Daha başımıza gelecek çok şey var…

ads ads ads ads
13/05/2022

ads

Mehmet Hasgüler Mehmet Hasgüler


Osmanlı Devleti, Kıbrıs adasını önce beylerbeylik şeklinde idare ederdi. Bu beylerbeylik bir tür ihaleyle Divanı Hümayun (ve/veya Sadrazam) tarafından tayin edilir, yani en fazla parayı veren Kıbrıs Beylerbeyi olurdu. Sonrasında Kıbrıs çeşitli ekonomik sebeplerle önce kapudan paşalık ardından da mültezimlik statüsüyle idare edildi. Bunlar da göreve beylerbeyi gibi ihaleyle yani vesayetle gelirlerdi. Bu şekilde dağıtılan rütbelerle yönetilen ülke bir türlü düzlüğe çıkmadığı gibi yöneticilerin ödedikleri bedeli çıkarmak için dayattığı vergiler yüzünden her türlü adaletsizlik de ortalığı kasıp kavurmaktaydı. Bunun sonucunda hem gayrimüslimler hem Müslümanlar, Osmanlı başkentine şikâyet yağdırırdı. Yalnızca şikâyet etmenin bir faydası yoktu, bu yüzden “şikâyet dilekçeleri” genellikle bir ihbar ya da daha güzel tabirle jurnal içerirdi. Bu ihbarcılık ve jurnalcilik geleneği 1960’lardan sonra yeniden hortladı ne yazık ki. Tek fark şu; eskiden jurnaller Osmanlı payitahtı İstanbul’a yapılırdı, şimdi Ankara’ya yapılıyor. Elbette hem Osmanlı döneminde hem de sonrasında çok sayıda vergi isyanı olmuş ve Müslüman-Hıristiyan bu vergilere tepkisini koymuştu.

Kıbrıs Türk siyasilerine bakarsak neredeyse 60 kusur yıldır en mühim işlerinden birinin Ankara’yı “arşınlamak” olduğunu görürüz.  Kısacası “küçük” siyasi tarihimizin nirengi noktasını Lefkoşa’nın “Ankara gammazlamaları” şeklinde de okuyabiliriz. Ankara’nın temel derdi söylendiği gibi Kıbrıs Türkünün refahı, üretimiyle vergisiyle kendi kendine yeten bir ülke olması ise aynı düşüncedeyiz. Bu hedefi gerçekleştirmek için Kıbrıs Türkleriyle Ankara’nın yan yana yürümesinde bir anormallik yok. Anormal olan, nitelikli ve karşılıklı saygı çerçevesinde başlayan ilişkilerin son dönemde bir biat, vesayet ilişkisine dönmüş olmasıdır. Kurulan düşük nitelikli ilişkinin ülkemize yansıması ise bir dizi maskaralıktan ibarettir.

Son döneme damgasını vuran maskaralıkların ilk örneğini 2006 yılında Ferdi Sabit Soyer başbakanlığındaki CTP-ÖRP koalisyonu döneminde yaşamıştık. UBP genel Sekreteri Turgay Avcı partisini bir gecede satarak bu koalisyonun başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olmuştu. UBP tabanı ve bazı organik UBP’li siyasiler bu müdahaleyi de bu meşru olmayan ve siyasi etikle örtüşmeyen bu durumu da içine sindirmedi. Peki hesaplaşabildi mi? Asla. Neden? Çünkü sonrasında UBP’li cumhurbaşkanı bu siyasiyi ödüllendirdi. Yaşananları bilerek veya bilmeyerek ama sindirerek. Aynı cumhurbaşkanı bu kez UBP içinde takdir ettiği bir isme önce hükümeti kurma görevi veriyor ardından da o kişi başbakan olduktan sonra kurultayla UBP’yi teslim alıyordu. Bunların tamamı siyasi vesayet atamalarıydı. Bu silsile Eroğlu ile yıkıldı ama görünen o ki yine hortladı.

Bizler kendimizi “Yöneticilerimizi kendimiz seçiyoruz, partiler de yöneticilerini demokratik usullerle seçiyor” diye kandırırken başbakan atama yoluyla göreve geliyor. Sistem öyle ucube bir duruma gelmiş ki, ülkenin en üst düzey iki yöneticisinin mensubu olduğu parti kurultay yapıp genel başkan seçiyor, sonra da kurultayda kazanan kişinin ayağı kaydırılıp sonuncu olan kişiye hükümet kurma görevi veriliyor.

Yaşananlara tepki gösteren muhalefet cephesi de çözüm olarak seçimlerin yenilenmesini gündeme getirdi. Muhalefet her gün seçim olsun ister elbette ama ahalinin seçimlerden sıtkının sıyrıldığını söyleyelim. Siyaseti seçim yapmaktan ibaret sananlar büyük yanılgı içindeler.

İçinde bulunduğumuz manzaraya dışarıdan bakan biri “Ülkede seçim var, muhalefet var, eleştiri var, örgütlenme özgürlüğü var, göreceli düşünce özgürlüğü var. Demek bu ülkede demokrasi var” diye düşünebilir ama bu topraklarda yaşayanlar olarak durumun hiç de böyle olmadığını biliyoruz. Daha kötüsü, ufukta kurtuluş da görünmüyor. Mevcut yönetim zihniyetinin kaptanlık ettiği geminin bizi taşıyacağı bir “demokrasi limanı” yok. Öyle bir derdin de siyasi taifede olmadığı gibi…

Uzun lafın kısası, demokrasinin şartı olan kavramları gerçek anlamda içselleştiremediğimiz, Ankara ile ilişkilerimizi karşılıklı saygı çerçevesine taşıyamadığımız sürece daha başımıza gelecek çok şey var. Bunun temelinde uzun yıllardır kurulan “ganimet” düzeninin sağladığı türlü rantlarla hızlı yoldan zenginleşen şımarık zengin bir zümrenin oluşması ve bunların büyük bölümünün vergiden azade konumlarını kolayca sürdürecekleri zemini sağlayan bir siyaset erbabı türemesi yatıyor. Muhalefetiyle iktidarıyla bu siyaset zümresi varlığını “ayrılmaz” bir simbiyotik ilişkiyle düşe kalka da olsa yürütüyor. Bize de bunu siyaset diye yutturmaya çalışıyorlar. Yerseniz….    

 

13/05/2022 11:07
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
TAGS: mehmet hasgüler, yazar, haberkıbrıs,
MANŞETLER

HK Mehmet Hasgüler

© 2019 Digihaber Portal Services Ltd. Haber Kıbrıs.