Suskunluğun dili
03/05/2025












Ayla Kahraman
Konuşmanın ve susmanın aralarındaki ilişkinin farklılığını çok düşündüm. Önceleri, gençken, ikisini ölüm ve yaşama benzetirdim. Biri olmadan öbürü olamaz, bir arada da olamazlar. Ancak büyüdükçe, içimden konuştuğumu, düşündüğümü ve değiştiğimi fark ettim ve bu benzetmeden çok genç yaşlarda vazgeçtim.
Nihayetinde, birbirlerine çok benzerler. Üretkendirler ve değişimin, gelişimin ham maddeleri gibi görünmektedirler. Başkaları ile değil kendimizle yaptığımız içsel konuşma dışarıdan suskunluk olarak görülür, elbette. Ama kimi zaman, kendimizle ilgili bir gelişmedir, kimi zaman dünyayı, yaratıcı kuvveti anlamanın yoludur.
Bu içsel göç, dışarıdan suskunluk olarak görülebilir ama düşünsel bir süreç olduğundan bizi değiştirir. İnsan değiştiğinde dünyaya bakışı değişir. Yanındaki insanlar bile bu değişimden pay alır. Boşuna dememiş Jung. “Karşımızdakinde bizi etkileyen her şey, kendimizle ilgili bir şey söyler.”
Bir şekilde, içsel konuşma, kişinin kendi içinde yaşadığı göçtür. Coelho’nun ünlü “Simyacı” eserinde olduğu gibi, belki göçün sonunda, kendi özünle bir vuslat yaşarsın, belki de düşünsel, varoluşsal, duygusal bütünlüğünün kapılarını aralarsın. Ancak, sanırım hepimiz farkındayız, en özgür, üretken, dürüst konuşmaları içeride yaşarız. Dışarından suskun görünmenin ayrıcalığı bu işte.
Konuşmak veya susmak. İkisi de üstün insani değerler anlaşılan. Varoluşsal armağanlarımız. Her ikisi de gereksinim ve hak.
Suskunluğun da dili var. Filozof Wittgenstein, konuşmak mümkün değilse, susmayı önerir. Bunu bir yenilgi olarak görmez, içsel konuşmanın bilgeliğe giden yolu olarak görür. Çağdaşı Heidegger için sessizlik varoluşsal bir anlam taşır. Bir şey söylememeyi seçeriz.
Düşüncelerim Yunus Emre’ye kayıyor. “Edebim el vermez edepsizlik edene/ susmak en güzel cevaptır edebi elden gidene”
Aynı zamanda psikolog ve sosyolog olan ve 20nci yüzyılın düşünce tarihini oldukça etkileyen Filozof Foucault; konuşmayı bir özgürlük olarak değil, mücadele alanı olarak görür. İktidarların, neyin konuşulacağını, neye susulacağını belirleyerek işlediğine değinir. Kadınların, işçilerin, sömürülen halkların ve LGBTQ gibi ötekileştirilen grupların sessizleştirildiğinden yakınır.
Konuşmak, insanlık tarihinin en önemli hak arayışlarına, devrimlerine, sürgünlerine, savaşlarına, barışlarına, aşklarına nefretlerine… kadar uzanan sessiz çığlıklar ve umutlar, mutluluklar barındırıyor tarihinde. Yanında susma özgürlüğünü de taşıyarak yaşatıyor. Her ikisi de özgür olmak istiyor. Her ikisi de insanın doğal hakları olarak var olmak istiyor.
Parmaklarımın ucundaki küçük geveze kuş yazmadan duramıyor: Ya konuşmak için zorlananlar, baskı ve şiddet ile konuşturulanlar?
Mesleğimde suskunluğun çok özel bir yeri vardır. Danışanınız konuşmak zorunda değildir. Hatta bazen, unutulmuş anıların yarattığı örselenmeleri açığa çıkarmaktan korkarız. Yarayı deşmek; bir çeşit mezar kazıcılığıdır ve danışanınız o mezara tekrar düşmemelidir. Bu nedenle, danışanın susma özgürlüğü vardır. Ancak suskunluk çoğu zaman ciddi bir mesaj iletir. Dil susar ama eller, kollar, gözler, ayaklar, yüzdeki pek çok anlamı ileten ifadeler konuşur. Hatta insanın el yazısı da konuşur. İstediği kadar değiştirsin, taklit etsin, yazı da konuşur. Anlayana elbette. Yani, suskunluk; toplumsal iradeye ve geçmişin öğütücü dişlilerine karşı bir savunmadır, aynı zamanda. Susarak anlatmak mümkündür bir şekilde. Hem kendinize hem de başkalarına, özellikle boyun eğdirmeye çalışan otoriteye ve geçmişin gölgelerine karışmış ruhsal acılara…
İçeriden konuşalım veya sadece konuşma hakkımızı kullanalım. Sonuçta konuşmak kendimizi ifade edebilmenin en etkili yoludur ve suskunluk da varoluşsal eylemlerin başını çeken bir gök gürültüsünden daha şiddetli olabilir.
Her ikisi de -konuşmak ve susmak- bastırılmış duygu ve düşüncelerin yüzeye çıkmasını sağlayan iyileştirici eylemlerdir. Bununla da kalmaz, kişi kendini ve dünyayı anladığı noktada, değişim başlar. Başlamak zorunda kalır, ya da.
İçe atmak, unutmaya çalışmak ne kadar örseleyiciyse; konuşmak ve suskun görünerek kendinle buluşmak da o kadar iyileştiricidir.
Var olmanın belki de en önemli noktası konuşma hakkının kısıtlandığı noktada, susma özgürlüğünün tüm gücüyle haykırmasıdır.
- Yeni nesil ilişkiler-1
- Anne Olmak ve Anneler Günü
- İnsanca bir gereksinim: Konuşma hakkı
- Fahişelik bir meslek mi?
- Güven ve mutluluk
- Ne acıtır sizi?
- Çocuklar ve Cinsellik: Ebeveyn için püf noktaları
- Umut ve umutsuzluk, cesaret ve korkaklık aynı bütünlükte barınabilir mi?
- Duygular, düşünceler dile gelmek ister
- Alfa kuşağı ve onlara kucak açan ebeveyn
- TÜM YAZILARI için tıklayınız






