, sonra çevirmişsin daha kolay ölsün diye... Sıfırla (0) iki (2) derece arası, şaraba karpuz muamelesi... ! Yazık!
Peynir tabağından romantizm çıkaracaksan seçimi kırmızıdan yana kullanıp Syrah (Shiraz), peynir olarak Roquefort ve keskin bir Cheddar yanına da biraz fındık, Gouda gibi genç peynirlerin hatta içlerinde piyasada gördüğümüz ıvır zıvır baharatlı peynirler falan da olacaksa yanına Fransa-Almanya sınırı Alsas bölgesinden bir Riesling ya da Gewurztraminer, ne güzel gider...
Neyse biz mekânlarımıza kısa kısa bakalım. Bakalım bu ay damağımızda ne lezzetler kalmış.
GONDARA’S
Kalkanlı’daki Gondara’s Restoran Yılbay Direkçi’nin her metrekaresinde emeği olan bir otantik bir mekân. Doğal ürünleri seviyor, fabrikadan gelen hiçbir şeyi kullanmıyor, böylece köylü ve yerel ürünler de desteklenmiş oluyor.
Mezeler tam olması gereken lezzette, az ve öz tam gerektiği kadarı kullanılmış, ev yapımı sucuk (pastırma) bile var.. Kebaplar lezzetli tam pişmesi gerektiği kadar pişirilmiş, kuzu eti nefis.. Yerli şarap da var, belki içerken sizi çok derin yolculuklara çıkarmıyor ama, Kıbrıs şarabı... Genelleme yapmak istemem ama sıcak ülkelerden güzel şarap çıkması çok zor. En doğrusu gitmiş olduğunuz ülkenin veya bölgenin şarabını ve peynirini tüketmek, en güzel uyumu bu şekilde yakalarsınız.. Bu seçim genellikle yanıltmaz.
Gondara's kebaplarına tam not...Özel organizasyonlarda, kalabalık gruplara bütün kuzu yavaş yavaş dönerek pişiriliyor... Bir sonraki ziyaretimde önceden haber vererek, mekanın spesiyali “Souvla”yı da denemeyi istiyorum... İlk izlenimlerim olumlu.
Fiyat: 3.5/5 Kalite: 4.5/5
Mezeler, taze, günlük tam olması gerektiği çeşitte ve lezzette...
KATHODON
Lokmacı Kapısından Rum Kesimi’ne geçildiğinde ilk karşınıza çıkacak restoran Kathodon, et yemekleri, kebapları ve mezeleriyle göz dolduruyor. Özellikle hafta sonları mekânda yer bulmak zorlaşıyor.
"Ayy kızartma" diyerek buna burun kıvıracak olanlar varsa, getirsinler ben yerim...
Başlangıçta Feta Feynirli Patlıcan Pane adeta başyapıt, bu tip bir ılık mezeyi bizdeki işletmeciler neden düşünmez ki?... Daha sonra Asma Yaprağına Sarılı Peynirli Kuzu, üzerinde kuzu jus... Yanında yine yerel bir kırmızı şarap.
Kuzunun et-yağ oranı dengeli..sosu tamamlayıcı..Patatesler tabağa daha da lezzet katıyor...
Müşterilerini seviyorlar ve yemekten sonra portakal aromalı irmik (simit) helvasını ikram ediyorlar... Hazmettirici olarak da Damla Sakızı (Mastic-Mezdeki) Likörü veriyorlar. Ferahlatıcı bir tatla sofradan kalkıyorsunuz. Kathodon, “yine giderim” diyebileceğim yerlerden birisi oldu.
Fiyat: 4.5/5 Kalite: 4.5/5
KONYA MUTFAĞI LEFKOŞA
Daha önce Konya Mutfağı’nın Etli Ekmeği, Bıçak Arası ve Mevlâna’sını denemiş birisi olarak bu sefer menüde yapılan “ince ayar” ve yenilikleri görmek için gittim. Tabii ki menüye yeni tabaklar eklerken, fiyatları artırmayı da ihmal etmemişler...!!!
Konya’nın şehre has yemeği “Tirit” de artık burada bulmak mümkün... Menüdeki değişiklikler yerinde olmuş, tiritte kullanılan et nispeten pidedekilerden daha kaliteli ve güzel pişirilmiş... Pide türleri, kullanılan kötü kalite etten dolayı zayıf.
Tiridine bandım... :)
Ben lahmacun, pide ve diğer fırında pişen unlu mamulleri aldığımda, ilk önce tabanına bakarım... Şeytan burada gizlidir... Özellikle pide fırınının zemininin sık sık temizlenmesi şart, yoksa burada kalan un, kıyma, et, kalıntıları yanıp diğer pidelerin altına yapışıyor... Bu da kansere davetiye çıkarıyor. Gerekli önerileri ve tavsiyelerimi de verdim. Umarım dikkate alırlar.
Fiyat: 2.5/5 Kalite : 3/5
MEST-ET MEYHANE
İşin içinden gelen hatta “mutfağında pişen” şef Süleyman Konukçu’nun mekânı Mest-Et Meyhane Girne’nin hareketli ve kalabalık piyasasında kendine yer buldu.
