Bu barış değil… Henüz değil
24/06/2025











Yusuf Kanlı
İsrail ile İran arasında ABD arabuluculuğunda sağlanan ateşkes, savaşın değil, sadece çatışmanın durduğu bir an. Bu kırılgan denge kalıcı barışa mı evrilecek, yoksa yeni bir felaketin önsözü mü olacak?
Pazartesi akşamı dünya derin bir nefes aldı. Yaklaşık iki haftadır süren yoğun füze saldırıları, hava operasyonları, siber saldırılar ve karşılıklı tehditlerin ardından, İsrail ile İran arasında bir ateşkes ilan edildi. Katar’ın arabuluculuğu ve ABD Başkanı Donald Trump’ın doğrudan müdahalesiyle varılan mutabakat, bölgede giderek büyüyen bir savaşın önüne şimdilik set çekti. Ama diplomatların “fırsat penceresi” dediği bu gelişme, analistlerin bir başka kelimeyle tanımladığı bir durumu da ortaya koydu: Kırılganlık.
Aman dikkat. Bu henüz barış değil. Bu, barışa giden yol mu, iki fırtına arasındaki duraklama mı? Yaşayıp göreceğiz. Ancak unutmamak lazım, doğru değerlendirilirse böyle hayati noktada alınan duraklama kararları tarihin akışını değiştirebilir.
Ateşkes nasıl sağlandı?
Ateşkese giden yolu döşeyen gelişme, “Midnight Hammer” (Geceyarısı Çekici) adı verilen ve ABD’nin B-2 hayalet bombardıman uçakları ile Tomahawk füzeleriyle İran’ın nükleer tesislerine gerçekleştirdiği büyük çaplı saldırı oldu. Natanz, Fordow ve İsfahan gibi stratejik noktalar hedef alındı. Pentagon bu operasyonun ABD askeri tarihinde en büyük B-2 sevkiyatı olduğunu açıkladı.
Diplomasiyle uyuşuyor muydu? Kesinlikle hayır. Sonuç felaket olur İsrail-İran savaşı bir büyük savaşa evrilmesi söz konusu olabilir miydi? Evet. Bu risk alınabilir miydi? Geleneksel siyaset ve dış politika uygulayıcıları asla böyle bir kumar oynamazdı. Trump tehlikeyi, tırmandırmayı ve beklenilmeyen anda durmayı, geri çekilmeyi ve hatta ilk adımına tezat adımlar atabilmeyi becerdiğini gösterdi.
İsrail ABD bombardımanını gelişmeyi memnuniyetle karşılarken, Trump yönetimi bunu diplomatik bir manevra olarak kullandı. Katar üzerinden yapılan dolaylı görüşmeler sonucunda, İran’ın İsrail topraklarına doğrudan saldırıları durdurması, buna karşılık olarak ABD ve İsrail’in İran’ın kritik altyapılarına yönelik saldırılarını sonlandırması kararlaştırıldı.
Trump’ın klasik teatral üslubuyla kamuoyuna ilan ettiği bu ateşkes, tam anlamıyla bir siyasi pazarlıkla şekillendi.
Bu ateşkes kalıcı olabilir mi?
İşte asıl mesele burada başlıyor. Ateşkes, tüm taraflar için bir rahatlama getirse de, pamuk ipliğine bağlı. Gerginliği artırabilecek çok sayıda dinamik hâlâ masada:
· Vekil Unsurların Kontrolü Zor: İran devlet olarak saldırıları durdurmuş olabilir, ancak Lübnan’daki Hizbullah ya da Irak ve Yemen’deki İran yanlısı milislerin faaliyetlerini kontrol etmek çok daha zor.
· İç Siyasetteki Sert Kanatlar: İsrail’de Netanyahu’nun koalisyon ortakları, İran’a daha sert bir darbe vurulmasını isterken; İran’da ise Devrim Muhafızları ateşkesi taktik bir geri çekilme olarak görüyor.
· Denetim Mekanizması Yok: Bu ateşkesin denetlenmesi için ne bağımsız gözlemciler var ne de yaptırımları tetikleyecek net koşullar. Her şey “iyi niyete” dayanıyor; ki bu bölgede en zor bulunan şeylerden biri.
· ABD Siyasetinin Belirsizliği: Trump, bu ateşkesi iç siyasette bir koz olarak kullanıyor. Ancak yaklaşan seçim sürecinde her şey yeniden değişebilir. Ateşkes, iç politik manevralara kurban gidebilir.
