Ne acıtır sizi?
05/04/2025












Ayla Kahraman
Acı çekmekle ilgili deneyimlerinizi arada bir de olsa düşündüğünüz oldu mu?
Sizi en çok acıtan nedir?
En uzun süre taşıdığınız acı hangisidir?
“Hiç acı çektiniz mi” diye sormak istemem. Böyle bir soru, insan olmak ile ilgili her şeye aykırı çünkü. Acı çekme özelliği taşımayan birileri varsa insani değerlerden uzak olduğu veya sağlığı ile ilgili bir sorunu olduğu düşünülür.
Varoluşsal değerlerimiz içinde mutluluğun, huzurun, çabalamanın, umudun yanında bütün görkemiyle sırasını bekler insani acılar. Üstelik psikolojide duygusal zekâ, empati becerisi ve varoluşsal bilinç ile de ilgili görülür.
Acıdan kaçmak isteriz. Elbette isteriz. Ama bu o kadar zor bir şey ki! Yumuşak karnımıza saplanan her darbe bizi yaralar. Görmezden gelebiliriz, yüzleşmek yerine acıyı yok farz edebiliriz. Belki bir süre böyle idare de edebiliriz. Ama eninde sonunda yüzleşiriz. Bu yüzleşmenin önemi büyüktür.
Düşünün ki, acılarını yaşamının pusulası yapmış pek çok insan var. En değerli armağan olan yaşamı; ıstırap içinde tüketen kişiler var. Kendi varlığını, bozuk para gibi harcayarak tüketenler var. Çok acı, değil mi? Yüzleşmek ve yola devam etmek bu nedenle önemlidir. İnsan olmanın gereğini bize hatırlatır ve kör topal olsa da yola devam etme gücü verir.
Bukalemun pek övülür, her ortama uyar diye. Acı çeken insan; bukalemun olmadığı için, acılarla öğrenen olur. Mesela, pek çoğumuzun “itaatkârlık” konusunda övgüleri, onayları vardır. İtaat eden kişiler; en iyi öğrenciler, en iyi evlatlar, emekçiler, vatandaşlar gibi görünür. Ama insan acılarla karşılaştığında ve kaçmak için herhangi bir kalkana bürünmediğinde iş değişir. Uysal, söz dinleyen, otoriteye koşulsuz uyan kişiler bile an gelir, kabuğundan çıkıverir.
Acı çeken insanlar itaatkâr değildirler. Aksine, acıların eğittiği insanlar “var” olmak için savaşmaya başladıklarında “itaat etmemek” yapısal özellikleri oluverir. Bu, insanlık tarihinin kilometre taşlarına şekil veren bir yolculuktur.
“Kaybedecek bir şeyi kalmayan kişilerden korkun” derler bizim memlekette. Belki her kültürde bu veya benzeri deyişler vardır. Bir de “dibe vurmadan yüzeye çıkamazsın” derler. Dibe vurunca vurgun yiyenler olur. Sağlıkla çıkanlar da.
Bizi zayıflattığını sandığımız acıların, “itaat etmeyen” insanı şekillendirmesi, çok da beklenen bir şey değildir aslında. Beklemesek de acılarımız heykeltraşımız oluverir ve çamur sandığımız geri kalan harçtan şaheserler yaratır.
İnsanın acılarla dansı böyle bir şey işte. Düşer, kalkamayacakmış gibi düşer. Ama kalkar ve koşmaya başlar. Engelli koşu mu, maraton mu umurunda olmadan koşar da koşar.
Peki ne acıtır sizi? Dileğim düşünmenizdir. En yakınınızdan en uzağınıza kadar. Yanıtlarınızı kendinize vermeniz -dürüstçe vermeniz- çok kıymetlidir; çünkü acı çekmek -izin verirsek eğer- öğreticidir, geliştiricidir, yaratıcıdır. En önemlisi insanın insana duyarlılığıdır.
- Anne Olmak ve Anneler Günü
- Suskunluğun dili
- İnsanca bir gereksinim: Konuşma hakkı
- Fahişelik bir meslek mi?
- Güven ve mutluluk
- Çocuklar ve Cinsellik: Ebeveyn için püf noktaları
- Umut ve umutsuzluk, cesaret ve korkaklık aynı bütünlükte barınabilir mi?
- Duygular, düşünceler dile gelmek ister
- Alfa kuşağı ve onlara kucak açan ebeveyn
- Formülü bulmalı, adı Havva olan
- TÜM YAZILARI için tıklayınız






