Herşeye Rağmen… (*)
01/04/2018
Başaran Düzgün
1984 yılıydı.
Ankara, en soğuk kışlarından birini yaşıyordu.
Termometrenin -15 dereceyi gösterdiği gecenin ilk saatlerinde Kızılay’daki türkü evlerinden birinde kafa çekmeye karar vermiştik. Bir türlü yoluna girmeyen ilişkimiz ve içsel sıkıntılar üzerine konuşacaktık.
Türkülerle birlikte demlenen rakılar saatleri bir bir devirdi.
Mahalleye son otobüs 24:00’deydi. Çeyrek kala çıkmam ve durağa yürümem gerekiyordu.
Arkadaşım “önce beni bırak sonra sen gidersin” dedi.
Birlikte kaldığı yurda yürüdük.
Bozkırın ayazı bıçak gibi kesiyordu ama biz farkında değildik çünkü veda vaktinin hüzün veren konuşmalarının peşinden sürükleniyorduk
İkimiz de son kez “hoşça kal” diyeceğimizi biliyorduk.
Cebimdeki son parayı türkü evine bırakmıştım. Sadece bir otobüs biletim ve 5 dakika zamanım vardı.
Son hoşça kal faslı 10 dakika sürdü. Koşar adım gittiğim durakta son otobüsün yerinde yeller esiyordu.
Geceden arda kalan bir ayrılık ve eve ulaşmam için yürümem gereken 15 kilometrelik yoldu.
Üstelik -15 derece ayazda.
Yürümeye başladım. Bakanlıkların oradan geçerken aniden yanımda bir ekip arabası durdu. Akrep silahların mekanizmasının üzerime kurulduğunu işittim.
– Kıpırdama, yere yat” bağrışlarıyla kendimi karların üzerine attım.
Arabadan inen polisler sıkı bir yoklamadan geçirdikten sonra peş peşe sormaya başladılar.
– Ne arıyorsun lan bu saatte sokakta. Niye bakanlıklar bölgesindesin? Ne yapıyorsun lan buralarda?
– “Şey, öğrenciyim evime gidiyorum” demeye kalmadan kendimi ekip arabasında buldum. Sonrası bir saatlik sorgulama.
Kıbrıslı oluşum yumuşatmıştı polisleri bir de ikna olmuşlardı anlattıklarımdan.
– “Geberip gideceksin lan Kıbrıslı bu soğukta” diye babacan tavırlarla kızarak mahalleye kadar bırakmışlardı beni.
Sıcacık yatağıma girdiğimde iliklerime kadar ürpermiştim.
Türkiye’de askeri yönetim dönemiydi. Ankara’da kuş uçurtmuyordu polis. Uyduruk ispiyonlarla sınıftan alınıp gidiyordu arkadaşlarımız ve aylar süren işkencelerden geçiyordu.
Dikkatli olmanın yaşamakla eş anlamlı olduğu günlerdi.
Ve ben “son hoşça kalı” uzatıp son otobüsü kaçırdığım için böylesi bir “dikkatsizliğin” içinde bulmuştum kendimi.
Üstelik dördüncü şubede aylar sürebilecek sorgulamayı beklerken ekip tarafından eve bırakılmanın yarattığı şaşkınlıkla.
O geceden çıkardığım 2 ders oldu.
1) Eğer veda vakti gelmişse ertelemek nafiledir. 5 dakika önce 10 dakika sonra veya aylar boyu ertelense de ayrılık vakti gelip çatar.
2) Koşullar ne kadar kötü olursa olsun önyargılardan arınmak gerekir çünkü en kötünün bile içinde masum bir insan vardır. ***
Sıcak bir yaz gecesiydi. Gönyeli’deki ilk evimizde kan ter içinde uyumaya çalışıyorduk. Gazetecilikte yeni sayıldığım yıllardı. Gece yarısı telefon çaldı:
– Bu sana son uyarıdır, eğer ihanet dolu yazılarını kesmezsen biz kelleni keseceğiz” demişti telefonun ucundaki ses.
Hem irkilmiş hem şaşırmıştım.
İrkilmem tehdittendi de şaşkınlığım beni tehdit eden sesi tanımamdan kaynaklanıyordu.
O’nu tanımıştım. İsmiyle seslendim, “dikkatli ol öldürürüz” gibi şeyler söyleyip telefonu kapatmıştı.
Sabahı dar etmiştim.
Sabahleyin gazetenin Yazı İşleri Müdürü’nün de aynı şekilde tehdit edildiğini öğrenince durumun vehametini anlamıştık.
Birtakım tedbirler almıştık kendimizce.
Kısa bir süre sonra bombalar patladı parti binalarında ve muhaliflerin arabalarında.
Uzun süre aynısının bize olmasını bekleyip durduk.
Olmadı.
Benim aklım telefondaki “tanıdık sese” takılıp kaldı.
En son 3 yıl önce görüşmüştük. Sonra yurt dışında olduğunu işitmiştim.
Ben üniversite eğitimine gidince ilişkimiz kopmuştu hepten. Kumarhane çalıştırdığını ve kriminal olaylara bulaştığını duymuştum. Belki de bu yüzden arayıp sormamıştım görüşmek için.
Peki bu olaylarla ne alakası olabilirdi?
Yıllar sonra karşılaştık. Kuzey Afrika ülkelerinden birine yerleşmişti. Evliydi ve mutluydu.
Kumarhanelerde örgütlenen aşırı milliyetçi bir çetenin içine girmişti.
Bombalı-silahlı eylemler yapıp isimlerini duyurmanın peşindeymişlerdi.
– Sesini tanıyacağımı bildiğin halde niye sen aradın? diye sordum.
– “Sana bir ipucu vermek istedim. Kendini koruman için” şeklinde yanıtladı.
İşte o an yine irkilmiştim.
Çünkü ben onu tanıdığımdan kimseye bahsetmemiştim.
Bu olaydan da çıkardığım 2 ders oldu:
1) Hayatta bazı şeyler ihmale gelmez. Küçük bir bilgi bazen hayat kadar değerli olabilir.
2) Her şeye rağmen bu ülkede bu insanlarla yaşamak güzeldir. Ucunda ölüm tehditleri ve bombalar olsa da…
(*) 1 Nisan 2007 (KIBRIS)