Görmeyen Gözlerimiz, Konuşmayan Dillerimiz…
01/03/2018
Başaran Düzgün
Hasat mevsimi geçmiş olmasına rağmen, Facebook’ta küçük çocukların ellerinde çakıl taşlarıyla çakıstes yapmak için zeytin kırdıklarını gördüğümde kalbimin bir yanı hüzünle kaplandı diğer yanı öfkeyle kabardı.
Nesilden nesile aktarmamız gereken geleneklerimizin nasıl da bir bir yokolup gittiğinden şikayet eder dururuz.
Bu adayı tütsüleyen en kutsal ağacımızdı zeytin.
İçine tıkındığımız şehirlerdeki beton bloklarda çoktan unutmuştuk zeytin ağaçlarını ve çocuklarımızın kahvaltısına boyalı ithal zeytinleri sürmüştük.
Bir çoğumuz için lüks evlerimizdeki fiyakalı şöminelerin ideal yakacağı oldu. Kül bırakmaz, is çıkarmaz, yüksek ısı verir zeytin odunları.
500 yıllık anıt zeytinlerin önünden burun kıvırarak geçtik hep.
Sonra da şikayet ettik “bu memlekette her şey ithal, bize ait hiçbirşey kalmadı” diye.
Oysa zeytinler on binlerce yıldır bir abide gibi vardırlar bu topraklarda.
Ve her gelenimizi misafir ediyorlar, cömert bir ev sahibi gururuyla.
Nasıl ki biz kendi soyumuza kast ediyoruz zeytin ağaçlarına da kast ettik yıllarca.
“Zeytinlerimiz lahmacun salonlarında yakılıyor” diye ağlaştık da dönüp bakmadık yüzlerine.
***
1900’lü yılların başında bu ülkenin en çok ihraç edilen ürünü zeytindi.
Limasol limanından kalkan gemiler sadece Avrupa’ya değil Mısır’a bile zeytin götürürdü.
Yüz binlerce şilin kazanırdı atalarımız zeytinden.
Ve bu nedenle dağların en tepesindeki zeytin ağaçlarını bile aşılayıp korurlar ve ürün alırlardı.
Sofraların vazgeçilmeziydi.
Kıtlık ve açlık günlerinde Kıbrıslıyı ayakta tutan arpa ekmeğine katık yaptığı çakıstes ve zeytin yağı idi.
Sonra modern zamanların ilk kurbanı arasına girdi zeytin ağaçları.
İthallerine de methiyeler düzdük, “daha az asitlidir” deyip durduk.
Ve yok etmenin eşiğine getirdik bu kutsal meyveyi.
***
Güzel bir Facebook fotoğrafında ellerinde çakıl taşlarıyla zeytin kıran çocukların babaları şimdilerde geçmişe sahip çıkma telaşındalar.
Umut verici bir gelişme.
Yüz binlerce zeytin ağacı dikilmiş son yıllarda.
Teknolojinin geliştirdiği ve ucuzlattığı zeytin değirmenlerinin sayısı artmış.
Yüzlerce dönüm eken yüzlerce aile olduğundan bahsediliyor.
Büyük şirketler, ithalattan vazgeçip bizim zeytinlerimizi ve zeytin yağımızı pazarlamanın sistemini kuruyorlarmış.
Ciddi Pazar arayışları varmış ihracat için.
Ve 1900’lü yıllardaki gibi büyük umutlar vaat ediyormuş bu yapılanlar.
***
Kıbrıs Türkü “bittik, mahvolduk, yokoluyoruz” diye ağlaşıp durdu hep.
Ve aslında onu yok etmek isteyenlere pasif bir şekilde teslim oldu.
Kültürüne, geleneklerine ve üretimine dört elle sahip çıkıp direnmedi.
Sadece ağlaşıp durdu.
Zeytinden öte şimdi her alanda direnme zamanıdır da zeytin bir umut kaynağı oldu herkese.
“Üretmeyenler yokolurlar” gerçeğinin hamasi bir laftan öte tarihsel anlamlar taşıdığını anlayama başlayacağız inşallah.
“Görmeyen gözlerimiz, görecek, konuşmayan dillerimiz konuşacak” ve üretmeyen ellerimiz üretmeye başlayacak.
Neslimizi bu topraklarda sonsuza kadar yaşatmak için…