Özetle, bu ateşkes yalnızca kırılgan değil; aynı zamanda sürekli bir “yanlış anlama” riskiyle malul. Bir tek füze, bir tek açıklama ya da bir provokasyon bile tarafları yeniden cepheye sürükleyebilir. Nitekim daha birinci dakikada önce İsrail Savunma Bakanı Israel Katz İran’ın ateşkesi ihlal ettiğini iddia etti ve karşılık olarak, İsrail ordusuna Tahran’ın kalbindeki rejim hedeflerine güçlü saldırılar düzenlemesi talimatını verdiğini açıkladı, ardından Başbakan Netanyahu İran’ın ateşkes ihlalinin bedelini ödeyeceğini üst perdeden ilan etti.
Yeni bir dönemin kapısı mı açılıyor?
Tüm bu risklere rağmen, inkâr edilemez bir gerçek var: İsrail ile İran arasında, ABD’nin aktif müdahalesiyle, ve çok da sağlam olmasa da, bir ateşkes sağlanabildi. Bu, en azından diplomasi zemininin tamamen ortadan kalkmadığını gösteriyor.
Peki bu gelişme neye kapı aralayabilir?
· Yeni bir diplomatik mimari: İran ile ABD arasında zaten ön temasları çoktan başlamış yeni bir JCPOA (nükleer anlaşma) 2.0 süreci ivme kazanabilir. Veya daha kapsamlı bir bölgesel güvenlik mimarisi gündeme gelebilir. Mümkün mü? Öyle umalım.
· Vekalet savaşlarının durdurulması: Eğer İran, vekil güçlerini kontrol altına alır; İsrail de önleyici saldırılarını azaltırsa, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen gibi sahnelerde bir yumuşama başlayabilir. Olur mu? Pek sanmıyorum ama hadi umut edelim.
· Ekonomik nefes alma: Ateşkes sonrası küresel piyasalarda bir “risk rallisi” yaşandı, petrol fiyatları düştü, dolar zayıfladı. Bu durum ekonomik diplomasiye kapı aralayabilir. Buna tüm dünyanın ihtiyacı var. 12 günlük kriz birçok sektörde ciddi yansımalar bıraktı.
· Filistin meselesinde soluklanma: Doğrudan bağlantılı olmasa da, bölgesel gerilimin azalması, iki devletli çözümün yeniden gündeme alınmasına zemin hazırlayabilir. Tabii, İsrail “İran’ı dizleri üstüne çöktürdüm” sarhoşluğuna girmez ise…
Ancak bu ihtimaller yalnızca “fırsatlar” olarak kalabilir. Gerçeklik, hâlâ çok daha sert ve katı.
Gerçekler acıtıyor
Ateşkes var ama savaşın sebepleri hâlâ duruyor:
· İran, uranyum zenginleştirmeye devam ediyor ve vekil ağını genişletiyor.
· İsrail, İran’ı sadece tehdit olarak değil, yok edilmesi gereken bir varoluş riski olarak görüyor.
· ABD ise, İsrail’i desteklemek ile yeni bir Orta Doğu savaşına bulaşmamak arasında sıkışmış durumda.
Üstelik, her iki taraf da bu çatışmayı ideolojik bir zemine oturtuyor. İran, kendisini “direniş ekseni”nin lideri olarak görüyor. İsrail ise artık caydırıcılık değil, “karşı tarafın askeri kapasitesini yok etme” stratejisiyle hareket ediyor.
İsrail’de doktrin değişimi: Caydırıcılıktan mutlak hakimiyete
Savaş sürerken bir Amerikan Yahudisi dostumla sohbetimizde dikkat çekici bir değerlendirme yaptı. Özetle şunu söyledi: “Hamas’ın 7 Ekim 2023’te gerçekleştirdiği ve tüm dengeleri altüst eden saldırısı, İsrail’in savunma anlayışında köklü bir dönüşüme yol açtı. Artık sadece ‘caydırıcılıkla’ yetinilmiyor. Yani belirli aralıklarla Hamas’a, Hizbullah’a veya İran destekli hedeflere yapılan sınırlı operasyonlar yeterli görülmüyor. Yeni yaklaşım, tehditleri tamamen ortadan kaldırmayı, düşmanı askeri olarak işlevsiz hale getirmeyi hedefliyor.”
Bu yeni savunma doktrini, müzakereye dayalı çözüm arayışlarını ikinci plana itiyor. Onun yerine, karşı tarafın askeri kapasitesini yok ederek kalıcı üstünlük sağlamayı amaçlıyor. Hamas’ın İsrail sınırlarını aşıp doğrudan saldırmasıyla psikolojik bir eşik aşılmış oldu. Yaklaşık 1.200 kişinin ölümüne neden olan saldırının ardından İsrail’in cevabı da bu yeni doktrin doğrultusunda şekillendi: Üst düzey liderlerin hedef alınması, askeri altyapının sistematik biçimde imha edilmesi ve sivil kayıplara rağmen saldırıların sürdürülmesi.