Daha önce birçok mutfakta şeflik yapmasının ardından kendi yerini açmaya karar veren Süleyman beyle yemeğimizi yerken, kendisinden Mest-Et’le ilgili ilginç noktaları ve “mutfaktan-işletmeciliğe” uzanan yolda karşılaştığı zorlukları dinleme şansı da buldum. Ben de kendisine hangi noktalar üzerinde daha çok çalışması gerektiğini aktardım, güzel sohbet oldu...
Kendisi özellikle balık konusunda uzman ve balığı en iyi şekilde kıvamında pişirmenin inceliklerini çok iyi biliyor, ve bunu mekânında uyguluyor.
Meselâ şimdi Levreğin en lezzetli zamanları başlıyor...
Mezelerden özellikle Acılı Ezme, Babagannuş ve Kök Kereviz damak çatlatan cinsten...
Kahvaltı da Mest-Et’in alternatiflerinden biri... Henüz çok yeni olduğu için herhangi bir puanlama yapmak istemiyorum, balık/kebap, meze ve canlı müzik üçlüsünü seviyorsanız... Buraya bir uğrayın ve Süleyman beye de selamımı söyleyin.
URFALI OSMANBEY KONAĞI
Şarapseverlerin uğrak mekânı Lefkoşa’daki eski La Reserva’nın bulunduğu yerde artık bir Urfa kebabpçısı bulunuyor... Aslında şarap ve şarap kültürünün ülkede ne kadar değer bulduğunu bize açıkça yüzümüze vuruyor!
İşletmecisi Osman bey “Urfa mutfağını buraya taşımak istiyoruz, çünkü burada eksikliğini gördük” diyor... Bence de haklı, iyi kebabı usulüyle ve hakkıyla yapan mekân KKTC’de neredeyse yok denecek kadar az.
Acı sevmeyenler siparişi verirken "Acısız istiyorum" diye belirtsinler... :)
Patlıcan Kebabı, Soğan Kebabı, Adana, Urfa kıymaları hep zırhla elde çekilyor, ve etin lezzeti korunmuş oluyor. Lahmacun ise 3 çeşit, fındık, acılı ve az acılı şekilde müşterilere sunuluyor. Yöresel “Lebeni” soğuk çorba ikram olarak masaya geliyor, yemeğin üzerinden gene Urfa’ya özgü “Şıllık” tatlısı veya “Künefe” tercih edilebiliyor.
Soğanın Kebabı olur mu demeyin? Soğanın deydiği her yere sihirli değnek dokunmuş gibi olur.
Şimdilik iyi başladılar... Çizgilerini bozmazlar, bir süre sonra “Kurtarmaz abi” deyip fiyatları artırmazlarsa iyi... Yoksa işler sarpa sarabilir. Lokasyonda sıkıntı var çünkü... Benden söylemesi!
Fiyat: 4.5/5 Kalite: 4/5Köşemdeki yer sıkıntısından dolayı daha fazla mekân incelemsine yer veremiyorum ama başka bir yazıda kaldığım yerden devam edeceğimden emin olabilirsiniz... 1-2 gurme peynir önerisini de sizlerle paylaşmak istiyorum.
ABBAYE DE TAMİE
Islak inek ve rutubetli kiler kokuyor... Güzel peynir.
Geleneksel olarak 1131 yılından beri Abbaye de Tamie Manastarındaki rahipler tarafından yapılan yumuşak bir peynir. Fransız Alpleri - Savoy bölgesi ve pastörize edilmemiş inek sütünden... Oda sıcaklığında sürülebilir kıvama geliyor, tadı taze krema gibi, ağızda pürüzsüz ve ipeksi, ama kolay kolay eriyip yok olmuyor, kabuğa doğru kokan peynirlerin genel özelliklerini taşıyor ve bitimde hafif bitter lezzeti var... Bana sorarsanız “İyi peynir kötü kokar” derim... Bu da öyle. Islak inek ve ıslak kiler kokuyor... Bazılarımız halen daha çocuklarına peyniraltı suyu tozundan yapılmış “süzme” peynirleri, labneleri vs. yediriyor... Yazık! Abbaye De Tamie buldunuz mu kaçırmayın...
COMTE
Mutfaktaki kullanışlılığı, dayanıklılığı ve tadı Comté'yi öne çıkarıyor...
Doğu Fransa’nın Franche-Comté bölgesinden gelen Comté Fransa’da bölge tescili almış peynirler arasında en fazla üretilen peynir... Sadece yeşil otla beslenen Montbéliarde ve Simmental ineklerinden elde edilmiş pastörize edilmemiş sütten yapılıyor. En az 4 ay dinlendirme süresi gerektirmesi, peynirin üretiminde kullanılan katı kurallardan sadece biri. Peynir denetçileri ortaya çıkan ürünlere birçok kriter üzerinden değerlendirerek 20 puana kadar notlar veriyor ve 15 ve üzeri not alanlar “Comté Extra” olarak yeşil çan etiketi almaya hak kazanıyor, notları 12-15 arası olanlara da sadece “Comté” ismi verilip kahverengi yazılı silindirler olarak piyasaya sürülüyor. Karamelize tadlara ve tatlı bir bitime sahip, mutfağın her alanında (rende, fondü, sandviç, aperatif) rahatlıkla kullanılabilen bu dayanıklı peyniri tavsiye ediyorum.
Hepinize sağlık ve mutluluk dolu lezzetli yarınlar diliyorum..