İsrail sadece Hamas’a karşı değil, Hizbullah’ı zayıflatmak için Lübnan’da ve Suriye’de de kapsamlı operasyonlar yürüttü. Esad rejiminin iç savaşla zayıflayan ordu altyapısı da bu kapsamda büyük ölçüde yok edildi. Şimdi ise sırada İran var: askeri komuta zinciri, füze sistemleri ve nükleer tesisler açık hedef haline gelmiş durumda.
Bu yeni doktrin, İsrail’in daha önce İran’a karşı topyekûn harekât düzenlemekten çekinmesine neden olan stratejik tereddütleri de büyük ölçüde ortadan kaldırdı. İran’ın misilleme kapasitesi hâlâ ciddi bir tehdit olsa da, İsrail artık bunun göze alınabilir bir risk olduğunu düşünüyor.
Ancak bu “mutlak üstünlük” anlayışına dayalı saldırganlık, Orta Doğu genelinde halk öfkesini körükledi ve bölgesel savaş beklentisini daha da büyüttü.
Bu dostumun değerlendirmesi ateşkes öncesine ait. Bugün ise şu soruyu sormak gerekiyor: Bu yeni askeri doktrin, gerçekten güvenlik mi sağlıyor, yoksa bölgeyi sonsuz bir çatışma döngüsüne mi hapsediyor?
Uzlaşma alanı var mı? İran ve İsrail cephelerinden bakıldığında, şu an için kalıcı bir uzlaşı zemininden söz etmek oldukça güç. Her iki taraf da savaşın ancak diğerinin güçsüzleştirilmesiyle sona ereceğine inanıyor. Bu, klasik bir kazan-kaybet denklemidir ve diplomatik çözüm ihtimalini ciddi şekilde zayıflatır.
Türkiye nerede?
Tüm bu süreçte Türkiye’nin adı neredeyse hiç anılmadı. Oysa geçmişte hem İran hem İsrail ile konuşabilen, Arap dünyası ve Batı arasında diplomatik köprüler kurabilen Ankara bu defa devre dışı kaldı. Katar’ın aktif arabuluculuğu ve İsrail ile yaşanan diplomatik gerilim, Türkiye’yi bu denklemin dışına itti.
Ancak bu dışlanma kalıcı olmak zorunda değil. Türkiye hâlâ insani yardım, mülteci akışının kontrolü, istihbarat paylaşımı veya ileride oluşacak çok taraflı görüşme zeminlerinde rol üstlenebilir. Fakat bunun için önce Ankara’nın kendi pozisyonunu yeniden tanımlaması ve özellikle Hamas ve İsrail politikalarını duygusal, dini ya da iç siyasi reflekslerle değil; serinkanlı bir gerçekçilikle, ülke ve bölge çıkarlarını esas alarak gözden geçirmesi gerekir.
Bu mümkün mü?
Bu, Ankara’nın dış politikada içe kapanmacı ve kutuplaştırıcı söylemler yerine; güven telkin eden, ilkeli ama esnek bir diplomasiye yönelmesiyle mümkün olabilir. Ateşkese müdahil olamayan bir Türkiye’nin, barış inşasında da söz sahibi olması zorlaşacaktır.
Fırsat mı, yeni bir felaket mi?
İsrail–İran–ABD üçgeninde kritik bir eşiğe gelindi. Bu ateşkes, savaşın tam ortasında dahi diplomasinin hâlâ bir alanı olduğunu gösteriyor. Ama bu pencere sonsuza dek açık kalmayacak.
Kalıcı barış, sadece füze atışlarını durdurmakla değil, tehdit algılarını, ideolojik takıntıları ve vekalet savaşlarını da sonlandırmakla mümkün olabilir.
Eğer bu fırsat heba edilirse, bir sonraki savaş daha yıkıcı, daha kapsamlı ve belki de küresel ölçekte bir felaket olacak.
Bir Fars atasözü der ki: “Savaş alanında kuyu kazılmaz.”
Şimdi belki de yıllardır ilk kez zemin bir anlığına sarsılmıyor. Peki biz bir kuyu mu kazacağız, yoksa yeni bir hendek mi?
Karar, son füzeyi atanların değil, ilk sözü söyleyecek olanların olacak.
- Haber Kıbrıs 15 yaşında: Dijital gazeteciliğin onurlu yürüyüşü
- Gazeteci kimdir? Veya daha önemlisi; kim değildir?
- Kıbrıs’ta hep aynı türkü
- Kıbrıs’ta satranç tahtası yeniden kuruluyor (3. Bölüm)
- Kıbrıs’ta satranç tahtası yeniden kuruluyor (İkinci Bölüm )
- Kıbrıs’ta satranç tahtası yeniden kuruluyor (Birinci Bölüm )
- PKK sahneden indi mi, yoksa sadece kostüm mü değiştirdi?
- İnancı da, aklı da istismar etmeyin
- Vazgeçilmezlik sarhoşluğu
- Geçmişi iptal edince gelecek de kaybolur
- TÜM YAZILARI için tıklayınız





